Amos Oz’a yazdığım açık mektubu okuyanlardan bazıları, İsrail’i yok etme çağrısı yapan bir grupla nasıl uzlaşılacağına dair sorular yöneltiyorlar. Bana, İsrail’in Sol tarafından varoluşu itibariyle şer olarak tanımlanmasından bıktıklarını anlatıyorlar. Ben İsrail’de, onun hükümetinde, ordusunda ve en net olarak da İsrailli sivillerde “doğuştan şer” olduğuna inanmıyorum. Hizbullah ya da Hamas’ta da doğuştan şer olduğuna inanmıyorum. […]
Amos Oz’a yazdığım açık mektubu okuyanlardan bazıları, İsrail’i yok etme çağrısı yapan bir grupla nasıl uzlaşılacağına dair sorular yöneltiyorlar. Bana, İsrail’in Sol tarafından varoluşu itibariyle şer olarak tanımlanmasından bıktıklarını anlatıyorlar.
Ben İsrail’de, onun hükümetinde, ordusunda ve en net olarak da İsrailli sivillerde “doğuştan şer” olduğuna inanmıyorum. Hizbullah ya da Hamas’ta da doğuştan şer olduğuna inanmıyorum. Ama şerrin bir hasıl olma yolu vardır, tohumlar başka niyetle ekildiyse bile. Irkçılık karşıtı çalışmadan aldığım en büyük derslerden birisi, ırkçılık sistemin içine kurulduğunda ırkçı amaçlarınız olmadan da ırkçı olabileceğinizdir. Aynı şey sömürgecilik için de geçerlidir. Kurulmuş bir sistem vardır. İşlerin nasıl buraya vardığına uzun uzun ve büyük bir gayretle bakabiliriz, insanların ne yaptığına, hangi amaçlara sahip olduklarına ya da olmadıklarına; ama hangi cevaplara varırsak varalım, orada sitemin durduğu gerçeği kalır. İsrail’in yok edilmesi çağrıları bana acı veriyor. Çok derinden. Ne var ki, İsrail sömürgeciliğinin yok edilmesi çağrıları, ne kadar yüksek olursa olsun buna [bana acı vermeye] yetmez.
Okurlar bana şöyle sordular: “Savaş nasıl bertaraf edilebilir? Bir çatışmadan kaçınmak emre amade bir seçenek değil; çünkü, öğrendiğimiz gibi, saldırılar geri dönecek ve silahlanma azalmadan devam edecek. İsrail tekrar karşılık vermeyerek daha fazla zafiyet mi göstermeli?”
Cevaplıyorum: hayır, İsrail çatışmadan kaçınmamalı. İsrail karşılık vermeli, ama gerçekten savaşı bertaraf etmeye bakıyorsa, neden onu ortadan kaldırmak isteyen insanların varolduğu sorusunu ciddiyetle ele alması gerekiyor. Geçen seferki, Gazze’den çekilme sürecinin kapsamından çok daha fazla işlere girişmesi, sömürgelikten çıkarması gerekiyor. Bu, inanıyorum ki, komşularıyla birlikte onun da uzun vadedeki kurtuluşunu sağlayacaktır.
Ama okurlardan gelen yanıtlardan beni en çok uğraştıran, İsrail ve ABD’yi eleştiren birinin her nefeste Hizbullah ve Hamas’ı da eleştirmesi gerektiğiydi. Bu isteğe direnişimi açıklamaya çalışan bir parça yazdım. Umarım anlarsınız.
Bir Şiddet-dışılık Aşığından Hizbullah İçin Aşk Şiiri
Politik görüşlerime güvenen ve bana inanan arkadaşlarımdan bazıları, son zamanlarda bana ihtiyatla yaklaşıyorlar. Aslında bir beyan olan öfkeli kinayelerinin ardına bir soru işareti konduruyorlar: “Hizbullah sayesinde umut etmeyi öğrenmekte olduğunu yazdın?” O soru işareti benden onu alıp; lütfen, LÜTFEN blog’umdan kaldırmam için, anlık bir öfkeyle reddetmemi istiyor. Ama o soru işaretini bir ara tekrar yerine koyuyorum, tekrarlayarak, evet, ben Hizbullah sayesinde umut etmeyi öğreniyorum. Paylamalar başlıyor. Bana, şiddet-dışılığı kabul edişimi hatırlatıyorlar. Benim pragmatizm duyguma itiraz ediyorlar: “Cecilia, böylesi saldırgan bir üslup kullandığın için, seni dinleyecek birilerini asla bulamayacaksın”. Merak ediyorum, nasıl bir şey ki, kışkırtıcı sözlere, insanların yerinde alevler yükselmesinden çok daha fazla karşı çıkılacağını öğrenmişiz. Evet, ben Hizbullah sayesinde umut etmeyi öğreniyorum ve bu sadece bir öğrenme süreci. Ve bir öğrenmeme süreci. Çünkü “terörist”in kışkırtıcı dili (“burada en çok teröre yol açan kim?” diye yerleşik bir tepkisi olan benim gibi biri için bile), kendi yolunu benim ruhumda tutuşturdu, insanlıktan çıkaran dumanı kulaklarıma doluyor ve gözlerimi kör ediyor.
