İki büyük durum değişikliği 15 güne sığdı. İsrail Lübnan’a girdi; TSK’nın kurmay kademesinde belirgin bir Özel Harp egemenliği oluştu. Ortadoğu savaşı giderek genişlerken, ABD, Türkiye egemenlerini kendi stratejik çıkarlarına iyiden iyiye “iliştirdi”. Bölgede İran dışındaki bütün petrol ve doğal gaz geçişlerini kontrol ettiği bir koalisyonu toparlama yönünde ciddi bir ilerleme kaydetti. Bakü-Tiflis-Ceyhan-Hayfa boru hattı bu […]
İki büyük durum değişikliği 15 güne sığdı. İsrail Lübnan’a girdi; TSK’nın kurmay kademesinde belirgin bir Özel Harp egemenliği oluştu.
Ortadoğu savaşı giderek genişlerken, ABD, Türkiye egemenlerini kendi stratejik çıkarlarına iyiden iyiye “iliştirdi”. Bölgede İran dışındaki bütün petrol ve doğal gaz geçişlerini kontrol ettiği bir koalisyonu toparlama yönünde ciddi bir ilerleme kaydetti. Bakü-Tiflis-Ceyhan-Hayfa boru hattı bu koalisyonun omurgası oldu. Koalisyonun yerli ortakları Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan ve Türkiye, büyük patronları ise ABD, İngiltere ve İsrail. “Ortak vizyon”, bu ortaklığın güvenlik vizyonundan başka bir şey değil. Kimsenin kuşkusu olmasın ki İsrail’in Lübnan’a saldırısı bu güvenlik vizyonunun bir parçasıdır. Yani, Türkiye egemenlerinin 1 Mart’taki gibi bir “tercih belirsizliği” yok. ABD, işi sıkı tuttu, Türkiye egemenlerini ekonomik, politik ve askeri düzeydeki kapsamlı tehdit ve çıkar operasyonlarıyla bu sürece angaje etti.
Daha saldırının ikinci gününde Erdoğan’ın Türkiye’nin “uluslararası güçte görev alabileceği” açıklaması, AKP hükümetinin “cellat”ın yanında “imam” olmaya hazır olduğunu gösterdi. Ama ABD ve İsrail, duadan daha fazlasını istiyor; Hizbullah’ın silahsızlandırılması ve Lübnan topraklarının İsrail adına işgal edilmesinde Türkiye’nin de görev alması.
Genelkurmay atamaları Türkiye egemenlerinin köklü stratejik tercihlerle yüzyüze geldiği bu günlerde kararlaştırıldı. Büyükanıt Genelkurmay Başkanı olurken, Genelkurmay heyeti, NATO istihbarat birimlerinden geçerek “uluslararası deneyim” kazanmış, güçlü bir ekip ilişkisi içinde olan bir Özel Harp kadrosuyla oluşturuldu. Böylece ABD ile “ortak vizyon”un gündelik harekat planına dönüştürülebilmesi için “tam yetkili” bir muhatap ortaya çıktı. Amerikancılığı tartışma götürmez olan bu ekibin ABD ile yaptığı pazarlık, PKK’nin Irak’taki varlığının ortadan kaldırılması ve Türkiye içinde PKK’yi ezme girişiminde, ABD’nin Türkiye’de gelişecek sertlik ortamını AB ve uluslararası kamuoyu nezdinde “makul bir süre” desteklemesi üzerine oturdu.
ABD’nin vaadi ise, K.Irak’ta PKK’yi sınırlamaktır. Basında “PKK’yi Tasfiye Planı” olarak ifşa edilen planın ilk adımında Kürt yönetimi K.Irak’taki iki PKK bürosunu kapattı. Bu arada kimi PKK liderlerine dönük “paketlenme” haberleri medyada yer aldı. PKK yöneticilerinden Ramazan Toptaş K.Irak’ta “sivil” bir saldırıyla öldürüldü. T.C. devletinin Kandil dağındaki kampın tasfiye/daraltılma sürecinde K.Irak’ı PKK yöneticileri için güvenli olmayan bir bölge haline getirmeyi hedeflediği görüldü. Diğer yanda, örtük ya da açık af konusu basında yer almaya başladı.
