Ülkemizin tarihinde tütün kadar, kültürel, sosyal, ekonomik ve politik derin izler bırakan ve tartışılan başka bir tarımsal ürün yoktur. Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile birlikte 1925 yılında Reji Şirketi dört milyon T.L bedelle satın alınarak Devlet Tekeli oluşturulmuş, tütün ve tütüncülüğümüz yeniden yapılandırılmıştır. Reji’nin kaldırılışından günümüz değin, tütün ekonomik bağımsızlığın sağlanması yolunda önemli bir gösterge olarak […]
Ülkemizin tarihinde tütün kadar, kültürel, sosyal, ekonomik ve politik derin izler bırakan ve tartışılan başka bir tarımsal ürün yoktur. Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile birlikte 1925 yılında Reji Şirketi dört milyon T.L bedelle satın alınarak Devlet Tekeli oluşturulmuş, tütün ve tütüncülüğümüz yeniden yapılandırılmıştır. Reji’nin kaldırılışından günümüz değin, tütün ekonomik bağımsızlığın sağlanması yolunda önemli bir gösterge olarak kabul edile gelinmiştir.
Tütün, sağlığa verdiği zararlar nedeniyle hep tartışılmış karşı olunmuş ama aynı zamanda sigaralardan alınan yüksek vergilerle hazineye yüksek gelirler kazandırdığı için de bizzat devletler eliyle alımı, işlenmesi ve pazarlanması yapılmıştır. Reji sonrasında ülkemizin yeniden inşasında da tütünün sağladığı sözü edilen gelirlerinin büyük rolü olmuştur.
Bu rolün büyüklüğünü anlayabilmek için; Reji’nin kaldırılışından sonra ki iki yıla bakmak bile yeterlidir. Reji 1924 yılında 4 bin ton kadar tütün satabilmişken; bunun yaklaşık değeri 10 milyon TL’dır. Hemen iki yıl sonra Tekel İdaresi yaklaşık değeri 30 milyon TL’ sı olan 9 bin ton tütün satabilmeyi başarmıştır. Devlete kazandırdığı net kazanç yalnızca 1928 yılında 22 milyon TL’ dır. Reji İdaresinin faaliyetini sürdürdüğü 30 yıl boyunca devlete ödediği ise sadece 1,500 000 TL’dır. ( Metin Ünal “Tütünün 75 Yılı” Tütün Eksperleri Derneği Bülteni, Eylül-Ekim 1998)
Önemli bir ihraç ürünümüz olan tütün, 1960 yılı öncesinde dış satış gelirimizin yaklaşık %25-40’nı karşılamıştır. Bu bir-iki örnek bile tütünün ülke ekonomisi açısından değerini ve kolayca terk edilemeyecek bir ürün olduğunu göstermeye yeterlidir. Son yıllarda tütünün genel ihracat içindeki payı % 2′ lere kadar gerilemiş olmasına rağmen, yine de genel tarım ihracatındaki payı %15-25 civarındadır.
Tütün Yasası’nın çıktığı 2002 yılında TEKEL; bünyesinde 25 Yaprak Tütün İşletme Müdürlüğü, 8 Sigara Fabrikası, 28 Alkollü İçki Üreten Fabrika ve imalathane, 80 Başmüdürlük, 20 Tuz İşletmesi bulunan güçlü bir kuruluştu. 500 büyük sanayi kuruluşu arasında TEKEL; çalışanlarda birinci, brüt katma değerde üçüncü, dönem karı yönünden dördüncü, net aktiflerde beşinci, öz sermaye yönünden yedinci, üretimden satışlarda sekizinci, satış hasılatı yönünden onuncu sıradaydı. TEKEL A.Ş. 2003 yılında 6 katrilyon T.L. ciro ve 250 trilyon T.L. net kar elde etmişti.
Tütün topraklarımızı, çiftçilerimiz tütün üretmeyi sevdi
Tütün, yaklaşık 400 yıldır bu ülke topraklarında üretilen geleneksel bir ürünümüzdür. Tütün ülkemiz topraklarıyla tanıştıktan sonra, topraklarımızdan hoşlanmış ve bu topraklara has uygun yeni tatlar ve kokular kazanmış, dünyanın aranılan önemli tütünlerinden biri haline gelmiştir. Öyle ki; uluslar arası dev sigara şirketleri bile ürettikleri sigaraların harmanlarında; onlara tatlılık, yumuşaklık gibi ıslah edici özellikleri kazandıran Türk tütünlerini %7-15 arası kullanmak zorunda kalmışlardır.
Oriental (şark) tipi tütün üretiminde 2003 yılı itibariyle 148 bin 207 ton ile Türkiye birinci sıradadır. FAO kaynaklarına göre Türkiye, 2004 yılında 152 bin ton üretimiyle dünya tütün üretiminde 6. sıradadır. Ülkemizde bulunan 38 değişik tütün menşei ağırlıklı olarak Ege Bölgesi oriental tipi tütünleridir. Sigara sanayisinde kullanılan en kaliteli Oriental tütünler ülkemizden başka Balkan ülkelerinde Yunanistan, Bulgaristan ve dağıtılan Yugoslavya’da üretilmektedir. Çin ve Hindistan gibi ülkeler düşük kalitede oriental tipi tütünleri son yıllarda üretmeye başlamışlardır. O nedenle, TEKEL’in markalarını kullanarak kaçak yollarla ülkemize giren sigaraların bir bölümünün uzak doğu kaynaklı olması rastlantı değildir.
Geleneksel Oriental tip tütün üreticisi olan ülkemizde Virginia ve Burley tütünlerinin üretimi 90’lı yıllardan sonra yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır/çalışılmaktadır. Ancak toplam tütün üretimi içindeki payı %1,5-2 ‘yi geçememektedir.
Tütün işsizliğe ve yoksulluğa devadır
Tütün üretmek için 14 ay gereklidir. Önce tütünün fidesi hazırlanır, sonra dikilir, çapalanır, dip sıyrılır, bir daha çapalanır, birinci el, ikinci el, üçüncü el, dördüncü el olmak üzere yaprakları toplanır, yapraklar dizilir, kurutulur, basarak balyalanır ve tütün elde edilir. Tütüncülük bir aile tarımı olduğundan bütün bu çalışmalara ailedeki 7 yaşındaki çocuktan, 70 yaşında ihtiyara kadar herkes katılır. Onun için tütüncüler arasında sıkça kullanılan bir deyim vardır. Derler ki, “tütünün dalı küçük ama derdi büyüktür.”
