Hizbullah’ın “maceracı” eyleminin gerisinde İran’ın Arap devletleri ve İsrail’e karşı bölgesel güç gösterisi girişimi var. İsrail’in acımasız saldırıları Filistin’de El-Feth’e Hamas’ı, Lübnan’da Sünni hükümete Şii Hizbullah’ı ezdirme hesabına dayanıyor. İtalya’da yayımlanan günlük Liberazione gazetesinden Paola Mirenda’nın Fransa’da yaşayan Lübnanlı siyasal bilimci Gilbert Achcar’la(*) 15 Temmuz’da yaptığı, İsrail’in Lübnan ve Filistin’e saldırısı, saldırıya gerekçe gösterilen Hizbullah […]
Hizbullah’ın “maceracı” eyleminin gerisinde İran’ın Arap devletleri ve İsrail’e karşı bölgesel güç gösterisi girişimi var. İsrail’in acımasız saldırıları Filistin’de El-Feth’e Hamas’ı, Lübnan’da Sünni hükümete Şii Hizbullah’ı ezdirme hesabına dayanıyor.
İtalya’da yayımlanan günlük Liberazione gazetesinden Paola Mirenda’nın Fransa’da yaşayan Lübnanlı siyasal bilimci Gilbert Achcar’la(*) 15 Temmuz’da yaptığı, İsrail’in Lübnan ve Filistin’e saldırısı, saldırıya gerekçe gösterilen Hizbullah ve Hamas eylemleri ve çatışmanın gelişme olasılıklarına ilişkin söyleşiyi İngilizce çevirisinden aktarıyoruz.
Geçtiğimiz Çarşamba’dan bu yana İsrail ordusu Lübnan’da üslenen bir komando grubunun iki askerini kaçırdığı ve yedisini de öldürdüğü gerekçesiyle Lübnan’a kuşatma uyguluyor ve ülkeyi bombalıyor. İsrail’in orantısız tepki göstereceği tahmin edilebiliyordu. Ya Hizbullah’ın eyleminin arkasındaki politik ve stratejik hedefler neydi?
Hizbullah’ın gerekçe diye gösterdiği birden çok şey var. İlk gerekçe tutukluların serbest bırakılmasını sağlamak –İsrail’in elinde birkaç Lübnanlının olduğu sanılıyor ancak bunların yalnızca ikisinin İsrail tarafından resmen tutuklandığı biliniyor. Buna ek olarak 10 bin dolayında da Filistinli tutuklu var. Ayrıca esin kaynakları Hizbullah’ınkine benzeyen Filistin’deki Hamas iktidarıyla dayanışmak ve Gazze’de süre giden saldırılara tepki göstermek. Elbette İsrail’in, başka bir askerinin kaçırılmasına tepki olarak Filistin’e yaptıkları düşünülünce mantıken böyle sert bir misillemede bulunacağını beklemek gerekirdi.
Bu bunalımın birçok boyutu var: Uluslararası gözlemciler, olan bitenlerde muhtemelen Suriye ve her şeyin ötesinde İran’ın bölgesel güç dengesi hesaplarının rolü olabileceğini tartışıyor. Hizbullah’la ilişkisi “uluslararası komünist hareket” dönemindeki Moskova’nın komünist partilerle ilişkisine benzeyen Tahran, epeydir Sünni İslam kamuoyunu yanına çekmek amacıyla rakip Arap devletleriyle anti-İsrailcilik yarışında. İran Devlet Başkanı Ahmedinejad’ın seçildiğinden bu yana verdiği kışkırtıcı demeçler bu oyunun bir parçasıydı. Bu da nükleer silah üretimi konusunda üzerindeki ABD baskısı durmaksızın artan Tahran’ın Washington’a karşı koyma stratejisiyle örtüşüyor. Ancak, hangi gerekçeyle olursa olsun Hizbullah’ın yaptığının bir güç denemesini tetiklediği ve bunun da, kendilerine verebileceği zararlar bir yana, daha şimdiden Lübnan’a çok pahalıya patladığı ortada.
Bu güç denemesi İsrail’e mi yoksa Lübnan’ın içine mi yönelik?
