İsrail’in son bir aydır Lübnan’ı yerle bir eden bir savaş biçimine bürünen en son saldırganlık dalgası, ABD’nin Irak savaşını başlatması öncesindeki benzeyen yeni bir uluslararası savaş karşıtı muhalefet dalgasının yükselmesine neden oluyor. Hafta sonu Londra ve Bağdat’ta yüzbinlerce ve Güney Afrika’da binlerce savaş karşıtı İsrail saldırganlığını ve savaşı İran ile Suriye’ye doğru genişletme girişimlerini protesto […]
İsrail’in son bir aydır Lübnan’ı yerle bir eden bir savaş biçimine bürünen en son saldırganlık dalgası, ABD’nin Irak savaşını başlatması öncesindeki benzeyen yeni bir uluslararası savaş karşıtı muhalefet dalgasının yükselmesine neden oluyor. Hafta sonu Londra ve Bağdat’ta yüzbinlerce ve Güney Afrika’da binlerce savaş karşıtı İsrail saldırganlığını ve savaşı İran ile Suriye’ye doğru genişletme girişimlerini protesto etmek için sokaklara döküldü. Protesto gösterileri büyük bir kitlesellikle yaygınlaşırken, çeşitli Filistin inisiyatiflerinin İsrail’e karşı, tıpkı bundan onbeş yıl kadar önce ırk ayrımcı Güney Afrika rejimine karşı yürütülmüş olan uluslararası tecrit ve boykot kampanyasına benzer bir kampanya başlatılması yönündeki çağrıları giderek daha fazla karşılık bulmaya başladı. Çağrı aralarında Filistin Sendikalar Genel Federasyonu’nun (Palestinian General Federation of Trade Unions) bulunduğu 170 Filistinli toplumsal mücadele örgütü tarafından yapılıyor.
İsrail-Filistin sorununun, Güney Afrika’da bir zamanlar egemen olan beyaz ırk ayrımcılığının yarattığı sorunlardan daha karmaşık bir niteliğe sahip olması ve Siyonist ırkçılığın, basın-yayın ve kültür-sanat alanlarında beyaz ırkçılığıyla kıyas kabul etmez ölçüde etkili lobilere sahip olması, uluslararası boykot ve tecrit çağrılarını bugüne kadar ciddi ölçüde sınırlandırmıştı. Ancak Lübnan’ın acılarının Gazze ve Batı Şeria’nın acılarına yönelik duyarlılıkları da artırdığı son bir aydır, uluslararası boykot, yaptırım ve tecrit çağrıları daha cesurca dile getirilmeye başlandı. Üstelik İsrail’i protesto eden ve boykot çağrısını yükselten savaş ve ırkçılık karşıtları, Batıda anti-semitizm suçlamalarına Türkiye’dekinden çok daha kapsamlı bir biçimde hedef olmaya da devam ediyorlar.
İsrail’e karşı spor karşılaşmalarından, üniversitelere, tüketim ürünlerinden kültür-sanat etkinliklerine dek uzanan birçok alanda son derece kapsamlı ve etkili bir uluslararası boykot ve tecritin başlatılması çağrısı, ilk olarak bu yılın Mayıs ayında, İngiltere’nin yüksek öğretim alanındaki 67 bin üyeli en büyük sendikası olan NATFHE’nin (National Association of Teachers of Further and Higher Education-İleri ve Yüksek Öğretim Öğretmenleri Ulusal Birliği), 60 Filistinli örgütün çağrısıyla, İsrail’in “apartheid-ırk ayrımcılığı” politikalarına yanıt olarak bu ülkenin akademik kurumlarına karşı bir boykot başlatma kararı almasıyla birlikte “ciddiye binmeye” başladı. İngiltere’deki İsrail ilişkilerinin ve güçlü Siyonist lobisinin kapsamlı karşı etkinliklerine rağmen alınabilen akademik boykot kararı, uluslararası boykot çağrısında bulunanlar tarafından önemli bir kazanım olarak ele alındı. Nitekim NAFTHE, boykot kararından sonra bu lobiler tarafından “akademik özgürlüğe saygı göstermediği” ve “anti-Semit” olduğu eleştirilerine maruz bırakılmaya devam ediyor.