Ülkemizin yaşadığı sorunların başında yoksulluk ve işsizlik sorununun geldiği herkes tarafından kabul edilen önemli bir gerçekliktir. Ailede ne kadar kişi varsa hepsinin çalışmak zorunda olduğu tütün üretiminde; 2000 yılında, -“Tütün Yasası” çıkmadan önce- 583 bin 474 üretici bulunuyordu. Aileleriyle birlikte hesapladığınız zaman neredeyse 3 milyona yakın insan. Uygulanan politikalarla üretici sayısı 2004 yılında 285 bin’ lere, aileleriyle birlikte 1,5 milyon kişiye geriledi. Yani, yaklaşık üç-dört yılda, tütün üretimiyle uğraşan 1,5 milyon kişi kentlerin varoşlarına yeni işsizler, yoksullar ve açlar olarak katıldı.
Tütün, verimsiz toprakların, verimsiz topraklar, tütünün halinden anlar
Tütün üretiminin ne kadar yoğun emeğe ihtiyaç duyduğunu yukarıda çok kısada olsa açıklamaya çalıştık. Büyük bir sabırla uğraşılarak gerçekleştirilen tütün üretimi; aynı zamanda özel bir itinaya ve özel bir uzmanlığa ihtiyaç duymaktadır. Tütün üreticiliği başka hiçbir tarımsal üründe görülmeyen bir biçimde neredeyse özel bir zanaat dalıdır. 400 yıldır bütün bir aile olarak tütün üreten çiftçiler tütünün dilinden de halinden de anlar. Onun için çiftçi bir kez tütün üretmekten vazgeçerse/koparsa, tütünü tekrar üretecek üretici bulmak da zorlaşır. Çiftçiyi tütün üretimine döndürmek güçleşir. Deyim yerindeyse, neredeyse imkânsızdır. Çiftçi döndüğünde ise çiftçinin tütün yetiştirdiği toprak tütün toprağı olmaktan çıkmış, bıraktığı toprağı kayaya dönüşmüş olur.
Tütün üretimi kıraç, verimsiz ve genellikle eğimli topraklarda yapılmaktadır. Tütünün yetiştiği topraklarda yetişecek alternatifi olabilecek başka ürün hemen hemen yok gibidir. Uygulanan politikalarla, topraklarında alternatif bir ürün üretme şansı olan tütün üreticileri zaten tütüncülüğü bırakmışlardır. Bugün tütün üretmeye devam etmeye çalışan çiftçiler, kıraç topraklarında tütünden başka hangi ürünü üretirlerse üretsinler, ailelerinin geçimini sağlayamayacak olanlardır. Onların tütün üretmekten vazgeçmeleri demek, topraklarını terk etmeleri demektir. Terk edilen bu topraklarında erozyonlarla ve başka nedenlerle yok olması demektir.
Yabancıların tütünümüzü tekrar ele geçirme emelleri hep sürecektir
Tütünün üretimi, işlenmesi ve pazarlanması işi Rejinin elinden alınıp devlet tekeline geçirilmesinden sonra bile batılı şirketlerin ve yerli işbirlikçilerinin tütün ekimini, denetimini ve pazarlamasını tekrar ellerine geçirme hayalleri ve umutları hiçbir zaman kaybolmamıştır. Ta ki İsmet Paşa’nın 8 Kasım 1928’de Türkiye Büyük Meclisinde yaptığı konuşmaya kadar. İsmet Paşa diyordu ki:
“Tütün ürünümüz için bir özel noktayı arz edeceğim. Haklı şöhreti büt
ün dünyaya yayılmış olan tütünlerimizden yararlanmak isteyen bir çok ülke vardır ki; bu konuda uzmanlığı bilinen Tekel idaremizle işleme girişmek istiyorlar.
Bilirsiniz ki, Türkiye’de Tekel konusu özel bir yasa ile birkaç yıldan beri deneyim dönemindedir. Deneyimler Tekel usulünün bu ülke için en doğru olduğunu kanıtlamıştır.
Beş yıl önce ülkeye 4-5 milyon TL gelir bırakan Reji, devlet elinde, içinde bulunduğumuz yılın gelirini 22 milyona bağlamak yolundadır. Görülüyor ki, devlet tekeli konusu bizim için çözüme kavuşturulmuştur. Durum böyle iken, Tekel’in geleceğinin belirsiz olacağı sanısı ile yararlı çalışanları sekteye uğratmak anlamsız ve zararlı oluyor. ”
İnönü’nün bu tarihi konuşmasından sonra Tekel üzerinde arzu ve emelleri olan yabancıların ve onların yerli işbirlikçilerinin umutları kırılmış ama hiçbir zaman tükenmemiştir. Cumhuriyet ile birlikte, tütünümüzün, tütüncümüzün ve Tekel’in gelişmesinin önü açılmıştır. Tekel her geçen gün daha da büyüyecek ve gelişecektir.
Ama çokuluslu şirketlerin tütünümüzü ele geçirme arzu ve hülyaları bitmez. Çünkü tütün yaklaşık dünyanın 120 ülkesinde üretilen, ama dünyanın her ücra köşesinde dahi tüketilen cazip bir üründür. Dünya piyasalarını ele geçirmeyi hedefleyen çokuluslu sigara şirketleri; tiryakilerin damak tadını değiştirmeleri halinde kendilerine bağımlı kılabileceklerini bildiklerinden öncelikle sigara tiryakilerinin damak tatlarını değiştirme çabasına girmişlerdir. İşte bu nedenle, 2.Dünya Savaşının insanlık için en acı günlerinde bile ABD’nin Avrupa’ya uçaklardan attığı yiyecek paketlerinde Amerikan harmanı (Blended) sigaralar bulunuyordu. Amaç kendi sigaralarına Avrupalıya alıştırmaktı. Savaş sonrası ise çokuluslu şirketler sigaralarını yaygınlaştırabilmek için yeni yöntemleri aramışlar ve bulmuşlardı.
