Johannesburg, Güney Afrika Nihayet zamanı geldi. Yıllarca süren iç tartışmalardan, kafa karışıklıklarından ve didişmeden sonra, İsrail’e karşı kapsamlı bir uluslararası boykot uygulama zamanı nihayet geldi. Elbette, çeşitli inisiyatifler tarafından zaten ileri sürüldüğü gibi, boykot için on yıllardır geçerli olan nedenler vardı. Ama İsrail’in savaş suçları şimdi öylesine dehşet yaratıyor, aşırılığı öylesine açık, çekilen acılar öylesine […]
Johannesburg, Güney Afrika
Nihayet zamanı geldi. Yıllarca süren iç tartışmalardan, kafa karışıklıklarından ve didişmeden sonra, İsrail’e karşı kapsamlı bir uluslararası boykot uygulama zamanı nihayet geldi. Elbette, çeşitli inisiyatifler tarafından zaten ileri sürüldüğü gibi, boykot için on yıllardır geçerli olan nedenler vardı. Ama İsrail’in savaş suçları şimdi öylesine dehşet yaratıyor, aşırılığı öylesine açık, çekilen acılar öylesine büyük, BM öylesine çaresiz ve uluslararası toplumun İsrail’in tutumunu çevreleme ihtiyacı öylesine acil ve yakıcı ki, küresel eylem olgunlaşıyor.
İsrail’e karşı koordinasyon içinde yürütülecek bir kınama, yaptırım ve boykot hareketi sadece İsrail’in insani yasalara karşı saldırgan eylemlerini ve suçlarını engellemekle kalmamamalı, tıpkı Güney Afrika’da olduğu gibi, bütün Filistin sorununa esin kaynağı olmuş ve hala da olmakta olan ırkçı mantığı da engellemelidir. Boykot kampanyasının bu ikinci hedefi aslında birincil hedefidir.
Boykot çağrıları uzun zamandır özgün suçlardan söz ediyor: İsrail’in Filistinli sivillere yönelik sürekli saldırıları; İsrail’in suikastleri ve bombalamaları ile “tesadüfen” öldürülen siviller açısından yarattığı yıkım; Filistinlilerin ekonomik ve sosyal koşullarının sürekli olarak mahvına yol açması; Filistin topraklarını süre giden biçimde ilhak etmesi ve insansızlaştırması; tutsaklara uyguladığı işkenceler; BM kararlarına ve uluslararası hukuka yönelik ihlalleri; ve özellikle de Filistinli mültecilerin kendi ana yurtlarına dönmelerine izin vermeyi reddetmesi.
Fakat boykot sadece bu pratikleri hedef alamaz. Bunların ideolojik kaynaklarını da hedef almalıdır. Uluslararası topluma yönelik hakiki suç, bu pratiklerin altında yatan ve İkinci Dünya Savaşı sonrası düzeninin temel değerlerini ve normlarını ihlal eden ırkçı motivasyonlardır. Bu ırkçı ideoloji gizli saklı da değildir. Bay Olmert’in kendisi de İsrail’in karşı karşıya olduğu “demografik tehdit” hakkında kamuoyunda defalarca konuştu: Yahudi olmayan çok fazla insanın birgün İsrail vatandaşı haline gelebilececekleri dehşetli tehdidi hakkında. İsrail doktrinine göre, Batı Şeria ve Gazze’nin, tek gerçek suçları Yahudi olmamaları olan milyonlarca insan için açık cezaevleri haline getirilmesini meşrulaştıran da bu “demografik tehdit”tir. Bay Olmert, öteki türlü birbirine karışacak olan bölünmüş bir toprak alanına dayatılan ölümcül Duvar’ın, Arap ve Yahudi cemaatlerini birbirinden ayırması gereğinin güvenlikten kaynaklanmayıp “demografik tehdit”ten kaynaklandığını açıklıkla dile getirmiştir. “Demografik tehdit”, uluslararası dilde hala açıkça kullanımda olan en belirgin biçimde ırkçı terimdir.
Allak bullak hale gelmiş olan bir uluslararası toplum tarafından da gizemli bir biçimde hoş görülmektedir. Fakat bu daha fazla hoşgörülemez. Demografik tehdit hakkındaki Siyonist korku, Arap nüfusun 1948 ve 1967’deki sürgününü başlatmış, Batı Şeria ve Gazze’deki İsrail işgalini yaratmış ve sürdürmüş, Filistinlilere karşı sürdürülen berbat insan hakkı ihlallerine ilham vermiş, Lübnan’a yönelik (Hizbullah’ı yaratan) 1982 saldırısı gibi bölgesel sorunları tırmandırmıştır ve İsrail militarizmi ile saldırganlığının itici gücü olmaya devam etmektedir.
