Ortadoğu’nun karmaşık siyasal ve toplumsal yapısı üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan gazeteci-yazar Faik Bulut ile Lübnan’da koşullanacak BM Barış Gücü’nü, Hizbullah Lideri Nasrallah’ın ‘anti-emperyalist cephe’ çağrısını ve Türkiye’nin sınır ötesi operasyon planlarına ilişkin konuştuk. BM’nin kararı doğrultusunda İsrail 34’ncü günden sonra geri çekilmeyi kabul etti. Bundan sonra neler olabilir? BM kararı stratejik savaşı durdurucu bir karar […]
Ortadoğu’nun karmaşık siyasal ve toplumsal yapısı üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan gazeteci-yazar Faik Bulut ile Lübnan’da koşullanacak BM Barış Gücü’nü, Hizbullah Lideri Nasrallah’ın ‘anti-emperyalist cephe’ çağrısını ve Türkiye’nin sınır ötesi operasyon planlarına ilişkin konuştuk.
BM’nin kararı doğrultusunda İsrail 34’ncü günden sonra geri çekilmeyi kabul etti. Bundan sonra neler olabilir?
BM kararı stratejik savaşı durdurucu bir karar değildir. BM’nin 701 No’lu kararı ciddi boşluk içeriyor. Kararda İsrail-ABD lehine gizli maddelerin olduğu iddia ediliyor. Bu karar uzun süre geçici bir ateşkes durumu yaratabilir. Fakat ne Lübnan’ın içindeki dengeleri, ne de bölgedeki dengeleri tatmin edici olamaz. Şu an kestiremeyeceğimiz bir tarihte çatışmalar yeniden başlayabilir ve bu çatışmalar sadece Hizbullah-İsrail ile sınırlı kalmayabilir. Lübnan’ın kendi iç dengeleri açısında bir karışıklık ve çatışma süreci olabilir. Daha genel konsepti düşünürsek İran’la ABD arasında bir çatışma süreci başlayabilir. İran derken; Hamas-Hizbullah-Suriye- diğer tarafta ise, İsrail-Fransa-ABD kimi Avrupa ülkeleri de bu çatışmaya katılabilir. İsrail’in geri çekilmesi ‘Bölgedeki çatışmaların birinci aşaması bitti’ diye tanımlasak daha doğru olur.
2 askerinin kaçırılması gerekçesiyle Lübnan’a saldıran İsrail, binlerce sivili öldürmesine rağmen askerlerini alamadı. Bu savaştan sizce kim kazançlı çıktı?
Aslında herkes kazandı, herkes kaybetti demek mümkün. Bu savaşın galibi, mağlubu yok. İsrail açısından bakıldığında ABD’yi, Avrupa’yı yanına aldı. BM’nin kararını da önemli bir destek olarak yanına çekti. BM’nin kararı bir anlamda Batı’nın ve İsrail’in siyasi diplomatik zaferi olarak görülebilir. Ama diğer taraftan bakıldığında İsrail başarılı değil. Her şeyden önce İsrail-Hizbullah ile girdiği hiçbir savaşta bu kadar asker, sivil ve askeri araç kaybetmemişti. İkincisi, İsrail ordusu 2000 yılında Hizbullah’a yenilerek geri çekilmek zorunda kalmıştı. İsrail bunun intikamını almak istiyordu, bu da gerçekleşmedi. Dikkat edilirse sürekli havadan vurdu. Çünkü İsrail’in Genelkurmay Başkanı havacı; kara savaşından pek anlamıyor. Kimse bu noktaya pek dikkat etmedi. Düzenli ordu ile vur kaç taktiği uygulanamaz. İsrail askeri olarak başarısız oldu.
Bahsettiğiniz bu ‘başarısızlık’ durumunun Olmert hükümetine etkisi ne olur?
Hükümetten hesap soracaklar. Meclis Komisyonu iki nedenle soruşturma açacak. Birincisi bu ordu niye bu kadar başarısız diyecekler. Ayrıca, İsrail ordusunda üst rütbelilerin mali skandallara karışma durumunu da soruşturacaklar. İsrail’in kendi vatandaşlarına ‘Biz sizin hayatınızı ne bahasına olursa olsun koruruz’ şeklinde verdiği söz vardı, ama koruyamadı. İsrail’in kuzeyi savunmasız durumda kaldı. Bu da İsrail’in güvenlikle gerekçelendiren konseptinin çökmesi anlamına geliyor. Manevi açından da görüldü ki; dünyanın en önemli savaş makinalarından sayılan İsrail ordusu bir kazanım elde edemedi. Bu ordu geçmişte Arap-İsrail savaşı sırasında, Arapları korkutmuştu. Fakat İsrail ordusunun Hizbullah karşısındaki durumu, Arap dünyasına moral verdi. Bu durum Hizbullah’ı bir Şii örgütü olmaktan çıkarıp, Arap-İslam dünyasının deyim yerindeyse silahlı öncü bir gücü konumuna getirdi. Bu açıdan Hizbullah İsrail karşısında başarılı oldu.
‘Hizbullah anti-emperyalist olamaz’
Nasrallah bir röportajında ‘Anti-emperyalist bir cephe’ çağrısı yaptı. Hizbullah ideolojik-örgütsel olarak böylesi bir cephenin öncülüğünü yapabilir mi?