Uluslar arası Araştırmacı Gazeteciler Birliği, çok uluslu şirketlerin hedef aldıkları piyasayı ele geçirmek için kullandıkları taktikleri şöyle sıralıyordu:
• Önce kaçakçılığı yönlendirip ülke tüketicisini kendi ürünlerinin damak zevkine alıştırmak, sonra yabancı sigara ithalatının serbest bırakılması için ulus devlet hükümetlerine gerek kendi hükümetleri, gerekse IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası finans kuruluşları aracılığıyla baskı yapmak
• Lobi faaliyetleri ile ülke içinde tanınmış yerli sanayicilerle ortaklıklar kurmak ya da devlet monopolü ile ortaklıklar kurmak
• Aşırı reklâm kampanyaları ve çeşitli sosyal etkinliklere sponsorluk yaparak tüketici kitlesini genişletmek, reklam yasaklarını kaldırmaya çalışmak veya konmasını tehditle engellemek
• Ülkeye İleri teknoloji getirmek istihdam sağlamak ve ülkeye vergi geliri sağlayacağı vaatleriyle artık devlet tekeline gerek kalmadığı gerekçesiyle özelleştirilmesi için baskı yapmak.
• Özelleşmenin tamamlanması sonrasında ise piyasasına girdiği ülkeden vergi indirimi talep etmek,
• Vergi indirimi gerçekleşmez ise uluslar arası suç örgütleriyle birlikte sigara kaçakçılığı yaparak vergi kaçırmak,
Çokuluslu sigara şirketlerinin sigaraları Türkiye’yi istila edecek, hükümetler seyredecektir
Çokuluslu sigara şirketlerinin yukarıda anlatılan taktik ve stratejilerini Türkiye’de uygulamak için düğmeye bastıkları tarih 1970’li yıllardı. Bu yıllarda ülkemiz kaçak sigara akınına uğradı. Yabancı sigara yasağının uygulandığı her ülkede denenen bir yöntemdi, bu. Çok uluslu şirketlerden birinin Bulgaristan’da sigara fabrikası açmasıyla birlikte Batı Karadeniz sahilinden ülkemize kaçak sigaralar girmeye başlamıştı.
İlk defa 1979 yılında Süleyman Demirel hükümet programında yerli ve yabancı özel teşebbüse sigara üretimi ve dağıtımına imkan verilmesine yer vermiş, gerekçe olarak da sigara kaçakçılığının ve döviz kaybının önlenmesini göstermişti. Böylece tütün ve tütüncülüğümüzü bitirme noktasına getirecek yaklaşık 27 yıllık süreç başladı
1980’li yıllarının başlarında, ithal mal kullanmak, sosyal bir statü kazanmak demekti. Bunun en kolay ve ucuz yoluysa her köşe başında satılan kaçak yabancı sigaraları kullanmak ve ikram etmek olarak görülüyordu. Mevcut yönetim bu kaçak sigaraları engelleme yerine serbestleştirilmesinin önünü açmaya çalışıyordu.
Çok uluslu şirketlerin önlerini açmak için, hükümetlerin harcadığı çabaların evrelerini şöyle özetlemek mümkündür.
• 17 Şubat 1983’te sigara sektöründe ilk defa Tekel haricinde ” Bitlis Entegre Sanayi A.Ş (BEST) ” adıyla faaliyet gösteren ve ürettiği ürünleri yurt dışına pazarlamak amacıyla bir sigara fabrikası kuruldu. 1988 yılında Tekel %25 hisse ile bu kuruluşa ortak edildi ve BEST tarafından üretilen sigaraların yurt içinde pazarlanmasına izin verildi
• Çok uluslu dev sigara şirketlerinin aracılığıyla ülkemize kaçak sokulan sigaraları kayıt altına almak gerekçesiyle, 25 Mayıs 1985 tarihinde tütünde devlet tekeli kaldırılarak tütün ithalatı serbest bırakıldı.
• 1985 yılında, TEKEL’e, Düzce, Gönen, Hendek ve Trakya’da yabancı tütün ürettirildi.
• 28 Mayıs 1986 tarihinde 1177 sayılı kanunda değişiklik yapılarak devlet tekeline son verildi ve bunun sonucu olarak tütün sektörüne yabancı firmaların girmesine olanak tanındı.
• 20 Ağustos 1986 tarihinde yerli ve yabancı gerçek ve tüzel kişilere Tekel idaresiyle ortaklık teşkili suretiyle yurt içinde tütün mamülleri üretimi serbest bırakıldı.
• 1988’de ilk defa Amerikan harmanı Blended sigarası olan Tekel 2000 sigarası Tokat sigara fabrikasında üretilerek piyasaya sürüldü.
• 1989 yılında tütün ithalatı serbest bırakıldı. Sonuç ; 1980 ‘de sigara üretimi için kullanılan işlenmiş yerli yaprak tütün 74 bin ton iken, 1999’da 54 bin tona, 2003 yılında 42 bin tona geriledi. Yani Türk tütünü kendi ülkesinde istenmez oldu.
• 3 Mayıs 1991 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile yerli ve yabancı gerçek ve tüzel kişilerin sigara imalatı ,ithali ve dağıtımı serbest bırakıldı.
• 16 Aralık 1992 tarihinde %80 Philip Morris %20 Sabancı ortaklığı ile kurulan Philsa İzmir Torbalı sigara fabrikası açtı.
• Bundan sonra sırasıyla 1993, 1994 ve 1996 tarihlerinde alınan kararlar, Çiller Hükümetinin Türk tütününe kota (sınırlama) , yabancı tütüne teşvik getirilmesine ilişkindi,
• Çiller Hükümeti’nden sonra gelen Refahyol’un 1996 da ki 8939 sayılı kararı da aynı amaçla aldı.
• Tekel’in resmen özelleştirilmesine ilk adım ise 1997 de Yüksek Planlama Kurulu’nun Tekel’in ortaklık kurabileceğine ilişkin görüşünü açıklamasıyla atılmıştır. Bundan sonra alınan 25.12.1997 tarihli bakanlar kurulunun “tekel kendisine ait sigara markalarını, fabrikalarını ve diğer varlıklarını tahsis etmek suretiyle ortaklıklar tesis edebilir.” Kararı resmi gazetede yayınlandı.
• Tekel’in özelleştirilmesini öngören Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı 2 şubat 2001 tarihinde imzalandı. Bu karara göre Tekel’in;
• Mülkiyetinin devri hariç olmak üzere özelleştirilmesi,
• Özelleştirme işleminin 3 yılda tamamlanması hedeflendi.