Bu açık resmi ırkçılık ve bunun sonucu olan şiddet, İsrail’i, önceden Güney Afrika’nın başlıca simgesi olduğu aşağılık devletler sınıfına sokmaktadır. Her iki ülkede de, ırkçı milliyetçi mantık yerli halka işkence etmiş ve onları aşağılamıştır. Aynı zamanda düzenli bir biçimde, her iki rejimin de kaba ve amansız saldırılarına yol açarak, (“demografik tehditlerle” tıkabasa dolu olan) kendi çevrelerini istikrarsızlaştıran bir biçimde yaygınlaşmaktadır.
Bitmek bilmez bir kurban olma duygusu yaratarak, organik Afrikaner/Yahudi uluslarını ve böylesine soylu bir biçimde temsil ettiklerine inandıkları beyaz/batılı uygarlığı sulandırma tehdidinde bulunan yerli sürülerini ezme ahlaki yetkisine sahip olduklarını varsaymaktadırlar. Güney Afrika’daki aşağılanmış beyaz toplum nihayet bu miti sona erdirdi. İsrail ona hala yapışmaktadır. Bu mit şimdi İsrail’i, Hizbullah’ı ortadan kaldırmak ve belki de, İran’a yönelik saldırının önünü açmak için, Lübnan’ı toza dumana boğma noktasına getirdi. Tüm Arap dünyasından gelen barış önerileri çöp muamelesi görerek bir kenara atılıyor. Orta Doğu bir kez daha kaos ve kargaşaya sürükleniyor çünkü, normal bir varlık hali; barış, tam demokrasi durumu, kendi etnik/ırkçı karakterini muhafaza etmesini sağlayan inkarcılığı sürdürmesi gereken; komşularını, sürekli olarak toprak ilhak etmesini meşrulaştırmak için bir varlık tehdidi olarak görmesi ve onlara böyle muamele etmesi gereken bir rejim için yasaklanmış olan şeylerdir.
Bu insafsız ırkçı doktrin neden böylesine uzun bir süre ayakta kaldı, neden her yıl milyarlarca ABD doları ile ödüllendirildi? Nedenlerini biliyoruz. Çoğu Batılı için, İsrail’in Yahudi karakteri, İsrail’in sürekli olarak saldırı altında olduğu iddiasıyla ilgili sezgisel duyarlılığı oluşturmak üzere Soykırım efsanesiyle çakıştırılmaktadır. İslama yönelik derin köklere sahip olan Yahudi-Hıristiyan tek yanlılığı, İsrail’in çoğunluğu Müslüman olan kurbanlarını şeytanlaştırmaktadır. Araplara (kara derili yerlilere) yönelik Avrupalı ırkçı önyargı, onların maddi yıkımını insani açıdan daha az önemli hale getirmektedir. “Kutsal Topraklar” hakkındaki naif Hıristiyan vizyonu İncil’in topraklarındaki Yahudi yönetimini nötralize etmektedir. Vecde gelmek ve Kıyamet hakındaki salakça Hıristiyan evangelik kavramları Yahudi yönetimini (bu nahoş anlatıya göre Yahudiler daha sonra kızartılacak olsalar da) Mesih’in geri dönüşünün ve Son Binyıl’ın gereği saymaktadır.
Uluslararası eylemi engelleyen bütün bu kavramlar ve önyargılar, artık bir tarafa atılmalıdır. İsrail’in çarpılmış öz imgesi ve ırkçı doktrinlerinin kaba mantığı şimdi çarpıcı gerçeklik tarafından tüm kafa karışıklıkların ötesinde ifade edilmektedir: bir zamanların şirin Lübnan köylerinin enkazı: çocuklarını taşıyan ve düşkün büyüklerini delik deşik olmuş yollarda taşırken İsrail hava saldırılarından kaçmaya çalışan bir milyon çaresiz insan; yıkılan binaların tozlu bodrumlarından çıkartılan çocukların parçalanmış bedenleri. İsrail’in ulusal doktrininin gerçekleri, ırkçı dünya görüşünün doğrudan ürünüdür bunlar. Bu durum herkesi tehdit etmektedir, sona ermelidir.
