Havaalanı… Uçuş kartı için sıradayım. Bir yer hostesi yaklaşıyor: “Artık sıra beklemenize gerek yok. Uçuş kartınızı makineden kendiniz alabilirsiniz” diyor. Zaten rezervasyon uzun süredir internetten yapılıyordu. Şimdi ayırttığınız koltuğun kartını almak için de birkaç tuşa basmanız yeterli. Böylece tek bir kula muhtaç olmadan uçağa binebiliyor, hostesler yerine bilgisayar animasyonlarının yaptığı uyarı anonslarını dinleyebiliyorsunuz. * * […]
Havaalanı…
Uçuş kartı için sıradayım.
Bir yer hostesi yaklaşıyor:
“Artık sıra beklemenize gerek yok. Uçuş kartınızı makineden kendiniz alabilirsiniz” diyor.
Zaten rezervasyon uzun süredir internetten yapılıyordu. Şimdi ayırttığınız koltuğun kartını almak için de birkaç tuşa basmanız yeterli.
Böylece tek bir kula muhtaç olmadan uçağa binebiliyor, hostesler yerine bilgisayar animasyonlarının yaptığı uyarı anonslarını dinleyebiliyorsunuz.
* * *
Otel…
Almanya’da küçük bir madenci şehri…
Gece…
Otelin kapısı kilitli…
Zili çalınca mekanik bir ses kod numaranızı girmenizi söylüyor.
Girişteki panele numaramızı tuşluyoruz, kapı açılıyor.
İçeride resepsiyon memuru yok, herhangi başka bir görevli de…
Otel boş; bomboş.
Her şey kod numaralarına ve güvenlik kameralarına emanet… Girişi geçtikten sonra susadıysanız içecek makinesine para atıp suyun kod numarasını yazıyor ve suyunuzu alıyorsunuz.
Acıktıysanız yine soğutucunun camekânında görünen sandviçlerden birinin numarasını tuşluyor, karnınızı doyuruyorsunuz.
Sonra yukarı çıkıp bu kez odanızın kod numarasını yazıp kapıyı açıyorsunuz.
İşte yine tek bir Allah’ın kulunu görmeden odanızdasınız.
Şifreyi girerseniz paralı TV’de yeni filmler var.
Ödeme yapmadan kaçmaya kalkışmayın; otelin her bir yanına yerleştirilmiş kameralarda kaydınız var.
21. yüzyıl insanının sindirilmişliğinin, kıstırılmışlığının, yalnızlığının simge mekânı burası… ürkütücü bir yeni çağın son sığınağı…
* * *
Sokak…
Metrolar kondüktörsüz… Yol kenarında paralı büyük kutular tuvalet… Peçeteci, kolonyacı yok; büyük-küçük ayrımı da…
Banka hizmetleri, bilet gişeleri, sigara büfeleri, gazete bayileri, çamaşır makineleri hepsi parayla çalışan kutulardan ibaret…
Ancak bir kişinin sığabileceği tek kişilik “sinema salonları”, attığınız para kadar film izlemenize izin veriyor.
Polis yok sokaklarda; kameralar var.
Otoparklar kart ya da parayla; değnekçi, gişe görevlisi yok.
Hizmet sektörü tam insansızlığa gidiyor, koşar adım.
* * *
Kort…
Avrupa tenis turnuvası…
Maçta top tam çizgiye düşüyor. Hakem “Dışarıda” kararı veriyor. Topu atan oyuncu “İçeride” diye itiraz ediyor; kameralara bakılmasını talep ediyor.
Marttan beri uygulanan kurallara göre bu hakkı var.
Maç duruyor. Gözler korttaki dev ekrana çevriliyor. Az sonra son atılan topun elektronik izlekte kayıtlı hareketi geliyor ekrana…
Top içeride; hakem haksız. Karar düzeltiliyor.
Elektronik hakemler, insanların yerini almaya hazırlanıyor.
* * *
Bunlar kısa bir geziden izlenimler…
Otomasyon salgınına dair daha yüzlerce örnek var.
Bir kısmı gündelik hayatımızı kolaylaştıran, insanlara boş vakit yaratacak türden teknolojik yenilikler… Bir kısmı ise korkutucu işaretler:
Sadece dev bir işsizler ordusu yaratmasıyla değil, aynı zamanda insanın insanla iletişimine son vermesiyle, insanoğlunu derin bir yalnızlığa itmesiyle ve tüm hayatı makinelerin emrine vermesiyle de ürkütücü bir yarının habercisi…
Barkodunuzu iyi ezberleyin:
Yakında onu tuşlayıp ya da kırıp sicilinize ulaşacaklar; hesap defterlerinize, e-posta adreslerinize, genetik özelliklerinize, gezdiğiniz internet sitelerine, yediğiniz sandviçlere, seyrettiğiniz filmlere…
…kamera kayıtlarınıza, cep mesajlarınıza, kütüphaneden aldığınız kitaplara, çekip sakladığınız fotoğraflara, sağlık raporlarınıza…
Barkodunuz demir parmaklığınız olacak.
Şifrenize kelepçeleneceksiniz.