5 Ağustos 2006 tarihinde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın katıldığı törenle, “Ilısu Barajı”nın temeli atıldı. Mardin’in Dargeçit ilçesine bağlı Ilısu köyü civarında yapılacak olan baraj ile birlikte, bölgede geniş bir alan sular altında kalacak. Dicle nehri üzerinde yapımı planlanan Ilısu Barajı, Irak-Suriye sınırına 65 km mesafede yer almaktadır. Baraj ve HES Projesi bütünü ile ele alındığında ilk […]
5 Ağustos 2006 tarihinde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın katıldığı törenle, “Ilısu Barajı”nın temeli atıldı. Mardin’in Dargeçit ilçesine bağlı Ilısu köyü civarında yapılacak olan baraj ile birlikte, bölgede geniş bir alan sular altında kalacak.
Dicle nehri üzerinde yapımı planlanan Ilısu Barajı, Irak-Suriye sınırına 65 km mesafede yer almaktadır. Baraj ve HES Projesi bütünü ile ele alındığında ilk etapta aşağıdaki bilgiler sıralanabilir:
Baraj Uzunluğu: 1820 km
Baraj Yüksekliği: 135 m
Baraj Gölünün Kaplayacağı Alan: 313 km2
Barajda Tutulacak Su Miktarı: 10,4 milyar m3
(Ilısu Barajı Türkiye’nin ikinci büyük barajı olarak planlanmıştır.)
HES Kanalı ile Sağlanacak Elektrik: 4 milyar kwh
Ilısu Barajının 2013 yılında bitirilmesi ve devreye alınması planlanmaktadır. Ilısu Barajı’nın finansmanı ile ilgili çok ciddi sorunlar yaşanmış, son olarak Dünya Bankası kredisi ile finansal sorunlar “çözüme” kavuşturulmuştur. Baraj için sağlanan dış kredi miktarının 1.200.000.000 Avro olduğu belirtilmektedir.
Projenin Çevresel ve Sosyal Etkileri
Ilısu Barajı gibi büyük barajların yaratacağı çevresel etkileri iki ana eksende ele almak gerekir. İnşaat süresince olabilecek etkiler ve yapım sonrasında, işletim aşamasında görülebilecek etkiler.
Baraj yapımı sırasında meydana gelecek faaliyetler; hafriyat, patlatmalar, kazı çalışmaları, şantiye alan/alanları, yol inşaatları, geçici ya da kalıcı olarak idari teknik binalar, elektrik üretimine dayalı yapı ve inşa süreçleri ve tüm bunların birlikte yaratacağı tahribat ilk elde akla gelen olumsuzluklardır. Bunların yanında, Dicle nehrinin ekolojik yapısında meydana gelecek bozulmalar, su, toprak, orman ekosistemlerindeki tahribat geri dönüşümü mümkün olmayan etkilerdir. Bunun yanında, böyle büyük bir alanda meydana gelebilecek ekolojik değişim, çok kısa bir sürede “iklim değişikliği”ne de neden olabilecektir. Ayrıca, insanların yaşam ortamlarını yok eden, tarihi ve kültürü sular altında bırakan bu barajın etkileri,bir anlamda Çevre Değerlendirme Raporu formatlarını dahi zorlamaktadır.
DSİ verilerine göre Ilısu Barajı bünyesinde “Çevresel Etki Değerlendirme”(ÇED) süreci şu şekilde, iki satır olarak özetlenmektedir: “1999,2001 yılları arasında yapılan ÇED Raporu, Türk Mevzuatı, Dünya Bankası ve IFC Kriterleri doğrultusunda HCE Firması tarafından güncellenmiş ve hem DSİ hem de yatırımcı kredi kuruluşları tarafından onaylanmıştır” (www.dsi.gov.tr)
Bu kısa bilgi dahi şu gerçeği tüm çıplaklığı ile ortaya koymaktadır; Ilısu Barajı için ÇED süreci sağlıklı bir şekilde işletilmemiştir. Bu noktada, ÇED süreci yeni yönetmelik ve kavramlar ışığında ele alınmak zorundadır. DSİ verileri bir başka gerçeği daha ortaya koymaktadır. ÇED sürecine ve barajın planlanması sürecine halkın katılı dışlanmıştır. Baraj yapımı, ÇED Raporu (var olup/olmadığı tartışmalıdır!) halkın görüş ve onayına sunulmamıştır. Ayrıca, raporun (ÇED Raporu) Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından onaylanması gerekir, bu husus da atlanmış ve uluslararası kredi anlaşmalarının arkasına gizlenilmiştir.