Kampanyanın Tasarlanması
Bir boykot kampanyası hakkında birçok tartışma yapılıyor, ama bu tartışma şimdiye kadar bazı hevesli ancak yalıtılmış grupların ötesine geçemedi. Çalışmalar bildik zor sorulara, örneğin boykotun İsrail’in sınır tanımaz insan hakkı ihlallerini reddetmek bakımından ahlaki olarak zorlayıcı olup olmayacağı ya da İsrailli forumlarla kurulan yaşamsal ilişkilere sekte vurup vurmayacağı ya da uluslarası hukuk hakkındaki ilkeli bir savunmanın “dengeli” olmaya yönelik (sahte) çağrılarla beraber ölçülü hale getirilip getirilmemesi gerektiği yolundaki sorulara takıldı. Özellikle, son tartışmalar akademik boykot çağrılarına odaklandı. Bu konudaki kaygılar, biraz dar olmakla birlikte, anlamlıdır.
Üniversiteler yaşamsal bağlantılar ve işbirliği, tartışma ve yeni düşünceler için alanlar sunmaktadır. Bazıları, bu tür forumlar ve onların entelektüel alışverişi olmaksızın, farklı bir geleceğe yönelik çalışmaların muhtemelen sakatlanaca
ğını ileri sürmektedirler.
Fakat bu tezler İsrail üniversite fakülteleri mevcut savaşı kabaca desteklerken, güney Lübnan köyleriyle birlikte infilak etmektedir. Ilan Pappé ‘nin sürekli olarak ileri sürdüğü gibi, İsrail’in üniversiteleri aydınlanmış düşüncenin forumları değildir. Onlar ırkçı Siyonist mantığın ve pratiğin yeniden üretilme beşikleridir. İşgal rejimini savunan ve onun kanguru gibi karnında taşıdığı “mahkemeleri” savunan hukukçuları; Filistin toprakları üzerindeki yerleşimleri inşa eden planlamacıları ve mühendisleri; bu yerleşimleri teşvik eden yardımları tasarlayan ve uygulamaya koyan iktisatçıları ve maliyecileri; Filistin su kaynaklarının ele geçirilmesini kolaylaştıran jeologları; işkence görenleri yeniden işkence görmeleri için iyileştiren doktorları; kendi geçmişleriyle ilgili resmi hattı muhafaza ederken ulusal toplum duygusu yaratan tarihçileri ve sosyologları; ve bütün bunları (en azından yerel olarak) ahlaki hale getiren milliyetçi eserleri oluşturan şiirleri, oyun yazarlarını ve romancıları yetiştirmektedirler.
İsrail’deki üniversitelerdeki Yahudi İsrailli akademisyenlerle karşılaşmış olan bizim gibileri, aralarında oldukça liberal olanların da bulunduğu büyük çoğunluğunun bütün bunlara el veren tuhaf ve eşsiz bir kurgular baloncuğu içinde hareket ettiklerini görmüştür.
Çoğu, Filistinlilerin yaşamı, kültürü ya da deneyimleri hakkında hiçbir şey bilmiyorlar. Yanı başlarındaki tepenin arkasındaki insanları ezmekte olan işgal ve onunla ilgili hakikatler hakkında da tuhaf biçimde çok az şey biliyorlar. İnkarcı Arafat, terörist Hamas ve kibar Abas hakkındaki kaba normları yalayıp yutmuş durumdalar. Özel yanılsamalar zerkedilmiş olan bir dünyada, gerçek olmayan faktörler ve kurgusal olaylar hakkında saçma sapan konuşuyorlar. Varsayımlarını anlamaya çalışmak, kendileri de tuhaf bir cehalet ve fantezi aleminde yaşamakta olan Bush yönetiminin neo-conlarıyla Ortadoğu hakkında konuşmaktan daha üretken bir şey değil. Birkaç cesur ve kuşatma altındaki can bir yana, İsrail üniversitelerinin dünyası işte bu. Bu durum değişmesi gerekene kadar; yani kendisini yeniden üretmesi engellenene ve kendi kendisine yönelik bu aldatmacaları çok fazla göze batar bir hale gelene kadar da, değişmeyecek.
