Enflasyon, fiyatlar genel düzeyinin etkili bir şekilde devamlı yükselmesi nedeniyle paranın sürekli olarak değer kaybetmesi, bunun sonucu olarak da tüketicilerin satın alma gücünü yitirmesi olarak tanımlanmaktadır. [1] Bu tanım çerçevesinde enflasyon çeşitli mal ve hizmetlerin fiyatlarında yaşanan artış veya düşüşlerin ortalama olarak yansımasını temsil etmektedir. Fiyatlardaki eğilimin tespit edilmesi için kullanım yaygınlığı olan çeşitli mal […]
Enflasyon, fiyatlar genel düzeyinin etkili bir şekilde devamlı yükselmesi nedeniyle paranın sürekli olarak değer kaybetmesi, bunun sonucu olarak da tüketicilerin satın alma gücünü yitirmesi olarak tanımlanmaktadır. [1] Bu tanım çerçevesinde enflasyon çeşitli mal ve hizmetlerin fiyatlarında yaşanan artış veya düşüşlerin ortalama olarak yansımasını temsil etmektedir. Fiyatlardaki eğilimin tespit edilmesi için kullanım yaygınlığı olan çeşitli mal ve hizmetlerde ki değişimler izlenmekte ve fiyat indeksi oluşturulmaktadır. Türkiye’de Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından oluşturulmuş Üretici ve Tüketici Fiyat Endeksleri bulunmaktadır. Söz konusu indeksler, fiyat hareketlerinin takibi, ücret ve maaş artışlarının belirlenmesi, hayat pahalılığının ölçülmesi gibi pek çok alanda kullanılmaktadır.
Dolayısı ile enflasyondaki hareketler doğrudan doğruya alım gücüne etki eden bir role sahiptir. Bu çerçevede emekçiler açısından temel sorun enflasyon oranlarının yüksekliği değil, ücret artışlarının enflasyon artışlarını ne ölçüde karşılayıp karşılamadığıdır. Yüksek enflasyona dayalı büyüme modelinin tercih edildiği 80-90’lı yıllarda enflasyonun ücretleri eritmenin bir aracı olarak kullanıldığı bilinmektedir. Ancak yüksek enflasyona rağmen, ücret artışlarının enflasyonun üzerinde seyrettiği ve reel ücretlerle alım gücünde ciddi yükselişlerin yaşandığı dönemler de olmuştur. Son dönemde yaşadığımız düşük enflasyon ortamında da kimi sektörlerde reel ücretlerde ciddi gerilemelerin yaşanması enflasyon ve refah arasındaki ilişkiyi değerlendirmek açısından önemlidir.
Kaynak: TCMB veritabanı
Tablo 1’de 1989-2005 yılları arasında ücret artış oranları ile enflasyon oranları karşılaştırılmaktadır. Ücret artışlarının enflasyonun çok altında kaldığı dönemlerse reel ücretlerde yüksek kayıpları yaşanmaktadır. 1989-1991 yılları arasında imalat sanayiinde ücret artışlarının enflasyonun oldukça üzerinde seyrettiği görülmektedir. Enflasyonun yüzde 60-70’ler düzeyinde gerçekleştiği bu dönemde ücret artışları yüzde 100’ün üzerine çıkmıştır. 1994 ve 2001 yılları ise ücretlerin enflasyon altında büyük oranda ezildiği görülmektedir. 1994 yılında enflasyon yüzde 124 düzeylerine ulaşırken, ücret artışları yüzde 60 düzeyinde kalmıştır. Yine 2001 yılında enflasyon yüzde 68,5 düzeyindeyken, ücret artışları sadece yüzde 35 düzeyindedir. Bu iki kriz yılında emekçilerin ücretleri büyük kayıplar yaşamıştır. Diğer yıllarda ise ücret artışları birbirine yakın değerlerde seyretmiştir. Ancak bu iki krizin ücretler üzerindeki etkisi hala devam etmektedir. Bugün itibari ile üretimde çalışılan saat başına ücretler 1993 yılının ikinci dönemindeki değerinin yüzde 64’ü kadardır.