Yukarıda sıralanan tütünümüzü, tütüncülüğümüzü adım adım hazin sona yaklaştıran, tütün işleme tesislerimizi işlevini azaltan bu evrelerin kararlarını demokratik ülke olan Türkiye’de seçimler ile gelen hükümetlerin Bakanlar Kurulu’nun aldığı kararları ve meclisinde çıkarılan yasalarıyla gerçekleştirildi. Ama insanlık ve tar
ih var oldukça tütünümüze, tütüncümüze reva görülen bu uygulamaların meşruiyeti hep tartışma konusu olacak, bu evrelerin karar alıcı hükümetleri ile milletvekilleri merak edilerek bu isimlerin kimler olduğunun öğrenilmesi için meclis arşivlerine başvurulacağından kimsenin kuşkusu bulunmamaktadır.
Bilindiği gibi, Tütün Yasası olarak bilinen 4733 sayılı yasa, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in vetosuna karşın 9 ocak 2002 tarihinde hiçbir değişiklik yapılmadan tekrar meclisten geçirilmiş, resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu Yasa sonrasında da piyasa şartları kaldırılarak destekleme alımlarına son verildi ve sözleşmeli üretime geçildi.
3 Haziran 2003 itibarıyla Tekel İçki Sanayi A.Ş. ve ona bağlı Tekel İçki Pazarlama A.Ş. İle Tekel Sanayi Sigara A.Ş. ve ona bağlı Tekel Sigara Pazarlama A.Ş.nin ticaret sicile tescilleri yapılmıştır. Bu şekilde bağımsız şirket kimliği kazanan Tekel’in sigara ve içki bölümlerini ayrı, ayrı özelleştirmelerinin de yolu açılmıştır.
Görüldüğü gibi 1979’dan bu yana, hükümetler değişmiş ama politikalar değişmemiştir. Sonuç olarak; ülkemizin zenginliği olan Tekel’in önce alkol bölümü Nurol -Limak-Özaltın- TUTSAB konsorsiyumuna 292 milyon dolara satılarak, özelleştirilmiştir. Bu birleşme Mey İçki Sanayi ve Ticaret A.Ş adını alarak 2004’ün Şubat ayında faaliyetine başlamış ve içki pazarının %80’lik bölümünü elinde tutmuştur. 2006 yılında yani bu yıl Mey İçki önde gelen özel yatırım fonlarından (Private Equity) Texsas Pacific Group’a (TPG) yüzde 90 payını 810 milyon dolara satmıştır. TEKEL’in alkol bölümünün değerinin çok altında özelleştirildiği bir yana, özelleştirmelerle TEKEL’in tekelliği yok edilirken, çok uluslu dev şirketlerin önü açılmaktadır. Sigara bölümü ise birkaç kez ihaleye çıkarılsa da bu güne kadar özelleştirilememiştir. Açılan ilk ihaleye iki firma katılmış, en yüksek teklifi 1.150 milyon dolarla JTI verirken fiyatın düşüklüğü nedeniyle ihale iptal edilmiştir. İkinci ihalede ise teklif alınamamıştır. Bugünlerde gazetelerde çokuluslu şirketlerin TEKEL’le ilgilendikleri yolunda haberler yoğunlaşmıştır. TEKEL, her yeni uygulamayla geriletilmeye, daraltılmaya, küçültülmeye ve hatta yok edilmeye çalışılarak, binlerce TEKEL çalışanı gibi tütün üreticileri de perişan edilmiştir.
“TEKEL Vatandır Satılamaz”ı Meclisin dışında herkes duydu
Cumhuriyet yönetiminin tütünde uyguladığı politikalar ekonomik bağımsızlığına olan tutkusunu gözler önüne sermiş, tütün ve TEKEL’i de bağımsızlığın simgesi haline getirmiştir. Tütünümüzün üretim ve pazarlama politikalarında yabancıların etkili konuma gelmesi ve TEKEL’imizin satılması istemi halk katında kabul görmemiştir. Halkımız TEKEL’i vatanın satılması ile eşdeğer görmüş; “Tekel Vatandır Satılamaz” sözü Meclisin dışında, yurdumuzun 760 bin kilometre karelik alanında yankı bulmuş, destek görmüştür.
Tütün üreticisi darda, sigara şirketleri karda, hükümetler nerede?
“Tütün Yasa” sı olarak bilinen, 4733 Sayılı Kanun, 3 Ocak 2002 tarihinde kabul edilmiş, 9 Ocak 2002 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yasa ile tütün üretiminde coğrafi sınır sona erdirilmiş, tütün ve tütüncülüğümüz çok uluslu şirketlere ve onların temsilcilerine bırakılmıştır. Daha doğrusu onların insafına terk edilmiştir.
TAPDK (Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurulu) üyelerinin atanması ise 20 Temmuz 2002 tarihli resmi gazetede yayınlanmıştır.
Tütün Üretimi, Üretici Tütünlerinin Pazarlanması, İç ve dış Ticareti, Denetimi ve Tütün Eksperliği ile İlgili Usul Ve Esaslar ile ilgili Yönetmelik 4 Aralık 2002 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak uygulanmaya başlamıştır.
Bütün bu düzenlemelerin sonucu olarak, ilk defa 2002 yılında hazırlanan sözleşme ile tütün üretiminde “sözleşmeli üretim modeli” uygulaması başlatılmıştır.
Sayıları 4-5’i geçmeyen, Tütün Ticareti Yetki Belgesine sahip firmalar; kanunun öngördüğü iki yöntemden biri olan “Yazılı Sözleşme Esası” ile tütün almayı tercih etmektedirler.
TEKEL’in alım garantisinin söz konusu olmadığı bu sistemde; alıcı firmalar çok uluslu sigara şirketlerinin sipariş miktarlarına göre tütün alacakları alanları belirlemekte ve daha sonra hedeflenen yerlerdeki üreticilerle dikimden önce miktar ve fiyat konusunda anlaşarak(!) “sözleşme” imzalamaktadır.
Gerekçeleri de, uyguladıkları bu yöntemin üreticilere fiyat ve Pazar garantisi oluşturulduğudur. Gerçek ise, sözleşme koşullarının belirlenmesinde tütün üreticilerinin hiçbir söz hakkı olmadığıdır. Sözleşme koşulları, çiftçi ve tüccar arasında karşılıklı anlaşma/uzlaşma sağlanarak değil, tüccarın isteğine göre belirlenmektedir. Örneğin fiyat, sınıflandırma, nevi tanımlamalarında üreticinin hiçbir söz hakkı yoktur.