Gerçek Amaç: Zihinleri Değiştirmek
Üniversiteler İsrail Yahudi toplumunun bir bütün olarak içinde yaşadığı köpükten dünyayı temsil ediyor ve yenider üretiyorlar. Ve kimse kendi köpüğünü kendi isteğiyle terk etmez. Güney Afrika’da, Afrikanerler de dışsal yaptırımlar ve ulusal ekonominin yıkımı, bu mitlerin yeniden düşünülmesini zorunlu hale getirene kadar kendi köpüklerine; tarih, uygarlık ve ırk hakkında kendi kendisini temize çıkartan mitlerine sarılmışlardı. Bunları terk etme konusundaki direnişleri, ırkçı olmakla birlikte, tamamen kör döğüşünden ibaret değildi.
Birçok iyi ve iyi niyetli Afrikaner kendilerine verili fikirler olarak sunulmuş olan ve gerçekliklerini biçimlendiren düşünceler hakkında yeniden düşünmeleri gerektiğine hiç de inanmıyorlardı. (Burada değerli bir Afrikaner arkadaş Güney Afrika’daki ırk ayrımcılığı rejimi sırasındaki yaşamını, adamın birisinin bilmeden, küçük bir kasaba gibi tasarlanmış olan bir televizyon şovunda yaşadığı Truman Show filmine benzetiyor). Gerçeklikleri tuzla buz olduğunda, birden bire kimse daha önce bunlara inandığını ya da destek verdiğini kabul etmedi. Siyonist dünya görüşü daha da karmaşık bir sistem.
Yahudilerin toprak hakkına sahip oldukları ve Filistinlilerin sahip olmadığı top yekun mitsel bir dünyayı yaratmak üzere her türlü tarihsel ve coğrafi ayrıntı sunuluyor. Bu tıpkı 1930’larda antik Arap yerleşimlerini silmek ve bunların yerine İbrani referanslarını ikame etmek için Siyonist hareket tarafından dikkatle çizilen İbranileştirilmiş haritalarda olduğu gibi tamamıyla bilinçli bir kurgu. Aynı zamanda çok da esnek. “Yeni tarihçiler” 1948 ve 1967’nin kutsanmış ulusal tarihsel anlatısını sergilediler, ama aynı kurgular hala devlet organları tarafından İsrail ve diaspora Yahudilerinin kendi cehaletlerini ve kendi davalarının doğruluğuna olan inançlarını doğrulamak üzere kullanılıyor.
Böylece İsraillilerin büyük çoğunluğu kendi Truman Showlarında rahat rahat yaşıyorlar ve herhangi bir basınç ya da eleştiriyi bile bunu doğrulamak için kullanıyorlar. Kampanyanın başarısı için İsrailli Yahudiler arasında, aslında nükleer güce sahip olan İsrail’in, sınırından katyuşalar gönderen bir gerilla grubunun yarattığı yaşamsal tehdidin hedefi olduğuna dair samimi inançları yansıtan bir biçimde, Lübnan’a yönelik bugünkü felaket saldırıya verilen ezici destekten daha belirgin bir kanıta ihtiyacımız yok. Gözlemcilere şaşırtıcı gelen bu inanç hem ağırbaşlı hem de emredici bir inançtır.
Böyle bir dünya görüşü içinde demlenmiş olan insanları kavramları, tarihsel mitleri ve en yüksek çıkarları hakkında yeniden düşünmeye zorlamak iki çabayı gerektirir: (1) Ciddi bir dış basınç: İsrail’in vatandaşlarının ve şirketlerinin bekledikleri ve aynı zamanda da kendilerine dair besledikleri ilerici öz imgelere eşlik eden ekonomik standartları sürdürme kapasitesinin altını oyan kapsamlı bir boykot; ve (2) boykotun, İsrail’de de tıpkı Güney Afrika’da olduğu gibi, bu topraklar üzerinde yaşayan, antik kültürleri burada ortaya çıkmış olan Filistinliler ve burada bir ulusal toplum kurmuş olan Yahudi nüfusu da dahil herkes için tam eşitlik, insanlık onuru, güvenlik ve refahının sağlanması biçimindeki amacına açık ve tereddütsüz bir bağlılılık.
Bu bileşim yaşamsaldır. Başka hiçbir şey işe yaramaz. Diplomasi, tehditler, ricalar, “barış süreci” aracılıkları, bunların tümü dışsal baskılar İsrail’in tüm Yahudi nüfusunu kendi dünyalarını yeniden düşünmek gibi zorlu bir görevi üstlenmeye zorlamadığı sürece faydasız olacaktır. Bu basınç dünyanın kullanabileceği tüm boykot, yaptırım ve tecrit biçimlerini gerektirir. (Güney Afrikalı entelektüel Steven Friedman herhangi bir kurulu yerleşimci-sömürgeci rejimi dize getirmenin tek yolunun onu kar mı kimlik mi sorunuyla karşı karşı bırakmak olduğunu alaycı bir biçimde hatırlatıyor. Karlar diyor, her zaman galip gelecektir.)
