2007 yılını kapsayan Hükümet – Kamu sendikaları Toplu Görüşme toplantıları devam ediyor. Aslında KESK’i saf dışı bırakarak devlet güdümlü Türk Kamu-Sen gibi sendikalarla, yıllardır işçi alanında Türk-iş ile sürdürülen Amerikan tipi sendikacılığın “karikatürü” biçiminde tasarlanan “Toplu Görüşme Süreci” kendi doğallığında ilerliyor. Bu süreçle devlet ve hükümet güdümlü sendikaların ön plana çıkarılmasının ötesinde sahte sendika yasasının […]
2007 yılını kapsayan Hükümet – Kamu sendikaları Toplu Görüşme toplantıları devam ediyor. Aslında KESK’i saf dışı bırakarak devlet güdümlü Türk Kamu-Sen gibi sendikalarla, yıllardır işçi alanında Türk-iş ile sürdürülen Amerikan tipi sendikacılığın “karikatürü” biçiminde tasarlanan “Toplu Görüşme Süreci” kendi doğallığında ilerliyor. Bu süreçle devlet ve hükümet güdümlü sendikaların ön plana çıkarılmasının ötesinde sahte sendika yasasının gereği olarak toplu görüşmelerin içinin boşaltılması ve kamu emekçileri açısından fiilen anlamsız hale getirilmesi amaçlanıyor.
İlk yıllarda devlet güdümlü sendikaların çok düşük ek artışlarla sonuçlanan “pazarlık seramonileri” yapacağı ve Hükümetin sembolik jestler yaparak KESK’i zor duruma düşüreceği beklentisinin bile gerçekleşmemesi, hayal kırıklığının vahametini göstermeye yeter. Her yıl tazelenen umut olarak Ağustos ayında oturulan “Toplu Görüşme masası”, bırakın pazarlık yapıp hak almayı artık KESK’in etrafında oturacak sandalye bulmakta zorlandığı, devlet güdümlü sendikalara bile tahammülü olmayan hükümetin masaya oturmadan önce alay eder gibi yıllık (hatta 3 yıllık!) maaş artışlarını önceden basına açıkladığı ve bunu Kamu sendikalarına dayatmaktan çekinmediği bir pervasızlığı içinde barındırıyor. Üyelerde ve kamuoyunda esas beklentiyi oluşturan ücret konusundaki bu güçsüz ve devre dışı kalma pozisyonu doğal olarak Toplu Görüşmelerin çalışma koşulları ile ilgili maddeler için yapılan “mutabakat metinleri”ni tamamen anlamsızlaştırmış, ilk yıl bir başarı olarak sunulan bu “mutabakat metinleri”( neredeyse anlamlı hiçbir maddesi uygulanmadığından!) sonraki yıllarda sendika yönetimlerince bile üyelere aktarılmasından imtina edilen, moral bozucu metinler olarak tozlu dosyalardaki yerini almış durumda.
Burada KESK açısından esas dikkate alınması gereken husus bu sürecin, yakınlarıyla birlikte 10 milyonu bulan kamu emekçisi, KESK üyeleri ve daha da önemlisi KESK’in yönetici ve kadroları üzerinde yaratacağı yıkıcı ve dağıtıcı etkidir. Geniş kamu çalışanı kitlesi tarafından tam bir ilgisizlik ve kayıtsızlık ile izlenmeye başlanan bu süreç, KESK ve bağlı sendikalardaki yöneticilerde çaresizlik ve esas yıkıcı sonuç olarak da sınıf mücadelesinin olmazsa olmazı olan sendikal kadrolarda yılgınlığa yol açıyor.
Uluslararası sendikal üst örgütlerce dahi “sendika” olarak kabul edilmeyen Türk Kamu-Sen ve Memur-sen’in neden hala kamu emekçileri tarafından “yumurta yağmuruna” tutulmadığı, çalışanların gözünde teşhir edilemediği sorusunun yanıtını vermek gerekiyor. Bu durumun, tek varlık nedeni kamu emekçilerinin fiili ve meşru örgütlenmesinin önünü kesmek olan bu ‘sendika’larla KESK’in aynı düzleme girmesiyle, KESK’in gittiği yolla ve bu yolun yarattığı güçsüzlükle çok ilgili olduğu rahatlıkla görülebilir.
Gerek kamu emekçileri, gerek kamu hizmetlerinden yararlanan geniş halk kitleleri için yıkım olan IMF programının taşeronu AKP hükümetiyle yürütülecek mücadeleyi “Toplu Görüşme” masasına sıkıştırmak, daha en başından kaybedilen bir maça çıkmak anlamına geliyor. Ne yazık ki tüzük ve kuruluş döneminde süreci algılayamayan KESK yönetim ittifakı, çıkartılan sahte sendika yasası ile karşı karşıya kaldığımız “Toplu Görüşme” dönemlerinde de günü kurtarmaya dönük oyalanmalar ve bırakın tersine çevirmeyi süreci durdurmaya bile hiçbir etkisi olmayan işlerle uğraşıyor.
2001 yılında sahte sendika yasası çıkarıldığında “biz bu yasaya
sığmayacağız” diyenler “KESK toplu görüşme masasına oturmamalıdır” diyen Devrimci Kamu Çalışanlarını “KESK haini” ilan etmişlerdi.
