Ulusal Ekonomi Konseyi Başkanı, Bush ‘un 33 yıllık yakın arkadaşı Allan Hubbard Türkiye için, ”Stratejik konumuna baksanıza. Hayati önem taşıyor” diyormuş. Medyamızın değerli yazarları da bu önemi ilişkilerin ”yoluna konması gerektiğini” vurguluyorlar. Ama, önce bu ”Yaşamsal önem, pratikte ne anlama geliyor?” , ”Bu önemin içeriği karşımıza hangi biçimlerle çıkabilecek?” diye sormak gerekmez mi? Ortak vizyon […]
Ulusal Ekonomi Konseyi Başkanı, Bush ‘un 33 yıllık yakın arkadaşı Allan Hubbard Türkiye için, ”Stratejik konumuna baksanıza. Hayati önem taşıyor” diyormuş. Medyamızın değerli yazarları da bu önemi ilişkilerin ”yoluna konması gerektiğini” vurguluyorlar. Ama, önce bu ”Yaşamsal önem, pratikte ne anlama geliyor?” , ”Bu önemin içeriği karşımıza hangi biçimlerle çıkabilecek?” diye sormak gerekmez mi?
Ortak vizyon
Bu önemin içeriğini kısmen de olsa Dışişleri Bakanı Gül ‘ün çarşamba günü Washington’da imzalayacağı ”ortak vizyon belgesinde” bulmak olanaklı. Medyada aktarılanlara göre: ”Türk-Amerikan Stratejik Ortaklığını İlerletme Amaçlı Ortak Vizyon ve Yapılandırılmış Diyalog” başlıklı belgenin birici bölümü, ABD ile Türkiye’nin bölgede demokrasinin ve istikrarın güçlendirilmesi, Arap-İsrail ilişkileri, terorizmle mücadele, NATO’nun transformasyonu, enerji güvenliği konularında askeri ilişkilerden kamu diplomasisine kadar ortak bir vizyona sahip olduğu saptanıyor. İkinci bölümde de bu ortak vizyonun yönetilmesi, yakından denetlenmesi amacıyla bir kurumsal çerçeve oluşturuluyor.
”Bir emperyalist güç ile bir çevre ülkesi arasında bir vizyon ortaklığı ne kadar olabilir” sorusuna, sanırım, ”kurt ile kuzu arasındaki kadar” diye cevap verilebilir. ”Bu çok kapsamlı ve belli ki belirleyici olacak bir içerik; imzalanmadan önce Meclis’te konuşulması ve onaylanması gerekmez miydi?” gibi bir soru da sorulabilir. Ama bence biz, keyfimizi kaçırabilecek sorularla hiç vakit kaybetmeyelim. Asıl önemli olan şu: Artık yalnız değiliz! AB bizi hâlâ oyalayadursun, biz ABD ile adeta bir ”özel statü” anlaşması imzalıyoruz. Artık sırtımız yere gelmez. Sırtımız yere gelmez ama, Ortadoğu’da yüzükoyun çamura batmayacağımızın bir garantisi yok. Öyle ya; ABD bizden ne isteyecek? Biz neden bu kadar önemliyiz?
Savaş davullarının sesine kulak verirsek Irak’ta savaş devam ediyor. Bir İran savaşı olasılığı var. İsrail ordusu Gazze’ye girdi. Olaylar, pazartesi günü vurguladığım gibi henüz açıklığa kavuşmamış bir yönde ilerliyor. Bu savaşların haberini getiren davulların sesinde bence ilginç mesajlar olabilir.
Daha önce aktardığım gibi ABD’de Dışişleri Bakanı Rice ‘ın önderliğinde bir politika değişikliği yaşanıyor. Ama bu henüz tamamlanmış bir süreç değil; neo-conların ( Cheney, Rumsfeld çizgisi) bir karşı atağıyla geri çevrilme olasılığı var. Örneğin, önceki pazar Richard Perle (Savunma Politikası Paneli’nden, yolsuzluk iddialarından dolayı istifa etmek zorunda kalmıştı), Washington Post’taki yazısında, Rice’ın İran politikasını sert bir dille eleştirerek teslimiyetçilikle suçlamıştı.
Ama esas belirleyici olan sahadaki gelişmeler. İsrail son operasyonuyla Suriye ve İran’ı, 11 Eylül sonrasında Afganistan’ı tanımlayan ”terorizme yataklık yapan ülke” çerçevesi içine oturtmaya çalışıyor. Nitekim, ABD temsilcisi Bolton , BM Güvenlik Konseyi görüşmelerinde Suriye ve İran’ı terorizmi desteklemekle suçladı. Pazartesi günü gazeteler, Başbakan Olmert ‘in Rice’a ”kaçırma olayının çözüme ulaşmasında anahtar ülke Suriye” dediğini (Haaretz), Savunma Bakanı Peretz ‘in Suriye’nin yanı sıra İran’ı da suçladığını, Suriye Başbakanı’nın ise Hamas’a baskı yapmayacaklarını açıkladığını (Yedioth Ahranot) bildiriyorlardı. Lübnan’da Daily Star, Dürzilerin lideri Canbolat ‘ın da ”Suriye, El Kaide ihraç ediyor” dediğini aktardı. Sana Abdullah imzalı bir UPI yorumu, bölgedeki ”Haydut devletlerin (İran ve Suriye-E.Y.) son olayların içine çekilebileceğine” dikkat çekiyordu. Haaretz’den Zvi Barel ‘in yorumuysa (30/06), Suriye’deki Hamas lideri Halit Meşal ‘in aslında sunulduğu kadar önemli olmadığını, olup bitenden haberi olmayabileceğini, ama İsrail’in, ”Lübnan, Suriye ve İran arasında gidip gelen” Meşal’in ismini öne çıkarmaya karar verdiğini düşündürüyordu.
Şimdi, aramakta olduğumuz cevaba biraz daha yaklaşabilmek için bu verilere, Seymour Hersh ‘ün The New Yorker’deki son yazısını (03/07) ekleyelim. Hersh yazısında üç noktayı öne çıkarıyor. Bush yönetimi için İran’a yönelik bir askeri operasyon hâlâ güçlü bir olasılık. Pentagon bu olasılığa karşı çıkıyor ama tartışmayı kaybetmeye başlamış olabilir. Üçüncüsü, Pentagon, bu saldırıya misilleme olarak İran’ın sayıları 100 bine ulaşabilecek gönüllü bir güçle Irak’a girmesinden çok korkuyor. Bu koşullarda, ABD askerleri, İran’la maliyeti çok yüksek olabilecek bir sıcak temasa girmek zorunda kalacak. Öyleyse, ABD’nin, bu araziye uyumlu, hızla devreye girebilecek güçlü bir desteğe gereksinimi olacak…
[email protected]
Cumhuriyet 05.07.2006
GLOBALPOLİTİKÜLTÜR
ERGİN YILDIZOĞLU