Ne Hedeflenmeli?
İyi ki, Güney Afrika deneyiminden, nasıl ilerleyebileceğimizi ve güç kazanmak için hangi stratejileri kullanacağımızı biliyoruz. Bir uluslararası boykot kampanyasının temel yöntemleri biliniyor. Birincisi, herkes kendi dolaysız çevresinde çalışmalıdır. İnsanlar meslektaşları, üniversiteleri, şirketleri, kulupleri ve kiliseleri aracılığıyla İsrail’e yatırım yapan şirketleri tecrite zorlayabilirler.
Herhangi bir İsrail takımına ev sahipliği yapan tüm spor olaylarını boykot edip, bu olayları planlayanlarla bu takımların dışlanması için çalışın. Hiçbir İsrail kültürel olayını, film, oyun, müzik, sergi ziyaret etmeyin. İsrailli meslektaşlarla, ırkçılık karşıtı etkinlikler haricinde işbirliğinden kaçının. Çalışmaları dolaysız biçimde ırkçılık karşıtı etkinliklerle ilgili değilse herhangi bir konferansa ya da araştırmaya katılması için hiçbir İsrailli akademisyeni ya da yazarı davet etmeyin ve panellerine gidip kitaplarını satın almayın. Irkçılık karşıtı etkinlikler haricinde İsrail’i ziyaret etmeyin. İsrail’de üretilmiş hiçbir şeyi satın almayın: zeytinyağı, portakal ve giysilerin etiketlerine bakmaya başlayın. İnsanlara neyi neden yaptığınızı anlatın. Tartışma grupları oluşturun.
Değişik fikirler ve ittifaklar bulmak için dünyanın
dört bir yanında yayılmakta olan “İsrail’i boykot et” ve “İsrail’e karşı yaptırımlar” gibi başlıkları internette arayıp bulun. Önemli kiliseler gibi bu ittifakları bilip insanlara anlatın. Daha fazla fikir almak için, Güney Afrika boykotunun tarihi hakkında okuyun. İkincisi, boykot yerine “diyalog” öneren liberal Siyonist alternatiflerle sersemlemeyin. Eğer geçen yarım yüzyıldan herhangi bir sonuç çıkaracaksak, bu, boykot olmadan diyaloğun hiçbir yere varmayacağıdır. Ve yine İsrail’in şöyle ya da böyle yaparlarsa Filistinlilere devlet kurma hakkını tanıyacağı yolundaki liberal Siyonist tezlerle sersemlemeyin. İsrail şu anda Filistindeki tek egemen güçtür: Filistinlilere bırakılmış olan parçalardan devlet yapılamaz.
Şimdi sorun tek bir devlet olup olmadığı değil, bunun nasıl bir devlet oldugudur. Mevcut devlet çeşidi ırk ayrımcıdır ve bu durum değişmelidir. Elde edilmesi ne kadar zor ve Yahudi İsrailliler açısından ne kadar korkutucu olursa olsun, tek adil ve istikrarlı çözüm tam demokrasidir.