Bugün ise yarım yamalak da olsa toplu görüşme masasından çekilmek gerektiği vurgulanıyor. Hatta iş yerlerinde asılmak üzere gönderilen afişlerde “Görüşerek oyalanmayacağız” denebiliyor.
Aslında 2002 yılından bu yana yapılan toplu görüşmelerin bir tür oyalanmadan ibaret olduğu itiraf ediliyor. Yıllardır KESK’in MYK’larını oluşturan anlayışlarınsa yaşanan sürece dair her zaman yaptıkları gibi özeleştiri vermek gibi bir gündemleri ise nedense bulunmuyor. Bir kısmı politik gündem belirlemekten çekinen diğer kısmı KESK’i tek bir politik gündeme ve onun reel politik yansımalarına endeksleyen KESK yönetim ittifakının, gerek birbiriyle gerekse kendi gruplarında yaşadıkları ve mücadelesinin ihtiyaçlarından çok bireysel pozisyon ve kaprislerin etkili olduğu iç çatışmaların dağıtıcı etkisi bu dönemlerde daha da çarpıcı
bir hal alıyor.
Burada esas tartışma hiç kuşkusuz KESK’in şekilsel olarak “Toplu Görüşme” masasından kalkması üzerinden yürütülemez. Gerçekte masadan
kalkması gereken KESK’in masa yerine mücadele zeminini nerede tanımlayacağı işin özünü oluşturur. Son 5 yıldır tüm örgütü Kamu-Sen’e karşı ‘üye yapma’ ve “yetki alma” yarışına kilitleyen, Eğitim-Sen’in ardından usulsüzce de olsa Tüm Bel-Sen’deki yetki kaybıyla Toplu Görüşme masasındaki sandalyesi sarsılan KESK’in, buna çare olarak “Toplu Sözleşme” yapma hakkı olduğunu keşfedip “Toplu Sözleşme Hakkımız vardır” konulu bir uluslar arası Konferans düzenlemeye çalışması kafa karışıklığının ne boyutlara vardığını
göstermeye yeter.
Oysa kamu emekçileri daha KESK’in nüvelerini kurarken üyelerin nasıl artırılacağını, kitleselleşmenin ancak kamu emekçilerinin tüm emekçi kesimlerle bütünleşen gerçek talepleri doğrultusunda fili-meşru ve hareketli bir zeminde olabileceğini yaşayarak öğrenmiş ve öğretmişlerdi. Bu masaların nerede kurulacağını kamu hizmetinin verildiği her okulun, hastanenin, dairenin bahçesinin – giriş kapısının buna müsait olduğunu göstermişlerdi. Buralarda toplanan gücün Kızılay meydanında neye dönüşebildiğini de!
Şimdi KESK yönetici ve kadrolarına düşen görev özelleştirme girişimleriyle hızlandırılan, Kamu Yönetimi Temel Kanunu, Personel Rejimi gibi tasarılarla alt yapısı örülmeye çalışılan “Kamusal alanın tasfiyesi” programının günlük hayata-iş yaşamına yansımasının nasıl olacağını kavramak olmalı. Bu programın halkın üzerindeki yoksullaştırıcı etkisini, yükselen faturaları ve olağanlaşan “katkı paylarını” görünür kılmalı. Kamu emekçilerinin ücret ve özlük hak taleplerini, başta parasız eğitim ve sağlık olmak üzere tüm kamusal hizmetleri bir hak olarak talep eden yoksul halkın tepkileriyle bütünleştirmeyi başarmalı.
Kamu emekçilerinin fiili- kitlesel-militan bir mücadele ile “iş bırakma-grev” gibi hak alıcı etkili eylemler yapmak dışında bir şansı
bulunmuyor. Bu eylemlerin kağıt üstünde kalan sözde efelenmelerden öteye geçebilmesi, ancak iş bırakılan kamu kurumunun bahçesinde, kamu çalışanı-işçi-sözleşmeli-taşeron tüm çalışanların ortak mücadele ve örgütlenme hedefleriyle yan yana gelmesi ve aynı anda bu kurumun ürettiği kamusal hizmeti talep eden halkın tepkisi ile bütünleştirmesiyle mümkün. Bu süreci başından sonuna kadar programlayıp yaşama geçirmeyi başaramayan bir KESK’in tarihsel misyonunu tamamlayamadan sönümlenmesi kimseyi şaşırtmayacaktır. Ana hat olarak Neo-liberalizmin sonuçlarına karşı etkili bir mücadele yürütmeyeceğini “açıklıkla” ifade eden EMEK Platformu’nun statükocu bileşenlerinin kuyruğuna takılmadan, sürece katılmayanları gerek üyeleri gerekse kamuoyu tarafından baskı altında bırakacak bir mücadele programını, etrafında dinamik ve kararlı emek bileşenlerini ve örgütlerini toplayarak
yaşama geçirmek hala KESK’in misyonu olarak duruyor. Bütünleşmiş bir mücadele programıyla kadrolarına yeniden coşku veren ve kamu emekçilerinin talebini Toplumsal bir Harekete dönüştürmeyi başaran KESK’in hiç kuşkusu
olmasın. Şimdi sandalye bulmakta zorlandığı masalar o zaman kendiliğinden kurulur. Ve ancak emekçilerin inisiyatifi ile kurulan masalardan çıkan kararlar gerçek kararlardır!
Devrimci Kamu Çalışanları