İsrail’in Gazze, sonra da Lübnan’a yönelik, Financial Times tarafından bile aşırı, uluslararası anlaşmalara aykırı bulunan saldırısı yine şaşkınlık yarattı, yine, ”İsrail ne yapmaya çalışıyor?” sorusunu gündeme getirdi. Örneğin Washington Post , başyazısında, ”İsrail’in misilleme yapma hakkı var. Peki ya sonra?” diye soruyordu. Bir şaşkınlık kaynağı da Hizbullah’ın, bir hücumbotu, Hayfa’yı, hatta İsrail’in Mirond’daki çok gizli […]
İsrail’in Gazze, sonra da Lübnan’a yönelik, Financial Times tarafından bile aşırı, uluslararası anlaşmalara aykırı bulunan saldırısı yine şaşkınlık yarattı, yine, ”İsrail ne yapmaya çalışıyor?” sorusunu gündeme getirdi. Örneğin Washington Post , başyazısında, ”İsrail’in misilleme yapma hakkı var. Peki ya sonra?” diye soruyordu. Bir şaşkınlık kaynağı da Hizbullah’ın, bir hücumbotu, Hayfa’yı, hatta İsrail’in Mirond’daki çok gizli askeri tesislerini vurabilme kapasitesiydi. Bu uzun süreli, teknolojik düzeyi yüksek bir hazırlığa işaret ediyordu (R. Fisk, The Independent , 16/07).
Gözlerimizin önünde açılmaya başlayan bu süreci yeterince irdeleyebilmek için, taban tabana zıt, iki projeyi birden göz önüne almak gerekiyor: ”Büyük İsrail Projesi” ve ”İran’ın bölgesel hegemonya projesi” .
Gerçek hedef İran mı?
İki hafta önce, ”İsrail ne yapmak istiyor?” sorusuna, İsrail’in ”barış sürecini” tümüyle çökertmenin, Hamas’ı imha etmenin yanı sıra bölgede istikrarsızlığı arttırarak ABD’nin, yeniden benimsemeye başladığı ”realist” , ama ”Büyük İsrail Projesi” yle çelişen ”dış politikasını sabote etmeyi de amaçlıyor olabilir” diye cevap vermiştik. İsrail Lübnan’a saldırınca, uluslararası medyada kimi yazarlar, özellikle de 1996’da Natenyahu için hazırlanan ”Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm” başlıklı, altında, JINSA, AEI gibi kuruluşların yönetimlerinden, Perle, Colbert, Feith, Wurmser gibi etkin neoconların imzalarının yer aldığı belgeye gönderme yaparak benzer bir kuşkuyu dile getirmeye başladılar. Çünkü Suriye, Irak ve Iran gibi ülkelerin İsrail için tehdit oluşturmaktan (rejim değişikliği yoluyla) çıkarılmasını, Oslo sürecinin tasfiye edilmesini öneren bu belge ”Büyük İsrail Projesi” nin master planıydı. Neoconlar açısından da, bir ABD imparatorluğuna giden ilk adımı olarak tasarlanan, ”Büyük Ortadoğu Projesi” yle örtüşüyordu.
Bu açıdan bakınca, İsrail’in Gaza saldırısının şiddetinin, Suriye’yi denklemin içine çekme çabalarının, sert bir tepkiye yol açmayı amaçlamış, bu tepkinin de en büyük olasılıkla Hizbullah kanadından geleceğini hesaplamış olduğunu düşünebiliriz. Bu varsayım, bizim için gelişmelere ilişkin önemli ipuçları da verebilecek bir perspektif yaratabilir.
”Büyük İsrail Projesi” ne bakınca, gelinen noktada, Irak’ın artık bir tehdit oluşturmadığını, İran sınırında dost bir yapının (Kürt bölgesi) oluştuğunu, Suriye’nin Lübnan’dan çıktığını görüyoruz. Öyleyse sırada, İran olmalı. Ancak bu sırada ABD’de, İngiltere’de askeri, diplomatik çevrelerden gelen, İran’ın tepki gösterme, misilleme yapma kapasitelerine ilişkin saptamalara dayanan şiddetli itirazlar bu olasılığı azaltmaya başladı. ABD dış politikasında, ”realist” yaklaşıma doğru geri dönüş anlamına gelen bir değişiklik başladı. Halbuki ABD’nin İran’ı vurması İsrail açısından yaşamsal bir öneme sahipti. Eğer, İsrail önce Hamas, Hizbullah gibi, İran’ın misillemede kullanabileceği güçleri etkisizleştirirse Suriye’yi, Kürt bölgesinde de bir çatlamaya yol açacak bir erken çatışmaya sokarak İran’ı destekleyemeyecek konuma iterse, Irak’ta Sadr’ ı ve milislerini, hazır olmadıkları bir anda ABD’ye tepki göstermeye zorlarsa (Nitekim Sadr cuma günü yaptığı açıklamada bu yönde işaretler veriyordu – New York Times ), İran’ın misilleme olasılıklarını büyük ölçüde zayıflatabilirdi. Dahası, hele İran, Suriye’yi korumak için devreye girerek (nitekim, İran da bu yönde açıklamalar yapmaya başladı – Haarezt ) tüm dünya kamuoyunun tepkisini çekebilir, bir ABD-AB ittifakı kolaylaşırken Rusya ve Çin’in İran’a yönelik yaptırımlara itiraz etmeleri zorlaşırdı. Bu denklem başarıyla çözülürse, Hizbullah ve Hamas’ın tasfiye, Suriye’nin sterilize edildiği bir ortamda, ABD’nin İran’a saldırması olanaklı hale gelecek, İsrail sağının ”Büyük İsrail” ve neoconların ”imparatorluk” projelerinin önü yeniden açılacaktı…
Ya İran, İsrail’e tuzak kurduysa?