En başta İsrail’e yönelik. Çünkü, İsrail, eylemleriyle, İster Filistin’de ister Lübnan’da olsun, direniş hareketlerini çökertmeyi deniyor. Son olaylar hem Hizbullah’ı hem Hamas’ı çökertmek için bir gerekçe olarak kullanıldı. İsrail saldırısının şiddeti bu bağlamda anlaşılmalı. İsrail tüm nüfusu rehin alıyor. Bunu daha önce Filistin’de yapmıştı. Şimdi de Lübnan’da yapıyor. Beyrut havalimanını bombaladı, Lübnan’ı ablukaya aldı ve bütün bunları Lübnan devletinin değil, bir Lübnanlı grubun eylemini gerekçe göstererek yaptı. İşin aslı, İsrail, orantısız bir tepkiyle tüm Lübnan nüfusunu rehin alarak, hasımlarının ayaklarının altından halıyı çekmeyi ve iç güçleri onlara karşı harekete geçirmeyi amaçlıyor.
Ama, İsrail’in hedefi gerçekten buysa, geri tepebilir. Çünkü bu çapta bir askeri harekat beklediğinin tam tersi sonuç verebilir ve halkı Hizbullah’tan çok İsrail’e karşı bileyebilir. İsrail’in tepkisinin kıyıcılığı, havalimanının kapanması, denizde uygulanan abluka halkı İsrail’e karşı bir ayaklanmanın çevresinde birleştirebilir.
Hizbullah’ın gerçek politik hesabının ne olduğunu bilmiyorum ama Lübnan’ı daha önce birçok kez istila etmiş olan İsrail’in büyük çaplı bir tepki göstereceğini kesinlikle bekliyorlardı. Bu nedenle, eylemlerinde önemli ölçüde “maceracılık” var. Eylemlerinden doğacak risklerin bütün toplumu tehdit ettiği göz önünde tutulursa “maceracılık” daha da belirgin olarak ortaya çıkıyor. Büyük askeri gücünü ve zalimliğini bildikleri İsrail’e karşı saldırıya geçerek büyük risk aldılar ve Lübnan halkı bedelini kendi ödeyeceği yeni bir savaş ve istiladan Hizbullah’ı sorumlu tutabilir.
Bununla birlikte, durumun topyekun kötüleşmesinin asli sorumlusunun İsrail olduğunun altını çizmek gerekir. Son zamanlarda Gazze’de giriştiği eylemlerle insanları isyan ettiren İsrail, Filistinli bir grubun bir askerini kaçırmasına misilleme olarak onlarca Filistinliyi öldürdü. İsrail cezalandırılma korkusu olmaksızın Filistinli sivilleri canı istediği gibi kaçırıp esir alabilir ama Filistinliler değiş tokuş için bir asker kaçırdığında sınırsız şiddete başvurmaktan, bütün halkı rehin almaktan, bütün dünya gözü açık seyrederken yoğun nüfusun yaşadığı Gazze şeridini bombalamaktan kaçınmaz. Bölgedeki istikrarsızlığın başlıca kaynağı ABD’nin Irak’ta sergilediği kibirli ve kıyıcı tavrın aynısını sergileyen İsrail’in tavrıdır.
Hizbullah’ın eylemi karşısında Lübnan hükümetinin konumu nedir? İsrail, Lübnan Başbakanı’nın reddetmesine karşın bu eylemi hükümetin sorumluluğunda görüyor.
İsral’in politikası, dediğim gibi, ülke nüfuslarının tamamını rehin almaya dayanıyor. Filistinlilere bunu yaptı. Lübnan olayında bu daha da açıkça gerçekleşti. Hizbullah’ın Lübnan hükümetinde yer aldığı gerçek olsa da, gücü çok sınırlı ve Hizbullah aslında muhalefette, Lübnan hükümetinin çoğunluysa ABD’nin müttefiki. Şimdi bu hükümet, Bush yönetiminin, Lübnan halkının kaderini, sadece Suriye’ye karşı çıkması gerekince dert edindiğini, ABD’nin Lübnan’la ilişkisinin riyakarlıktan başka birşey olmadığını boylu boyunca görme fırsatı bulacak. İsrail’in, Hizbullah eylemiyle arasına mesafe koymasına karşın, bugünkü Lübnan hükümetini bu eylemden sorumlu tutması, bir yandan İsrail’in dikta siyasetini, öte yandan da Lübnanlıları, şimdi Filistinlileri olduğu gibi bir iç savaşa sokmaya kararlı olduğunu gösteriyor. Her iki durumda da İsrail, toplumun bir kesimini -Filistin’de El-Feth’i Lübnan’da hükümetin çoğunluk kanadını- İsrail’in baş düşmanları Hamas ve Hizbullah’ı yok etmek ile yok olmak arasında bir seçime zorluyor.