Yapamaz. Hizbullah tipik ulusal kurtuluş hareketidir. Fakat ideolojisi İslam olan bir harekettir. Bu yönüyle geri bir ideolojik yapıya sahip. Bu nedenle ‘anti-emperyalist’ olması mümkün değil. Ama dünyadaki, İslamcı örgütler içinde en ‘anti-emperyalist’ örgüt Hizbullah’tır. İslamcı hareketlerin önemli bir handikabı da budur. Çünkü İslam ideolojisi halkları ‘anti-emperyalist’ bir kurtuluşa götüremez. Bu nedenle Hizbullah, bölgedeki ABD-İsrail karşıtı direnişin lideri olamaz. Hizbullah’ın hitap ettiği kitleye bakıldığında böylesi bir durumunun olmadığı görülür. ABD ve İsrail’e karşı direnen güçlerin bir cephe altında birleşme durumları olabilir. Basında Hizbullah önplana çıkarıldı. Fakat Lübnan Komünist Partisi’nin (LKP) bugünkü direnişte ciddi bir payı var. Uzun süreli bir perspektifle bakıldığında, Hizbullah ideolojik yapısı gereği, Ortadoğu’da ABD-İsrail’e direnen güçlere öncülük-liderlik yapacak nitelikte değildir.
‘Türkiye taraf haline gelmiştir’
Lübnan’da konuşlanacak ‘BM Barış Gücü’ sorunların çözümünde ne tür bir rol oynar. Bunun için, Türkiye’den asker talep edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben sorunların çözümünde rol oynayacağını zannetmiyorum. Barış Gücü’nün orada yaklaşık 20 yıldır koordinatörlerinden biri olan Timur Göksel, verdiği her demeçte bu konuda çok makul şeyler söyledi. Tecrübeye dayanarak konuşan Göksel, ‘Oraya gidecek Barış Gücü Lübnan’da sağlanan bir barışın koruyucusu mu olacak, yoksa Hizbullah’a barışı dayatacak bir güç mü olacak? Hizbullah’ı etkisizleştirme ‘mavi hattı’ denilen bölgeyi korumayı, Hizbullah’a karşı göğsünü siper edecek Barış Gücü mü olacak?’ diyor. Bence de bu Barış Gücü Lübnan’daki, Suriye-İran yanlısı grupları bastırıp vurucu bir güç olarak görev yapacaksa bu güçten hayır gelmez. Bu durum Türkiye’yi de çok yıpratır ve Lübnan’ın bataklığına sürükler. Deyim yerindeyse; Türkiye’yi Lübnan’ın iç çatışmalarında taraf haline getirir. Gerçi Türkiye zaten politik tutumları ile Lübnan’ın iç çatışmalarında taraf haline gelmiştir.
Hükümet, ABD ve İsrail tarafında yer almıyor mu zaten?
Evet. ABD-İsrail tarafında yer alıyor. İncirlik üzerinden giden mühimmatın Lübnan’a gittiği söylentileri var. Bu konuda Türkiye tarafsızlığını yitirmiştir. Türkiye’nin Fuat Sinyora hükümetini kabul etmesi, sürekli onunla temas halinde olması, Refik Hariri’nin oğlunu kabul etmesi, ama buna karşılık Hizbullah ve İsrail’le çatışan hiçbir tarafı kabul etmemesi Türkiye’yi taraf yapmıştır. ABD ve İsrail Türkiye’yi taraf olmaya itmiştir. Çerçevesi belirlenmeyen bir ‘barışı koruma gücü’ne katılım Türkiye’yi zora sokar ve böylece Türkiye’yi bölgede krizlere çekmenin bir ön adımı atılmış olur.
‘Türkiye PKK’yi kavramış değil’
AKP hükümeti İsrail saldırıları başladığından beri ‘Kandil’e operasyon yapalım’ gündemini sıcak tutuyor. Türkiye kınadığı bir devletin yöntemlerini neden kullanmak istiyor?
Bu tür karşılaştırmaları teknik, coğrafik, diplomatik ve siyasal bakımdan doğru bulmuyorum. Türkiye İsrail’in Lübnan’a saldırılarını hem hükümet, hem de halk olarak kınadı. Türkiye’nin kınadığı bir eylem tarzını yapması kadar kendisi ile çelişen, zıtlaşan başka bir durum olamaz. Kınadığınız bir eylem tarzını kendinizin uygulaması kadar kötü bir şey olamaz. ABD, Türkiye’nin Kandil’e yönelik bir kara operasyonu yapmasına izin vermez. ABD başındaki sorunlara bir yenisini eklemek istemez. Kaldı ki, bu tarz operasyonlar çözüm olmuyor. Fakat ABD yapılacak hava saldırılarına göz yumabilir. Türkiye PKK’nin savaş taktiğini kavrayabilmiş değil. Sanılıyor ki; herkes Kandil’de oturuyor. Benim okuduğum kadarıyla Kandil’de kimse kalmamıştır. Türkiye PKK’nin gayri nizami gücünü kavrayamamış. Operasyon yapılacak söylentileri daha çok kamuoyunu
yatıştırmak için yapılıyor. Örneğin Siirt’teki, Bingöl’deki çatışma önlenemiyor, ‘Kandil’e gidelim’ deniliyor. Sorunu askeri olarak değil, siyasi olarak çözmek gerek.
Olası bir operasyona KDP-YNK’nin yaklaşımı ne olur?
Durum 1992’deki gibi değildir. Ne KDP resmen Türkiye ile PKK’ye karşı bir askeri operasyona katılır, ne YNK bu operasyonda yer alır. Karışmayabilirler, göz yumabilirler. Fakat bu da büyük sıkıntılar yaratabilir. Ayrıca orada ekonomik bakımdan halk büyük sıkıntıda. Orası bir şantiye niteliği taşıyor, yatırımlar var. Tüm bu sıkıntılara bir de PKK’ye karşı bir ortak operasyon gelişirse, hem ABD ile başını ağrıtırlar, hem de halk nezninde itibarlarını yitirirler. Türkiye’nin yapacağı operasyona KDP-YNK’nin ortak olması durumunda, bu partiler tüm Kürtler nezninde prestijlerini kaybeder.
www.gundemimiz.com