Tütün üreticisinin önüne sözleşme koşulları, tütünün tesellümü aşamasında alıcı (tüccar) tesellümü yapmadan önce dayatılmaktadır. Tüccarın istediği koşullarda üretim yapmaktan kaçınan üreticinin tütününün alımında zorluklar çıkarılmakta ve üretici sözleşme yapmaya zorlanmaktadır.
Sözleşmeli üretimde, hiç bir üreticinin, alıcı firmanın belirlediği kiloya, fiyata parasını zamanında alamamasına itiraz etmesinin şansı bırakılmamıştır.
Tütün üreticisinin aleyhine hazırlanmış sözleşmelerden doğan haklarını bile savunabilmesi mümkün değildir. Çünkü itiraz mekanizmalarını bir üreticinin tek başına yürütebilmesinin yolu neredeyse tıkanmıştır. Ama alıcılar sözleşmeyi tütün üreticilerinin örgütleriyle değil, tek tek çiftçiler ile yapmaktadır. Tütün Yasasıyla birlikte tütün üst kurulu tarafından belirlenmesi kararlaştırılan hükümetlerin hiçbir biçimde üreticiden yana taraf olmadığı gibi garantör olarak da rol almadığı standart bir sözleşmeyle alım satımlar tek taraflı olarak gerçekleştirilmektedir. Tütün üreticisinin bu duruma itirazda bulunacak ne maddi olanağı, ne zamanı ne de tek başına cesareti yetebilir. Alıcılar (tüccarlar) arasındaki ilişkiler öylesine güçlüdür ki; gerektiğinde sorunlu ilan edilen bir üreticiyi her an tütün üretemez duruma düşürebilir. Alıcı firmaların hiçbiri sorunlu ilan edilen üreticiyle sözleşme imzalamayabilir.
Tütün Üreticisi, fiyat yönünden piyasada etkinlik gösteren sınırlı sayıdaki kişi ve kuruluşların tek yanlı saptadığı fiyatlara mahkum edilmiştir. Daha da kötüsü, TEKEL’in giderek etkinliğinin kırılması sonucu olarak;
• Tütün alımı yapan şirketlerin sayısı her geçen yıl daha da azalmakta, üreticiler daha az sayıda firmaya mahkum olmaktadır,
• Sigara üretimi yapan çok uluslu şirketler maliyetlerini azaltmak amacıyla tütün fiyatlarının düşürülmesi için baskılanma oluşturmaktadır. Bu yıl baskılanma o kadar güçlüdür ki, tütün üretmenin mümkün olmadığı sözleşme fiyatları bile nevi uygulamalarıyla daha da aşağı çekilmektedir
Sözleşmelerdeki yıllık bazdaki fiyat artışının enflasyon oranı kadar olması, üreticinin kazancının hiçbir zaman artmayacağı anlamına gelmektedir.
Oriental tütün üretimi iklim koşullarından büyük oranda etkilenmektedir. Oysa alıcı firmalar tütün üretiminin yapısından kaynaklanan riskleri üstlenmemektedir. Örneğin, bu yıl iklim koşullarının Oriental tütün için uygun olması nedeniyle, tütün üreticileri sözleşmede belirtikleri kilo’dan fazla tütün elde e
tmişlerdir. Bu üretim fazlaları, alıcı firmalar almadıkları için üreticinin elinde kalmıştır.
“Yazılı Sözleşme Esası”nın dışında diğer alternatif üretim ise piyasa fazlası olması riski taşıyan sözleşme dışı üretimde bulunmaktır. Sözleşme dışında üretilen tütünler, ancak tütün satış merkezlerinde alınıp, satılabilmektedir. Bunun dışında alım, satım yapılamamaktadır. Bu güne kadar, açık artırmalı satış yapabilecek Tütün Satış Merkezleri kurulamamıştır.
Sözleşme dışı üretilen tütünler, kurul kararıyla gerekli görülen yerlerde “Kataloğa Dayalı Açık Artırmalı Satış Yöntemi”yle satılabilmektedir. İlk uygulaması da 2002 tütünlerinde olmuştur.
Açık artırma başlangıç fiyatları, kurul tarafından tespit edilerek 8 Mayıs 2003 tarihli resmi gazetede yayınlanmış, bu tütünlerin pazarlanması için Tekel Yaprak İşletme Müdürlükleri geçici satış merkezleri olarak kabul edilmiştir. Alıcı firmanın isteği üzerine Akhisar, Aydın, Denizli, Eşme, İzmir, Manisa, Milas ve Saruhanlı’da kataloğa dayalı açık artırmalı satış yapılmıştır.
Firma; 1.993 üreticiden 1milyon 3bin 519kg tütünü 2 trilyon 232milyar 593milyon 711bin 572 TL bedelle satın almıştır.
Üreticinin yine de satamadığı tütünler içinse 4955 sayılı kanun resmi gazetede yayınlanmış; ilgili kanunda açık artırma başlangıç fiyatlarının %50’sinden aşağı olmamak şartıyla Tekel Müdürlüğünce satın alınması öngörülmüştür.
TEKEL A.Ş. ; 22.204 üreticiden 6milyon 663bin 146 kg tütünü 7trilyon 388milyar 881milyon 937bin TL bedelle satın almıştır.
Sözleşme yapmadan tütün üreten üreticiler perişan olarak, Açık Artırmalı Satış Merkezlerinde satılmak üzere tütün üretmenin ne kadar riskli olduğunu ve garantisi olmadığını görmüşlerdir. Sonuç olarak, üreticiler, sözleşme yapmadan tütün üretmekten uzaklaşmışlardır.
Sözleşme yaparak tütün üreten üreticiler için ise bu sistem örgütlü çokuluslu sigara şirketleri karşısında tam bir kölelik düzenine dönüşmüştür. Tütün üreticileri yabancı sigara şirketlerinin kölesi olmamak için vergisini verdiği devletini, oyunu verdiği hükümetlerini yanlarında görmemekte, görmek istemektedir.
Çiftçi Sendikaları Olarak Biz Ne İstiyoruz?
Biliyoruz ki, Türkiye tarım sektörünün geçmişten bu yana birikmiş, çözüm bekleyen birçok sorunu vardır ve bu sorunlar diğer ürün üreticileri gibi biz tütün üreticilerini de etkilemektedir. Sorunlar kısaca şunlardır:
• Türkiye’de tarımsal üretim planlaması yoktur. Üretim süreci plansız, programsız, dağınık ve belirsizdir. Üreticiler ise tamamen örgütsüz. Üretim, tek tek işletmeler halinde, bireysel, yalnız başlarına ve birbirlerinden kopuk üretim yapan çiftçilerin inisiyatifindedir. Çiftçiler de bir ürünü kimi yıl ihtiyacın çok üstünde, kimi yıl ise ülke ihtiyacının çok altında üretiyorlar.