Üçüncüsü, boykota karşı muhalefetin Güney Afrika’ya uygulanmış olan boykot karşısındaki muhalefetten daha yüksek sesli, daha kısır ve daha tehlikeli olmasına hazırlanın. Somut belgesel olguları okuyup biriktirin. Birbirinizi kaçınılmaz anti-Semitizm suçlamalarına karşı yüksek sesle ve açıktan destekleyin. Ve bu suçlamalara kendi yayınlarınızda yanıt verin. Haber yayınlarına yazılar yazın ve “İsrail medya ekiplerinin” kimlerden oluştuğunu açıklayın. İsrail yanlısı etkinlikler büyük bir çoğunlukla dolaysız biçimde İsrail hükümetinin propaganda araştırma programlarının ürünleridir. Bu olguyu aydınlatın. Gazeteler, radyo istasyonları ve televizyon haber forumları üzerindeki baskılarını altedecek ekipler oluşturun. Kamusal tartışmalara hakim olmalarına ya da tartışmacıları ürkütmelerine izin vermeyin. Amacınızın İsrail-Filistin’de yaşayan herkesin, İsrail’in milyonlarca Yahudi vatandaşı da dahil, insanlık onuru ve haklar bakımından tam eşitliğini sağlamak olduğunu yüksek sesle söyleyerek, özel anti-Semitizm suçlamalarını haksız çıkartın ve bunda içten olun. Nihayet, boykotun misyonunun ilkelerine sadık kalın. Kendi hareketinizde de en ufak bir anti-Semitizm belirtisine izin vermeyin. Yahudi karşıtı ırkçılar da bu tür kampanyalara arılar gibi üşüşeceklerdir. Boykot hareketinin altını boşaltır, onu zayıflatır ve mahvederken enerjisinizi boşaltacak ve emeceklerdir. Bazıları ise, bunu son derece dikkatle yapacak olan Siyonist öğelerdir. Fikirlerini değiştiremediğinizde (ki bunun izin zaman harcamayın, çünkü vaktinizi alıp enerjinizi kurutacaklardır) onları teşhir edin, dışlayın, görmezlikten gelin ve onlarla hiçbir ilişki kurmayın. Onlar barışçıl bir geleceğin müttefiki değil düşmanlarıdır; sorunun çözümü değil, parçalarıdır.
Hegemonu Boykot Edin
Şimdi zaman ABD’ye de uluslararası basınç uygulama zamanı. Bugün Birleşik Devletler’e karşı etkili bir boykot uygulamak imkansız, çünkü ürünleri hayatımızda çok fazla yer kaplıyr. Ama simgesel ABD ürünlerine, büyük şirketlerine karşı bir boykot başlatmak mümkün. Coca Cola, MacDonald’s, Burger King ve KFC gibi, dünya çapındaki hükümetlere anti demokratik baskılar uygulayan büyük küresel tüketim mallarını boykot etmek özellikle kolay. (Coke, çirkin tekelci pratikleri sayesinde, gelişmekte olan ülkelerde önemli bir oyuncu durumunda; bakınız örneğin http://www.killercoke.org.) Bu yiyecekleri çok özleyeceğinizi mi düşünüyorsunuz? Lübnan’daki insanların başlarına gelene kıyasla, belirli bir süre başka bir şeyler tüketmek çok büyük bir fedakarlık mı? Bir de bu biçimde destek vereceğimiz yerel ürünleri düşünün! (Ve nasıl sağlıklı olacağınızı.)
ABD’de bu tür önlemlerin etkileri küçük olabilir. Ama Afrika’da, Latin Amerika’da, Avrupa’da ve Arap ve İslam dünyalarında, bu ünlü markaların boykot edilmesi ulusal çapta yaygınlaşabilir ve bunların şirket karları üzerinde önemli bir etkisi olabilir. ABD şirketlerinin ABD dış siyaseti üzerindeki etkilerini hiç küçümsemeyin. Tutarlı bir etkide bulunan tek kurum onlardır. Her zaman ama her zaman hedefinizi ve vizyonunuzu akılda tutun. Lübnan’daki yıkımdan kaynaklanan öfke ve nefret, öç almaya ve intikama değil ilkeli bir eyleme kanalize edilmelidir. İşgale karşı silahlı mücadelenin (siviller öldürülmeksizin) doğru dürüst yürütüldüğünde meşruiyetini koruyacak olması, işin kilit kavramıdır. Ancak her türlü çabanın hedefi, herkesin güvenliğinin sağlanması, daha barışçıl bir geleceğin inşası olmalıdır. Ahlaki öfkemizin tam ortasında yüksek bir yol tutturmak oldukça zor. Ancak bu meydan okuma her üç tektanrılı dinin inananları için olduğu gibi, insan hakları savunucuları için de tanıdıktır. İslam bunu “büyük cihat”, kalbin mücadelesi olarak kabul eder. Bu hep birlikte savunmamız gereken bu çabanın yol gösterici ışığı olmalıdır.
Virginia Tilley Güney Afrika’da yaşayan bir ABD vatandaşı ve The One-State Solution: A Breakthrough for Peace in the Israeli-Palestinian Deadlock (University of Michigan Pres and Manchester University Press, 2005) kitabının yazarı. [email protected] adresinden kendisine ulaşılabilir.
Kaynak: 4-5 Ağustos 2006, CounterPunch’tan sendika.org tarafından çevrilmiştir.