Zaten bir süre önce 250 bin asker Irak sınırına yığılmıştı. Bölgede fiili bir Olağanüstü Hal ortamına geçiş için gerekli atmosfer oluşturulmuştu. Ardından Terörle Mücadele Yasası çıkartıldı. Son günlerde de bölgede operasyonlar ve tutuklamalar yaygınlaştı. Özgür Gündem gazetesi ve Özgür Halk dergisi kapatıldı. Devrimci muhalefete yönelik şiddet de yavaş yavaş artmaya başladı. PKK’nin savunma taktiği ise, gerilla eylemlerini yoğunlaştırmak oldu.
Bu gelişmelerle birlikte; devlet iktidarında oluşturulan yeni diziliş, AKP hükümetiyle ordu arasındaki iktidar mücadelesinin güçlü bir Amerikancılık zemininde sınırlanacağını düşündürtmektedir.
Yeni Genelkurmay’ın ilk icraatı, yeni bir “çuval vakasına” dönüştürülmek istenen İncirlik’teki Türk Binbaşı’nın tutuklanması hadisesinin önünü kesmek oldu. Genelkurmay ABD ile ilişkilerde bir kaza olmaması için hassasiyetini sergiledi ve hızlı davranarak Binbaşı’nın haksız olduğunu açıkladı. Kısacası, ordudaki yeni “şahin” komuta kadrosunun “ulusalcı yönelimler” içinde olacağını bekleyenler de fena halde yanılacak gibi görünüyor.
Bu mücadelenin bir sonraki aşaması Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci olacaktır. Genelkurmay, öncelikle iç politikaya müdahale gücünü artırmayı hedefleyecek ve fiili bir Olağanüstü Hal atmosferini zorlayacaktır. İkinci olarak, Cumhurbaşkanlığı’nın, bir yandan devlet iktidarının iç dengesini muhafaza edebilecek, diğer yandan ABD ile “ortak vizyona” uygun bir isimle doldurulmasını isteyecektir. Ordunun bu iki politikası da Kürt sorununu ön planda tutan manipülasyonların önümüzdeki dönemde sürekli gündemde olacağını göstermektedir. AKP’nin de bu zorlamalar karşısında bir adım geri çekildiği anlaşılıyor.
Öte yandan, AKP kendi seçmen kitlesi üzerinde giderek artan bir düş kırıklığı yaratmaktadır. Son olarak fındık üreticilerini isyan ettiren tarım politikaları; sağlıkta giderek büyüyen yıkım; beklenenin iki katı enflasyona karşın ücretlerin yerinde sayması ve kamunun tasfiyesinin yarattığı toplumsal yıkım olguları, AKP’nin Türk-Sünni-çalışan sınıflar içindeki kredisini tükenme noktasına doğru götürmektedir.
Yükselen bu toplumsal tepkiler üzerinden sağa karşı sağ tahterevallisi yeniden kurulurken, egemen sınıflar DYP’yi parlatmaktadır. AKP hükümeti artacağını hissettiği toplumsal tepki oylarını dağınık tutabilmek için seçim barajının düşürülmesi ve Türkiye milletvekilliği gibi düzenlemelerden söz etmeye başlamıştır.
Bunlara karşın, AKP’nin yıpranma sürecine ters yönde etki eden olgular da bulunmaktadır. Otoriter-milliyetçilerin komploları halkta tepki yaratmaktadır. AKP hükümetinin vaatlerinin hiçbirini gerçekleştirememesine karşın yaşanan muhalefet boşluğu kısmen bu tepkinin de ürünüdür. Diğer yandan, ABD ve İsrail’in katliamlarına karşı gelişen toplumsal tepki, İslami direnişin de etkisiyle, Türkiye’deki siyasi İslam kanallarına yönelmekte bundan da AKP yararlanmaktadır.