• Tarım arazileri çok parçalıdır.
• Devletin çiftçilere ilişkin net bir örgütlenme politikası yoktur. Bu konudaki kamu yönlendirmeleri yetersizdir. Etkin-yaygın örgütlenme ve düzenli eğitim programları da uygulan(a)mamaktadır.
• Etkin bir kooperatifçilik olmadığı gibi, çiftçilerin mesleki örgütü Türkiye Ziraat Odaları Birliği kanunu ve mevzuatı ile Tarım Bakanlığının yan kuruluşu gibi işlevlendirilmiştir.
• Kamu tarımsal eğitim, öğretim ve öncülükten önemli ölçüde çekilmiştir.
Görülmek istenmese de, ne yazık ki; Türkiye gerçekleridir, bunlar. Tarım sektörünün birikmiş bu sorunlarını çözmeden küreselleşmeyle aşık atmaya kalkmak, flört etmek tarımı da tarımcıyı da büsbütün yok edecektir. Etmektedir de!
Peki, bütün bunlara karşın, yapılanlar nelerdir?
Türkiye’de yeni bir dönüşümün başlatılacağının kamuoyuna ilk duyuruluşu “24 Ocak Kararları” ‘yla olmuştur. Söz konusu kararların yaşama geçirilmesi ile birlikte Türkiye tarımı ve köylüsü en başta da tütün üreticisi için zor yıllar başlamıştır. 24 Ocak 1980’de IMF uyum programıyla başlayan tarımdaki değişim süreci 1999 yılı sonunda IMF ile imzalanan Stand-by antlaşması ve 2001 yılında Dünya Bankası ile imzalanan “Tarım Reformu Uygulama Projesi” ile devam etmiştir ve tarım sektörünün genelinde adım adım şu uygulamalar gerçekleştirilmiştir.
• Çiftçinin ürününü pazarlama ve fiyat garantisini oluşturan, onlara girdi desteği sağlayan Tarımsal Kamu İktisadi Teşekküller (KİT) özelleştirilmeye başlandı. Özelleştirilmeyenler de, TEKEL benzerinde olduğu gibi üretici çıkarına alım yapma görevinden alıkonuldu.
• Destekleme alımları azaltıldı. Çiftçilerin ürünlerinin alım fiyatlarının belirlenmesinden kamu çekildi.
• Çiftçi ürünlerinin fiyatları tek taraflı yalnızca alıcılar -tüccar ve sanayici- tarafından belirlenmeye terk edildi.
• Tarımsal ürün fiyatları baskı altına alınarak maliyetlerin altında belirlendi.
• Tarım kredi faizleri yükseltildi. Bu nedenle özellikle küçük çiftçiler çiftçiler üretmede güçlükler yaşıyor.
• Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri (TSKB) AŞ’lere dönüştürecek yasalar çıkarıldı.
• Tarımsal kamu yönetimi dağıtıldı.
• İç ticaret hadleri Cumhuriyet döneminde görülmemiş ölçüde tarımın aleyhine döndü(rüldü).
Bütün bu uygulamalar yapılırken, yani çiftçiler adına kararlar alınırken; çiftçilerin kendileri ise karar alma süreçlerinin dışında bırakıldı. Tarımın ve tarımcının aleyhine yönelik bunca yasa ve uygulamalar gerçekleştirilirken çiftçilerin de çıkarlarını koruyabilmesi düşünülmedi halen düşünülmemekte adlarına kararlar alınagelinmektedir. Çiftçilerin çıkarlarını koruyabilmesi amacıyla hiç bir mekanizma oluşturulmamakta, örgütlenmelerinin önü yasal düzenlemeler yapılmayarak tıkanmakta/ açılmamaktadır.
Çiftçilerin oylarını da alarak iktidar olan 1980 öncesindeki hükümetlerimiz, yukarıda sayılan çiftçilerin sorunlarını biriktirmeden çözmek yerine her yıl ve her seçim öncesi ürün taban fiyatları ile oynayarak yaptıkları destekleme alımları ile çiftçileri hem oyaladılar, hem de örgütsüz kalmalarını sağlayarak kendilerine bağımlı halde tuttular. Çiftçiler de hak alma ve arama mücadelesini yalnızca seçimden seçime oyları ile yaptılar.
Şimdi bu bağımlılık; dış dinamiklerin istemiyle hükümetlere dolayısıyla devlete olan bağımlılıktan çıkarılarak, çiftçileri yerli/ yabancı gıda ve tarım şirketlerine bağımlı hale getirecek olan “sözleşmeli üreticiliğe” dönüşmektedir. Devlet, yeni sistem olan sözleşmeli üreticilikte garantör rolü bile oynamamaktadır. Bu kez örgütsüz çiftçiler, hükümetleri tarafından örgütlü tüccar ve sanayicinin karşısında büsbütün korumasız olarak bırakılmaktadır.
Sözleşmeli çiftçilikle ilgili olarak; Celal Bayar Üniversitesi Alaşehir Meslek Yüksek Okulu öğretim görevlileri Yardımcı Doçent Dr. O. Murat Koçtürk Yardımcı Doçent Dr. A. Nuray Cebeci tarafından Manisa ilinde yürütülen “Türkiye’de Tütün Üretiminde Sözleşmeli Tarım” araştırmasında bazı sayısal veriler şöyledir:
• TEKEL’in özelleştirilmesi hususunda üreticilerin yüzde 87,5’u olumsuz görüş bildirmiştir.
• Yeni Tütün Kanunu öncesindeki pazarlama sisteminden (yani sözleşmesiz çiftçilikte) memnun olanların oranı yüzde 94,8’dir.
Aynı araştırmada; Türkiye Ziraat Odaları Birliği ile ilgili incelenen işletmelerin yüzde 87,5’i çiftçilerin mesleki örgütü olan Türkiye Ziraat Odaları Birliği’ni yetersiz bulmaktadır. Başarılı bulanları
n oranı sadece yüzde 1’dir.