Dicle’ye Altın Gerdanlık mı? Hasankeyf’in Boynuna İdam İpi mi?
Bugüne kadar, Anadolu coğrafyasında ayakta kalan tek Ortaçağ kenti olan Hasankeyf; Ilısu Barajı’nın su havzası altında kalma tehlikesi ile karşı karşıya. Hasankeyf, tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapan ve birçok tarihi motifi içinde barındıran bir yerleşim yeridir. Hasankeyf’te Sasani, Bizans, Emevi,Abbasi, Hamdani, Mervani, Eyyubi ve Artuk uygarlıklarına ait izlere rastlamak mümkün. Hasankeyf; 1978’de Anıtlar Yüksek Kurulu’nca “Birinci Derecede Arkeolojik SİT Alanı” ilan edilmiş, 1981’de ise Kültür Bakanlığı’nca bölgedeki tüm tarihi eserler koruma altına alınmıştır. Tüm bu değerlerin yanında Hasankeyf halen bir yerleşim yeri ve yaşam ortamıdır. Hasankeyf’i önemli kılan, biraz da bu yanıdır.
Oysa Hasankeyf!te artık sözün bittiği bir dönem başladı, 5 Ağustos 2006 ile birlikte… Ilısu Barajı ile kültür, tarih ve insana dair olan değerler yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Hasankeyf Yaşatma Girişimi’nin eşgüdümünde, barajın temellerinin atıldığı gün, bölge halkı, belediye başkanları, meslek örgütleri, sivil toplum kuruluşları “Hasankeyf’e Sadakat” için bir araya gelerek bir dizi etkinlik düzenlediler. 12 bin yıllık ortak tarihimize ve mirasımıza sahip çıkma amacıyla yapılan etkinliklerde, Hasankeyf dostları projenin değiştirilmesi ve tarihi-kültürel varlığımızın korunması yönünde mesajlar verdiler. Bu arada, Hasankeyf Gönüllüleri Derneği’nin Ilısu Barajı’nın inşaatının durdurulması için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptıkları başvuru kabul edildi.
Ne Yapılmalı?
Bugün, Hasankeyf sadece sahip olduğu tarihi, kültürel değerler ile değil, doğal ve insani değerler anlamında da ele alınmak durumundadır. Ilısu Barajı’nın suları altında kalacak tarihi eserlerin bölge dışına taşınması(!) korumacılık olmadığı gibi, insanı ve doğayı dışlayan oldukça mekanik bir yaklaşımdır. Batman Valisi’nden, Hasankeyf Belediye Başkanı’na, TMMOB Mimarlar Odası’na, Hasankeyf Yaşatma Girişimi’ne, üniversitelere ve TMMOB Çevre Mühendisleri Odası’na kadar birçok kurum, kuruluş ve kişinin bugüne kadar yaptıkları, söyledikleri masaya yatırılmalı, Hasankeyf’e yönelik bir bellek oluşturulmalıdır. Sonra, bu yol göstericiliğin ışığında, söz ve karar hakkı Hasankeyf’te yaşayan insanlara bırakılmalıdır. Hasankeyf’in geleceği ve ne olacağı, Hasankeyfliler dışında tartışılamaz. Ve herhangi bir karar, yöre insanına rağmen alınamaz.