NATFHE’nin akademik alanda başlattığı boykota bir süre sonra Kanada ve İrlanda’dan da yanıt geldi. Ülkenin başlıca kamu çalışanları sendikasının (Union of Public Employees -Kamu Çalışanları Sendikası) 200 bin kamu çalışanı ile sözleşmeli çalışanı temsil eden Ontario şubesi Mayıs ayı sonunda uluslararası boykotu destekleme kararı alırken, Merkezi Sendikalar Konseyi’ni boykot kampanyasına katılmaya çağırma kararı aldı. Temmuz ayı sonunda ise İrlanda’nın Hizmetler, Sanayi, Mesleki ve Teknik Çalışanlar Sendikası da (Services, Industrial, Professional and Technical Union’s -SIPTU) uluslararası sendikal boykot kamyanyasına katılma kararı aldı. Yine Temmuz sonunda 1980’lerde neo liberalizme karşı ilk uluslararası dayanışma kampanyasını örgütlemiş olan İşten Atılmış Liverpool Dok İşçileri inisiyatifi de boykot kampanyasını desteklediklerini açıkladılar.
Ancak kampanyanın kuşkusuz ki ikinci kazanımı, kuşkusuz uluslararası boykot fikrinin ilk hedefi olan Güney Afrika’nın COSATU (Confederation of South African Trade Unions-Güney Afrika Sendikalar Konfederasyonu) isimli 1.5 milyonluk işçi örgütünün de kampanyaya katıldığını açıklaması oldu. Güney Afrika’da 1990’ların başlarında yıkılan ırk ayrımcılığı rejimine karşı militan mücadelenin içinden doğan ve ırk ayrımcılığına karşı mücadeleyi temel ilkelerinden birisi sayan COSATU, 6 Haziran’da boykot kampanyasına yönelik desteğini açıkladı. Konfederasyon üyesi COSAFU başkanı Willie Madisha aynı dönemde boykota katılan Kanadalı öğretmen sendikasına gönderdiği mesajda, CUPE’u bu onurlu kararı için kutladığını söyledi. COSATU 6 Temmuz’da düzenlenen protesto gösterisinin de ana örgütçülerinden birisiydi.
Bütün bunlar olup biterken, Türkiye’de de savaş karşıtı eylemler Temmuz ayıyla birlikte yaygınlaşmaya başladı ve 26 Temmuz günü “Dünyanın Bütün Barışçıları Birleşin! İsrail’i Durdurun” kampanyasını bir eylemle başlatan DİSK, eylemin hemen ardından İsrail Başkonsolosunun görüşme talebini kabul edip, başkonsolosla görüştü. DİSK Genel Başkanı Çelebi görüşmede kendi eylemlerinin “ne kadar demokratik olduğu” hakkında başkonsolosa bilgi verdi.
Şimdi ne demek gerekir! DİSK yöneticileri ile başkonsolos arasındaki görüşme nasıl bir diplomatik nezaket havasında geçti, karşılıklı hangi bilgi alışverişleri yapıldı bilemeyiz. Bilmek zorunda da değiliz! Bizim bildiğimiz, dünyanın işçi sınıfı hareketi için gerçek bir yenilenme kaynağı olan en ilerici, militan, demokratik emek örgütlerinin İsrail’e karşı üniversite, spor ve kültür-sanat gibi en “insani” dolaylı alanları bile kapsayan bir uluslararası boykot ve tecrit kampanyasını, üstelik de “anti-Semitist ve terör yardakçısı” olma suçlamaları altında yaygınlaştırmaya; dünyanın en yoksulu Filistinli emekçilerin bu çağrısına içtenlikle yanıt vermeye çalıştıkları ve Türkiye’deki bir ilerici emek örgütünün tam da bu sırada, başkonsolos gibi, İsrail devletini doğrudan temsil eden bir zatla diplomatik ilişki kurduğudur. DİSK ya bu sorunla ilgili uluslararası sendikal etkinlikler konusunda bilgisizdir ya da bilinçli bir tutum içindedir. Her halikarda DİSK bu diplomatik eylemi nedeniyle uluslararası emek hareketine ve Türkiye’deki ilerici emek hareketine bir özür borçludur. Hani duysa, COSATU başkanının bu durumda DİSK’e göndereceği mesaj da, herhalde Kanadalı öğretmenlere gönderdiği gibi, bu “onurlu kararı” kutlamak olmazdı! Ne denir, yolları zaten hiç kesişmemişti.