Çünkü T.Ziraat Odaları Birliği Kanunu, çiftçilerin haklarını arama, koruma ve geliştirmeden çok Tarım Bakanlığının yan kuruluşu gibi işlev görecek şekilde düzenlenmiştir. Çiftçilere reva görülen bu yeni sistemde; T. Ziraat Odaları Birliği çiftçilerin haklarını koruyamadığını Tütün Yasası, Şeker Yasası, Tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi, zirai kredi faizlerin yükseltilmesi, desteklerin kaldırılması aşamasında -demokratik içerikten yoksun düzenlenmiş olan yasası gereği- mücadele edemeyişi ya da mücadelesinde başarılı olamayışıyla göstermiştir. Bütün bu nedenlerle araştırmada da görüldüğü gibi, çiftçilerin mesleki örgütleri olan T.Ziraat Odaları Birliği’ne güven eksiklikleri vardır.
T. Ziraat Odaları Birliği Kanunu çiftçilerin çıkarlarını koruyup geliştirme içeriğine kavuşturulmalıdır. Çiftçilerin sorunları mesleki örgütleri hakkındaki kanununun demokratikleştirilmesi ile bitebilecek kadar bir eksiklik değildir. Dünya ve ülkemiz tarımındaki yaşanılan/yaşatılan değişim çiftçiler için daha farklı enstrümanlara ihtiyaç duyurmaktadır.
Eğer çiftçilerin ürettiği ürünün satış fiyatının belirlenmesi ile alımından ve üretim girdilerinin sübvansiyonundan devlet kenara çekilmiş duruyorsa, çiftçilerin kendi çıkarlarını korumasını sağlayacak örgütlenmelerinin önünü açıcı yasal düzenlemeleri hükümetler yapmıyorsa orta yerde duran bir adaletsizliğe aldırmama umarsızlığı var demektir. Ama demokrasi ile yönetilen ülkelerde hükümetlerin farkında olduğu bir adaletsizliğe aldırmama değil, giderme yükümlülükleri vardır.
Bir işleyişte sözleşme varsa taraflar vardır. Taraflar adına onların çıkarlarını koruyacak örgütleri olmak durumundadır. AB’ye girme arzusunu körükleyen iç politikada AB’ye girişin önünün açıldığını bunu da demokratik atılımlar ile yaptığını söyleyen hükümetimiz ne yazık ki çiftçilerin (altında devletimizin imzası bulunan) uluslararası anlaşmalara göre kurmuş oldukları ürün bazındaki Üretici Sendikaları için iç hukukta düzenleme yapmayarak mahkemeler kanalıyla kapatılmasına zemin sağlamaktadır. İç hukuk düzenlemelerini yapmayan hükümetimizin AB konusunda söyledikleri ile uygulamaları arasında derin çelişkilerini gidermesini, öte yandan meclisteki tüm milletvekillerinin köylünün de vekilleri olduğunu hatırlatmaktan önce üzüntü duyduğumuzu belirterek bu konuda çaba harcamalarını bekliyoruz.
Üretici Sendikalarının iç hukuk düzenlenmesi için bekleme hakkını kullanan çiftçiler bu hakkının gerçekleşme arzusunun Meclisteki seçtiğimiz vekillerimiz tarafından seçimler öncesinde yerine getirilmesini, seçimlerde yerine getirilmeyecek vaat malzemesi yapılmamasını istemektedir/beklemektedir.
Kooperatifler bilindiği gibi şirketlere alternatif kurulan ekonomik örgütlenme biçimleridir. Ne yazık ki bu günkü işleyiş ve yönetim tarzıyla şirketlerden farklı, onlara alternatif bir örgütlenme biçimi olduğunu söylemek pek olanaklı değildir.
• Kooperatiflerin mevzuatları da çiftçileri koruyup kollayan yönlendiren biçimde düzenlenmiş değil. Örneğin; bir yıl kooperatife ürün vermeyen üreticilerin oy hakları ellerinden alınıyor. Bunlara çözüm bulmak yerine büyük çiftçiler teslim ettikleri ürünleri kendilerine oy verecek kişilere paylaştırarak teslim ettiriyorlar. Kooperatifçiliğin demokratiklik ilkesi olan “her üreticinin bir oy hakkının olması” ilkesi, böylelikle delinmiş oluyor. Bu ve diğer yollarla kendilerini sürekli yönetimlere seçtiriyorlar. Kooperatiflerin ortaklarına kar payı dağıtması konusunda ciddi bir yaptırım da yok. Birlik yöneticiliği, kooperatif yöneticiliği meslek haline gelmiş/getirilmiş. Hep aynı kişiler kendilerini seçtiriyorlar.
Bu kooperatifler bizim alın terimiz ve emeğimizle oluşturulmuştur. Tamam, üreticiler olarak devlet vesayeti kalksın istemiştik ama hep büyük ve aynı çiftçiler de yönetsin istemiyoruz. Ayrıca Tarım Satış Kooperatiflerinde kaldırılan devlet vesayeti sonra çıkarılan Üretici Birlikleri Kanununda yer verilmesi çelişkili olduğu kadar anlaşılır da değildir. Dolayısıyla Üretici Birlikleri Yasası geri çekilerek çiftçi örgütlerinin görüşleri alınarak ve çiftçilerin çıkarı doğrultusunda yeniden düzenlenmesi gerektiği düşüncesindeyiz.
Kangren haline dönüşmüş bir türlü çözülemeyen arazilerin küçük olması sorununun getirdiği dezavantajı kooperatiflerin avantajlı işletmelere dönüştürebilme ve tarımın şirketleşmesine de alternatif olma potansiyelini taşımaktadır. Bu durumun ülke yöneticileri ve bürokratları tarafından bilinmemesi ve görülmemesi mümkün olmayan dünyanın somut, ortak bilinen gerçekleridir.
Dünyanın küresel sermayenin istekleri doğrultusunda yeniden düzenlendiği bu süreçte Türkiye ve tarımı da buna koşut olarak yeniden yapılandırılmaktadır. Bu yeniden yapılandırma Türkiye tarımını tahrip etmekte, çiftçiliği ortadan kaldırıp yerine şirket tarımcılığını ikame edecek politikalar adım adım uygulanmaktadır. Oysa tarım bir kültür ve yaşama biçimidir. Şirketlere bırakılamayacak kadar hem üreticiler hem de tüketiciler için yaşamsal önemdedir. Mesleki ve ekonomik örgütlenmelerimiz eksiksiz işlese bile tarımın tahribatında uygulanan politikaların karşısında yetersiz kaldığı/kalacağı aşikârdır. Biz çiftçiler olarak çiftçilik yapma ve diğer tüm haklarımızı koruyup geliştirebilmek için ekonomik ve mesleki örgütlerimizin yanında ayrıca; mesleki, ekonomik, politik, sosyal ve demokratik örgütlere ihtiyacımız vardır. Bu örgütler de; çiftçilerin ürün bazındaki kurduğu/kuracağı sendikalarıdır.