Eksiklik soldadır. Ülkemizin “sol” politik merkezleri sol politikalar geliştirememektedirler. Sol yelpaze, “Liberal sol”, “Militer sol”, “Milliyetçi sol” gibi “sol” ile bir arada telaffuz edilemeyecek sıfatlarla tanımlanmaktadır. Liberal solcular, Amerikancı-ılımlı İslamcıların; militer solcular CIA artığı silahlı-şeriatçı örgütlerin; milliyetçi solcular ordu ve eklentilerinin kuyruğuna takılan politikalar üreterek sürekli zayıflamaktadırlar.
Dünyanın hemen her yerinde ABD/İsrail vahşetine ve neo-liberal yıkım politikalarına karşı tepkiyi sol örgütlemektedir. Ortadoğu’da dahi, sol bir damar giderek gelişirken Türkiye’de bu alanı İslamcıların kaplaması, solun etkisiz girişimlerle yetinmesi; tarımsal yıkım politikalarının karşısındaki köylü isyanları, dünyanın her yerinde sola yönelirken, Türkiye’de sağ partilere yönelmesi; dünyanın her yerinde ezilen halk hareketleri emperyalizme karşı mücadeleyi yükseltirken, Türkiye’de Kürt ulusal hareketinin emperyalizmden medet umması tamamen Türkiye’ye özgü bir durumdur.
Bölgemizdeki bu altüst oluş süreci Türkiye sosyalist hareketini de yeni bir saflaşmaya doğru sürüklemektedir. Bugünün devrimciliği, bu saflaşma sürecinden, ezilen sınıfların toplumsal tepkilerini solla buluşturan somut politikaların üretilmesi ve hayata geçirilmesinden başka bir şey değildir.
Önümüzdeki bir-bir buçuk yıl, egemenler açısından peş peşe yaşanacak seçimlere endeksli bir zaman dilimidir. Egemenlerin tüm kesimleri yakın dönem politikalarını bu bir-bir buçuk yıla göre yapmaktadırlar. Bu süreçte, daha orta ve uzun vadede oluşacak son derece köklü değişimlere dair sadece hazırlık veya giriş niteliğinde uygulamalarla yetinmektedirler. Kapsamlı uygulamalar için bu seçimler sürecinin atlatılmasını beklemektedirler. Devrimciler de önümüzdeki yakın
dönem programlarını bu somut gerçeklik üzerinden oluşturmalıdır.
Bu koşullar çerçevesinde, egemenler arasındaki Amerikancı gericilik ile Amerikancı otoriter-milliyetçilik arasındaki gerilimleri barındıracak olan önümüzdeki aylarda bağımsız bir sol çizgi dört ana tema üzerinden gelişebilir ve birikim oluşturabilir:
1) Savaşa ve asker göndermeye karşı muhalefeti eksen alan anti-emperyalist bir çizgiyi hızla geliştirmek, 2) Kamunun tasfiyesine ve yoksullaştırma politikalarına karşı mücadeleyi, “Parasız ve nitelikli eğitim hakkı”, “Parasız sağlık hakkı”, “Barınma hakkı”, “Ulaşım hakkı” gibi pozitif hak mücadeleleriyle örtüştürmek, 3) Kürt sorununda demokratik çözüm hedefleyen ırkçılık karşıtı bir mücadele yürütmek 4) Bu sorunlar karşısında demokrasi mücadelesini yükseltmek.
Hızla bu dört ana tema üzerinden orta vadeli bir program oluşturulmalı ve bu program doğrultusunda kişi kişi, ev ev, sokak sokak yürütülecek bir seferberliğe girişilmelidir.
Bu yazı ilk olarak Halkın Sesi Gazetesi’nin 9. sayısında yayınlanmıştır.