Reel ücret artışları ile enflasyon verilerini karşılaştırdığımızda dikkat çeken bir başka konu ise enflasyonun tek başına ücretlerin gerilemesinde etkili olmadığıdır. Ancak kriz dönemlerinde enflasyonda beklenenin üzerinde gerçekleşen artışlar, emekçilerin yoksullaşmasına yol açmıştır. 2006 yılı enflasyon hedeflemesindeki sapmada emekçilerin 1994 ve 2001 krizleri gibi yoksullaşmasına neden olacaktır. Çünkü emekçilerin ücret artışları büyük oranda enflasyon hedeflemesi üzerinden belirlenmektedir. Sonuçta emekçiler ve yoksullar açısından enflasyon oranlarındaki düşüş değil, gerçek ücretlerin artıp artmadığı önemlidir. Reel ücretler gerilerken enflasyondaki düşüşün çalışanlar açısından hiçbir anlamı yoktur. Nitekim enflasyonda hızlı bir düşüş yaşandığı 2005 yılında kimi sektörlerde reel ücretler azalmıştır. TÜİK İmalat Sanayi Reel Ücret endeksine göre yılın ilk 3 aylık dönemi için reel ücretler bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 0,6 oranında azalırken, kimi sektörlerde bu oran yüzde 8,4’e ulaşmıştır. Ana metal sanayiinde reel ücretler yüzde 4,4 oranında azalırken, tütün ürünleri imalatında yüzde 6,4, diğer ulaşım araçları imalatında yüzde 8,4 oranında azmıştır.
ENFLASYONLA DEĞİL, HALKLA MÜCADELE
Enflasyon ve yoksulluk arasındaki ilişkiyi irdelerken bir başka önemli konu ise kamu harcamalarının niteliğidir.Bilindiği gibi enflasyonla mücadelenin en temel unsurlarından birini kamu harcamalarının aşağı çekilmesi oluşturmaktadır.[2] Kamu harcamalarının aşağı çekilmesinin ise toplumsal maliyetlerinin olduğu bir gerçektir. Kamuda ücretlerin baskı altında tutulması, toplumsal yaşam açısından zorunluluk taşıyan alanlara gerekli olan (başta eğitim ve sağlık) yatırımlarda kısıntıya gidilmesi, personel alımına sınırlama getirilmesi, sosyal transfer harcamalarının azaltılması vb. Tüm bu süreçler beraberinde kamu hizmetlerinin niteliğinde bir erozyona yol açmakta, geniş halk kitlelerinin parasız, nitelikli kamu hizmetlerine ulaşmasının önüne geçmektedir. Kamu hizmetlerinin niteliksizleştirilmesi ve özelleştirilmesi, sermayenin tercihidir ve AKP hükümetinin zaten temel yönelimini oluşturmaktadır. Dolayısıyla enflasyon karşıtı politikalar, gelir artırıcı değil, harcamaları kısmaya odaklanmaktadır. Oysa kayıt dışı ekonomiye karşı etkili bir mücadele, iç ve dış borçların yeniden yapılandırılması, sermaye kesimlerinin üzerindeki vergilerin artırılması yolu ile kamu mali dengesinin tesis edilmesi, kamu harcamalarında bir kısıntıya gidilmeksizin fiyat artışlarının kontrol altına alınması mümkündür.
ÇİFTE KAVRULMUŞ YOKSULLUK
Yoksulların ve emekçilerin devletin sağladığı kamu hizmetlerden ve sosyal harcamalardan faydalanma düzeyi de, yaşam kalitesinin belirlenmesinde, ücret artışının yanında önemli bir etmen olmaktadır. Devletin sosyal sorumluluklarından hızla uzaklaştığı bir süreçte, kamu hizmetlerinden yoksun kalmak ya da yeterince yararlanamamak, emekçilerin ücretlerindeki reel gerilemeye ilave bir katkı yapmaktadır. Bu gündelik hayatta emekçilerin eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçlarında fazladan harcama yapmaları demektir. Yani ücretlilerin daha da yoksullaşmasına anlamına gelmektedir. Dolayısı ile sadece fiyat artışlarına odaklanan bir ücret pazarlığı bu etkiyi göz ardı etme riski ile karşı karşıyadır.