Yukarıda da söylediğimiz gibi Tarımda Yeniden Yapılandırma adı altında; “örgütsüz köylü”, yerli ve yabancı “örgütlü tüccar ve sanayici” ile karşı karşıya -tek tek bireyler halinde- bırakılmıştır. Tüccar ve sanayici de, atomize edilmiş, dağınık, örgütsüz biz çiftçilere tek tip sözleşme ile sözleşmeli çiftçilik dayatmaktadır.
• Sözleşmeli çiftçiliğe mecbur edilen çiftçilerin adına sözleşme yapmak ve çiftçilerle sözleşme yapan işveren durumundaki sanayici ve tüccarın sözleşme koşullarına uymadığında sendika üyesi çiftçilerin hakkını aramak ve korumak için,
• Destekleme alımlarından ve destekleme alım fiyatı açıklamaktan çekilen kamunun yerine çiftçiler için referans fiyatları belirleyip açıklamak için,
• Tarımsal politikalar belirlendiğinde çiftçilerin haklarını gözeten bir yerden müdahil olup, çiftçilerin çıkarlarından yana politikaların belirlenmesinde etkin olmak için,
• Çiftçilerin üretim aracı olan toprak ve suyun kirletilmesine karşı etkin hukuksal ve demokratik mücadele vermek için,
• Çiftçilerin yalnız doğa koşullarına karşı çaresizliğinde ilaç olacak tarım sigortasının çiftçiler lehine ivedilikle düzenlenip çıkarılması için,
• Tüccarın vurgunculuğu ve dolandırıcılığına karşı çiftçileri koruyacak etkin bir yasanın çıkarılma mücadelesini vermek için,
• Kamunun tarımcıyı koruyucu, çiftçilere öncü, eğitici ve öğreticilik yapmasını sağlamaya yönelik demokratik mücadele yürütmek için,
• Çiftçilerin, eksiksiz sosyal güvenceye kavuşturulması için,
• Kısacası çiftçilerin üretebilmesini sağlamak ve üretmesinin önündeki oluşturulan ve oluşturulacak olan engelleri aşmak için, ürün bazında sendikal örgütlenmelere ihtiyaçları vardır.
Özetle; biz tütün üreticileri ve diğer meslektaşımız olan üreticiler üretmek istiyoruz. Üreterek ailemizi geçindirmek ve ülke ekonomisine katkıda bul
unmak istiyoruz.
İşte bu gerekçelerle ,15 Nisan 2004 tarihinde merkezi İzmir’de olmak üzere kurduğumuz “Tütün Üreticileri Sendikası” TÜTÜN-SEN’ olarak ;
• Tütün şirketlerinin dışarıdan getirdikleri tütünlerin miktar ve kalitelerini devletin denetlemesini,
• Şirketlerin sigara üretiminde kullanacakları Türk tütünün miktarını devletin çiftçi örgütleri ile birlikte belirlemesini ve şirketlerin de bu kararları uygulamalarının sağlanmasını,
• Türk tütününün fiyatını şirketlerin tek taraflı sözleşmeleri ile değil, çiftçi sendikaları ile şirket temsilcisi arasında toplu pazarlık usulü ile belirlenmesini,
• Tekel’in destekleme alımlarından çekilmesinden ve giderek her geçen gün etkinliğinin kırılmasından dolayı, şirketlerin artan fütursuzca davranışlarının ( örneğin: alıcı firmalar önümüzdeki yıl için bazı bölgelerde sözleşme yapmayacaklarını, tütününü 3 milyon liranın altında aldıkları üreticilerle sözleşme imzalamayacaklarını söylemektedirler. Açıklanan sözleşme fiyatlarıyla tütün üretmek mümkün değilken yedi nevi uygulamasıyla fiyatları daha da aşağıya çekmektedirler. Sözleşme fazlası olan tütünleri bu yıl almadıkları için tütünler üreticinin elinde kalmıştır.) önüne geçilmesini,
• Esas olarak Tekelin özelleştirme kapsamı dışına çıkarılmasını ve piyasayı çiftçi lehine düzenlemesi için destekleme alımları yapmasını, talep ediyoruz.
TBMM AB UYUM komisyonunda benimsenen önümüzdeki günlerde Genel Kurul’da yasalaşması beklenen tasarıda da tütün üreticilerinin lehine yeni bir düzenleme yapılmamıştır. Sözleşmeli üreticiliğe devam edileceği belirtilen tasarıda: “Sözleşmeli üretim esasına göre üretilen tütünlerin fiyatları, tütün mamulleri üreticileri, tüccarlar, üreticiler ve temsilcileri arasında varılan mutabakata göre belirlenecek” denmektedir. Burada tanımsız olan üretici temsilcilerinin üreticilerin kendilerinin kurdukları bağımsız örgütlenmeleri olması gerekmektedir.
Uluslar arası anlaşmalardan doğan örgütlenme haklarımızın yanında bugün üye olmak için var gücümüzle çalıştığımız AB’deki çiftçi örgütlenmelerine de baktığımızda Avrupa Birliğini oluşturan ülkelerin çiftçi örgütlerinden oluşan Avrupa Köylü Koordinasyonu’nu (CPE) oluşturan örgütler çiftçi sendikalarıdır.
Devletimiz tarafından imzalanmış bulunan uluslararası sözleşme ve belgelere dayalı olarak kurulmuş ve kurulmakta olan ürün bazındaki çiftçi sendikalarının, TBMM’nce sendikalar yasasının yeniden ele alınacağı önümüzdeki günlerde, değişiklik ve düzenlemeler yapılırken iktidarı ve muhalefeti ile iç hukukla uyumlu hale getirilmesini bekliyoruz.
Üretici Sendikalarına ilişkin yapılacak olan iç hukuk düzenlemesi yapılması en başta tütün üreticileri olan bizler ve bizimle birlikte ülke nüfusunun yüzde 33’ünü oluşturan meslektaşlarımız çiftçilerin özgürce örgütlenmelerinin önünün açılmasını diliyoruz.
Saygılarımızla…
ALİ BÜLENT ERDEM
TÜTÜN-SEN KURUCU GENEL BAŞKANI