Öğrenmeme işi kolay olmadı. Benim soru-işareti arkadaşlarım, İsrail ve Birleşik Devletlere karşı ağzımı her açışımda Hizbullah ve Hamas’ı kınama konusundaki niyetsizliğimin duvarına çarptılar. Ben de duvara çarptım. Olmayan bir simetri iddiasının, “şiddet çemberleri” gibi aşırı sadeleşmiş kavramların duvarına; soru-işaretleri karşıma dikildiğinde bu kavramlara dönmeme zorlayan kendi eğilimimin duvarına çarptım.
Ama ilerleme kaydediyorum, yeni bilgiler arıyor ve buluyorum, dumanları biraz dağıtıyorum. Yadsımaya çalıştığım, yadsımamın öğretildiği bazı kavramlara ulaşıyorum. Ve böylece bir aşk şiiri yazdım. Hizbullah için. Bu aşk, şiir yazdıran aşkların çoğunun aksine, ne gülden ne de latif bir aşk. Çetrefil, işkence edilmiş, bastırılmış, biraz uygunsuz, kesinlikle skandal, kimi zaman da kararsız bir aşk bu. Ama bu, hala aşk. Bugün sevdiğim bir arkadaşım bana şunu söyledi: “Hiç kimse, bir şeyler hissetmeden, bir şeyleri gerçekten öğrenemez.” Bu yüzden, Hizbullah’a, bu şiiri sunuyorum.
İstemesem de Seviyorum Seni
Ecelsiz doğdun kafesli bir hayata
İnsanların bombasız da öldüğü
Sömürgeciliğin armağanı
Açta açıkta şiddetle bilenen
Yüreğin ve dileğin daha da güçlenecek
Beni korkutuyorsun
Sadece korkmam söylendiği için değil
Sadece tekrar, tekrar ve tekrar anlattıkları
Amerikanların Lübnanlılardan
daha kıymetli olduğunu anlatan
1983 hikayesi yüzünden de değil
Bana neden Jihad al Bina’yı asla anlatmıyorlar
Senin ne çok yarattığını
Ne çok hayat kurtardığını
Ne çok iş başardığını
Beni korkutuyor
Kendime itiraf ettiğimde
Sensiz daha da çok korkacağımı
Daha görecek günüm varsa
Açlığında, açığında
Sömürgeciliğin
Yerden gökten fışkıran şiddeti daha da görecek günüm varsa
Korkutuyor beni
Umudumun çetrefilleşmesi
Asla kabullenmek istemeyeceğim eylemlerde
Ama bugünlerde pek uyuyamıyorum
Ve çok uğraştım
Ama
Bana onların dinleyeceği umudunu verecek
Hiçbir şey bulamadım
Tekrar, tekrar, tekrarlıyorlar
Gazze’den çekilişin hikayesini
Pek çok yoldan öldüren
Ve süre giden şiddeti
Görmeyeceğimizi umut ederek
Onu o an destekleyeceğimizi
Ya da sonunda bakmayı keseceğimizi umut ederek
Konuşacak kimse olmayınca
Söz işe yaramaz diye tutturuyorlar
Bir muhatap bulmak zor gerçekten de
Eğer dinlemek istemiyorsanız
Görmek
Duymak istemiyorsanız
Konuşmanın işe yarayacağına nasıl inanabilirsin ki?
Onlar işe yaramaz diye tutturmuşken
Senin sayende umut etmeyi öğreniyorum
Asla kabul edemeyeceğim o olaylardan
Çok daha fazla, seni görmeyi öğreniyorum
Beni şaşırtıyorsun.
Ecelsiz çocuğu kafesli bir hayatın
Sömürgeciliğin yükselttiği
Mahpusluğu doğal saymadın
Açlığı adalet saymadın
Kabul etmedin
Pek çok yoldan aralıksız öldürmesini
Yakınındakilerin
Ya da ırağındakilerin
Sana aşığım
Ama asla senin olmayacağım
Seni içimde istemiyorum
Bana göre çok erkeksin
Ve ben o sesi, isteye isteye, tamamen susturamam:
“Bazı ölümlere onay verdin
Bazıları da dinliyordu o ölenlerin”
İşte bu yüzden, bütün yazı bana soru işaretleriyle bakıyor:
Üzgünüm, ama Hizbullah sayesinde umut etmeyi öğreniyorum
Bu belki de toyluğu
Öyle birinin ki, hayatı doğrudan tehdit edilmemiş asla
Ben hala inanıyorum:
Dünyada görmek istediğin değişimin kendisi olmaya
*Cecilia Lucas, Kaliforniya Berkeley Üniversitesi öğrencisidir.
[Mrzine.org’dan Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]