Şimdi, son gelişmelere bir de İran’ın ”hegemonya projesi” açısından bakalım. ABD’nin Irak işgali, bölgede İran’a tehdit oluşturan tek Arap ülkesini saf dışı bıraktığı gibi, bir Şii devleti, hatta Suudi Arabistan’ın petrol bölgesinden, Lübnan’a kadar uzanan bir ”Şii çemberi” olasılığını gündeme getirdi. İran’a yönelik en büyük tehdidi oluşturan ülkeyi, ABD’yi hem Irak’a, bir ikinci işgale kalkamayacak biçiminde sapladı hem de İran’ın etki alanı içine soktu.
Şimdi gelinen noktada İran’ın ”hegemonya projesi” açısından üç önemli hedef düşünülebilir. Birincisi İsrail’i zayıflatmak. İkincisi, uluslararası düzeyde siyasal İslam içinde, El Kaide düşüncesine kaptırdığı ideolojik, etik liderliği geri almak. Üçüncüsü, ABD ve Avrupa’nın dikkatlerinin Ortadoğu’da başlayan kargaşa üzerine yoğunlaşmasından yararlanarak nükleer enerji alanında, belki de nükleer silah yapabilecek kadar zaman kazanmak… Bu hedefler açısından bakarsak, İsrail’in Gazze saldırısının, İran’a beklediği fırsatı yarattığını düşünebiliriz. Hizbullah’ın asker kaçırma operasyonu, İsrail’i hem ikinci bir cephede savaşmaya hem de Lübnan’da, bir ”asimetrik savaşı” kabul etmeye zorladı. Bu nedenle de kimi yorumlarda, ”İran İsrail’e tuzak kurdu” ( Boston Globe , 13/07), ”İsrail, Lübnan belasının içine geri çekildi” ( The Times , 13/07) başlıkları vardı.
Bu iki cephede savaş, hatta Irak’ta Sadr’ın ABD’yi hedef alarak devreye girmeye başlaması, ABD ile İsrail arasındaki, geçen aylarda, özellikle Walt ve Miersheimer’in ”İsrail lobisi” üzerine hazırladıkları rapor etrafında kopan fırtınayla, zaten daha önceleri olmayan bir boyut da kazanan ilişkileri de iyice zorlayacak. İsrail’in Gazze ve Lübnan saldırılarının dünya ekonomisi üzerindeki etkileri de çok önemli. Lübnan saldırısının ilk üç gününde Dow Jones yüzde 3.2, Nasdaq yüzde 4.3, S&P 500 yüzde 2.3 değer kaybetti, Asya ve Avrupa piyasalarında da benzer sarsıntılar yaşandı; petrolün varil fiyatı ilk kez 78 doların üzerine çıktı. Wall Street Journal, CBS Market Watch, Financial Times , neden olarak Ortadoğu’daki istikrarsızlığı gösterdiler: Açıkça söylenmese bile, İsrail’in kendi güvenliğine ilişkin başlattığı operasyon, uluslararası mali sermayenin, dünya ekonomisinin güvenliğini tehdit etmeye başlamıştı. Buna karşılık, 78 dolar petrol İran’ın gelirlerini arttırırken piyasalarda kriz yaratma, dolayısıyla petrolü daha etkin bir silah olarak kullanma kapasitesini de güçlendirdi. Sonuç olarak, şu anda yaşanan gelişmelerin, İsrail’in hem insani, ekonomik kaynaklarını hem de uluslararası desteklerini (ABD ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkileri), tahammül sınırlarını aşacak düzeyde zorlarken İran’ın manevra alanını genişletecek yönde ilerlediği de söylenebilir.
Ancak trajik olan şu ki her iki proje de birer ”salto-morte” (ölümcül atlayış). Üstelik, ölümcül tehlike salt atlayışı başlatanlar için değil, atlayıştan etkilenecek olan Arap, İsrail, Kürt, Türk, halkları için de son derecede, hatta mutlaka çok yakın bir düzeyde yüksek.
Cumhuriyet 17.07.2006
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA