İsrail devleti 1948’de kuruldu. O gün bugündür, İsrail’de Yahudiler ve Araplar arasında ve İsrail ve komşuları arasında süregelen bir şiddet söz konusudur. Şiddet bazen düşük düzeydeydi ve hatta görünmezdi ve her seferinde şiddet şimdi olduğu gibi açık savaş düzeyine tırmandı. Ne zaman tam anlamıyla bir şiddet patlak verse bunu başlatanın ne olduğu hakkında, sanki önemliymiş […]
İsrail devleti 1948’de kuruldu. O gün bugündür, İsrail’de Yahudiler ve Araplar arasında ve İsrail ve komşuları arasında süregelen bir şiddet söz konusudur. Şiddet bazen düşük düzeydeydi ve hatta görünmezdi ve her seferinde şiddet şimdi olduğu gibi açık savaş düzeyine tırmandı. Ne zaman tam anlamıyla bir şiddet patlak verse bunu başlatanın ne olduğu hakkında, sanki önemliymiş gibi hemen bir tartışma doğmuştur. Şu anda Gazze’de İsrail ve Filistin ve [Lübnan’da] İsrail ve Lübnan arasındaki bir savaşın tam ortasındayız ve dünya, açık savaş halinin düşük seviyeli bir şiddete nasıl indirgenebileceğine dair her zamanki nafile tartışmaya girişmiş durumdadır.
Şu ana kadarki her İsrail hükümeti dünyanın ve komşularının onu bir devlet olarak tanıyacağı ve gruplar arası/devletlerarası şiddetin duracağı bir durum yaratmayı umdu. İsrail bunu hiçbir zaman başaramadı. Şiddetin düzeyinin görece olarak düşük olduğu zamanlarda İsrail halkında hangi stratejinin izleneceği konusunda bir görüş birliği olmadı. Fakat durum savaş düzeyine çıktığında Yahudi İsrailliler ve dünya Yahudileri hükümetin çevresinde toplanma eğilimde oldu.
Gerçekte 1948’den beri İsrail’in temel stratejisi amaçlarını kovalarken iki şeye güvenmek oldu: güçlü bir ordu ve batıdan gelen güçlü dış destek. Şimdiye kadar bu stratejinin güçlendirdiği duygu şuydu: İsrail hala hayatta. Soru bu stratejinin daha ne kadar gerçekten işe yarayacağıdır.
Dış desteğin kaynağı zamanla değişmiştir. 1948’de İsrail’e en önemli desteğin Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki uydularından geldiğini unutuyoruz. Sovyetler Birliği geri çekildiğinde bu rolü Fransa üstlendi. Fransa Cezayir’de bir ihtilalle uğraşıyordu ve İsrail’i Cezayir ulusal özgürlük hareketini alt etmede kritik bir unsur olarak gördü. Fakat Cezayir 1962’de bağımsızlaştığında Fransa yeni-bağımsız Cezayir’le bağlarını sürdürmeyi istediğinden İsrail’i bıraktı.
Tam da bu andan sonra Birleşik Devletler İsrail’e şu anki tam desteğini yöneltti. Bu dönüşümdeki en önemli unsur İsrail’in 1967’deki Altı Gün Savaşlarındaki askeri zaferiydi. Bu savaşta İsrail eski İngiliz mandası Filistin’in tüm topraklarını ve hatta fazlasını fethetti. Bölgede ciddi bir askeri varlık olma yeteneğini kanıtladı. Eskiden dünyadaki Yahudilerin %50’sinin İsrail’in yaratılmasını gerçekten desteklediği durum, bu sayede İsrail ile gurur duyan büyük bir çoğunluğun desteğine dönüştü. Bu, Holocaust’un İsrail ve politikalarının temel ideolojik dayanağı haline geldiği noktadır.
1967’den sonra İsrail hükümetleri asla Filistinliler ve Arap dünyası ile pazarlık etme gereği duymadılar. Tek taraflı düzenlemeler önerdikleri oldu fakat bunlar her zaman İsrail’in sunduğu şartlardı. İsrail Nasır’la pazarlık yapmazdı. Arafat’la da pazarlık yapmazdı. Bugün sözüm ona teröristlerle de pazarlık yapmayacak. Bunun yerine ardışık askeri güç gösterilerine bel bağlamıştır.
İsrail şimdi, Bush’un Irak’ı işgali gibi, kendi açısından felaket bir hatanın içindedir. Bush, bir askeri güç gösterisinin Irak’ta tartışılmaz bir ABD varlığı kuracağını ve dünyanın geri kalanını sindireceğini düşündü. Bush Irak’taki direnişin askeri olarak tahmin edilenden çok daha ürkütücü olduğunu keşfetti ki Irak’taki politik müttefikleri tahmin edildiği kadar güvenilir değildi ve ABD halkının savaşa desteği tahmin edilenden çok daha kırılgandı. Birleşik Devletler Irak’ta küçük düşeceği bir çekilmeye doğru gitmektedir.
İsrail’in yürürlükteki askeri kampanyası tam da Bush’ın Irak’ı işgalinin bir benzeridir. İsrailli generaller Hizbullah’ın askeri gücünün umulandan çok daha ürkütücü olduğunu kaydetmektedir. Zira bölgedeki ABD müttefikleri de Birleşik Devletler’den ve İsrail’den (Irak hükümetinin ve şimdi de Suudi hükümetinin Lübnan’a desteğine dikkat edelim) önemli ölçüde uzaklaşmaktadır ve İsrail halkının desteğinin kırılganlığı da er geç anlaşılacaktır. İsrail hükümeti kara birliklerini Lübnan’a göndermeye şimdiden gönülsüzdür ki bunun en büyük sebebi İsrail’in kendi insanlarının tepkisinin ne olacağını bilememesidir.
İsrail hükümetlerinin anlamadığı şey; ne Hamas’ın ne Hizbullah’ın İsrail’e ihtiyacı olduğudur. İsrail’in onlara ihtiyacı vardır, hem de umutsuzca. Eğer İsrail sonunda bastırılan bir Haçlı devleti olmak istemiyorsa bekasını yalnızca Hamas ve Hizbullah garanti edebilir. Ne zaman ki İsrail bunlarla Filistin ve Arap Milliyetçiliğinin kökü derinlerdeki sözcüleri olarak anlaşmaya varır, o zaman barış içinde yaşayabilir.
İstikrarlı bir barış antlaşması meydana getirmek oldukça güçtür. Fakat İsrail’in şimdiki stratejisinin -kendi askeri gücü ve koşulsuz Birleşik Devletler desteği- ayakları yere sağlam basmamaktadır. Askeri avantajı azalmaktadır ve gelecek yıllarda da sürekli azalmaya devam edecektir. Irak-sonrası dönemde Birleşik Devletler de pekala İsrail’i Fransa’nın 1960’larda yaptığı gibi bırakabilir.
İsrail’in tek gerçek garantisi Filistinlilerinkidir ve bu garantiyi sağlamak için İsrail hayatta kalma stratejisini yeniden düşünmek zorunda kalacaktır.
1 Ağustos
[binghamton.edu adresinden Açalya Temel tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]