Yoksulluk konusunda “salt gelir odaklı perspektifin bireylerin toplumsal oluşumun sunduğu hak ve olanaklara ulaşıp ulaşamaması konusunda kapsamlı bilgi veremeyeceği, özellikle son on yıldaki tartışmalarda gittikçe artan ölçüde kabul görmektedir. Alternatif yaklaşımların başlangıç noktasını, bireyin gereksinimlerinin daha geniş tanımlanması gereği oluşturmaktadır. Beslenme, barınma ve giyim gibi minimum gereksinimlere ek olarak, güvenli içme suyu, kanalizasyon, elektrik, sağlık ve eğitim gibi hizmetlere ulaşım, yönetime katılma, temel insan hak ve özgürlüklerinden yararlanma, sigortalı bir işte çalışma gibi öğeler ön plana çıkarılmaktadır. Başka bir deyişle, örneğin, sivil, toplumsal, kültürel ve siyasal haklardan yararlanma olanağının bulunmamasının da toplumsal dışlanma anlamına geleceği ve bu nedenle yoksulluk tanımı içerisinde değerlendirilmesi gerektiği ifade edile gelmektedir. Ayrıca, cinsiyet ayrımcılığı gibi olguların yoksulluk üzerinde önemli etkileri olabileceği sürekli vurgulanmaktadır.”[3]
ENFLASYON ODAKLI YAKLAŞIMLAR YOKSULLAŞTIRIYOR
Enflasyon alanında yaşanan gelişmelerin ücret artışlarında kilit bir rol oynadığını söylemiştik. Açıklanan enflasyon rakamları Türkiye geneline göre ortalama olarak belirlenmektedir. Buna karşın enflasyon oranları yaşanılan
il, gelir düzeyi ve gelir getirici faaliyete göre farklılık gösterebilmektedir. Birleşik Metal İş Araştırma Dairesi olarak farklı gelir grupları ve harcama düzeylerine göre enflasyon verilerinin belirlenmesini, bu tip farklılıkların göz ardı edilmemesi gereğinden hareketle bir ihtiyaç olarak değerlendirmekteyiz. Bu çerçevede gelir gruplarına göre enflasyon oranları, TÜİK 2004 yılı Hanehalkı Tüketim ve Gelir Araştırması harcama kalıpları ile TÜFE verileri esas alınarak, tespit edilmekte ve kamuoyunun bilgisine sunulmaktadır.
Burada amaçlanan fiyat artışlarının nüfusun önemli bir kısmına daha fazla yansıdığını ortaya koyarak ücret artışlarında kent-kır, il, gelir grubu, kirada oturan vb. esas alınarak, fiyat artışından en çok etkilenen kesimlerin göz önüne alınmasını sağlamak ve enflasyonun yoksullaştırıcı yanına dikkat çekmektir.
TOPLUSÖZLEŞME STRATEJİLERİ İÇİN ÖNERİLER
Toplusözleşme dönemlerinde sıkça gündeme gelen enflasyon verilerinin taşıdıkları sakıncalar dikkate alınarak, emekçilerin yaşam düzeylerinin günlük ihtiyaçlarını yeterince karşılayabildikleri bir düzeye çekilmesinin talep edilmesi önemli bir taleptir. Ücretlerdeki reel erimenin yanı sıra yapısal uyum yasaları ile gündeme gelen yeni liberal düzenlemenin yarattığı tahribatta bu süreçlerde dikkate alınmalıdır. Bu çerçevede toplusözleşme görüşmelerinde belirlenecek stratejilerde şu konular gündemde tutulmalıdır.
1- Bir işçinin ailesi ile birlikte insanca yaşayacağı temel bir ücret,
2- Kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması nedeniyle işçilerin refah düzeyinde yaşadığı kayıpların dikkate alınması,
3- Büyüme oranlarının ve üretimdeki artışın ücret artışlarına yansıtılması,
4- Fiyat artışlarından en mağdur kesimin enflasyonu dikkate alınarak bir düzenlemenin yapılması,
Sonuç olarak, yoksulluk, aynı işsizlik gibi kapitalizmin ürettiği yapısal bir sorundur. Dolayısıyla temelde yoksulluğa ve işsizliğe karşı verilen mücadele aynı zamanda sistemin kendisi ile bir hesaplaşmayı da zorunlu kılmaktadır. Bu tip sorunlara kalıcı çözümler üretebilmenin yolu ancak emekçilerin söz, yetki, karar ve iktidar sahibi olduğu eşitlikçi ve özgürlükçü bir sistemde mümkündür.
DİSK/Birleşik Metal İş Sendikası Araştırma Dairesi
Bu yazı Birleşik Metal İş Sendikam Dergisinde yayınlanmıştır.
———————————
[1] DİE, “Fiyat endeksleri ve Enflasyon”, Sorularla İstatistikler Dizisi, Ankara
[2] Hançerlioğlu, Orhan (1993), “Ekonomi Sözlüğü”, s.106, Remzi Kitabevi, İstanbul
[3] Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesi Türkiye Ulusal Raporu (Taslak), s.85-86