Hamas ve Hizbullah arasındaki ilişkiler nasıl?
İdeolojileri yakın ve İsrail’e karşı radikal bir muhalefet sürdürüyorlar. Hamas Sünni, Hizbullah ise Şii. Ama ikisi de İran ve Suriye’yle ittifak halinde. Bu, İsrail’e karşı bir tür bölgesel ittifak. Hizbullah İsrail’in 1982’de Beyrut’u işgalinden sonra doğdu. Hamas ise 1987-88’deki ilk intifada döneminde. Her ikisinin de temel varlık nedeni İsrail’e karşı koyuş, topraklarındaki işgalcilere karşı ulusal mücadele, ortak düşman İsrail ve onun arkasındaki ABD’ye karşı savaş.
Irak’taki Şii-Sünni çatışması o ülkeye özgü yerel bir bölünmeden doğuyor. Ancak bölgenin geri kalanında bu o kadar derin bir ayrılık sayılmaz. Benzer bir bölünme geçen yıl Lübnan’da da, ama çok daha az çatışmalı bir biçimde ortaya çıktı. ABD ve Suudi Arabistan’ın müttefiki Hariri önderliğindeki Sünni çoğunluk Suriye’yle ittifak halindeki Hizbullah’ın başını çektiği Şiilerle karşı karşıya geldi. Ama bu ayrılık Irak ve Lübnan gibi Şii ve Sünni cemaatlerin bir arada yaşamadıkları ülkelerde önem taşımıyor. Filistin’deyse Şii yok denecek kadar az.
Hizbullah, Hamas’la, Filistin Kurtuluş örgütü yada Arafat liderliğindeki F
ilistin Yönetimi’yle karşılaştırılamayacak kadar yakın bir dayanışma içinde. Hizbullah Arafat’a hiç sempati beslememişti, Mahmud Abbas’a ise hiç mi hiç beslemiyor. Abbas’ı, ya Filistin davasına ihanet etmekle ya da İsrail’e Hamas kadar güçlü karşı çıkmamakla suçluyorlar. Hamas’ın seçimlerden başarıyla çıkması İran ve Hizbullah tarafından bir zafer olarak karşılandı ve kesilen Batı yardımının telafisi için Filistinlilere yardım öneren ilk ülke İran oldu.
Lübnan halkı olan bitene ne tepki gösterecek? Hizbullah halkın desteğini mi kazanacak yoksa halk başına gelenlerden onları mı sorumlu tutacak?
Hizbullah doğal olarak Şiiler arasında kitle desteğine sahip. Şiiler Lübnan’daki cemaatler arasındaki en büyük azınlık. Ancak cemaatlerin hiçbiri çoğunluk oluşturmuyor. Ama Sünni azınlığın büyük çoğunluğunun Hizbullah’ın eylemini Hamas ve Filistin halkıyla dayanışma olarak gördüğü muhakkak. İsrail tepkisinin zalimliği de bu dayanışmayı artırıyor. Öte yandan Hizbullah’a karşı Şiiler dışındaki azınlıkların -Hıristiyan Maruniler, Dürziler, Sünniler vb.- geniş kesimleri arasında düşmanlık artabilir. Çünkü bu topluluklar, Hizbullah’ın kendilerine danışmadan yaptığı tercihle varlıklarını tehlikeye attığını ve onun seçiminin bedelini ödemek zorunda kalacaklarını düşünecekler. Risk, Lübnan’daki mezhep ayrılıklarının derinleşmesi ve sonunda yeni bir iç savaşa kapı açması.
Burada belirleyici soru şu: Lübnan hükümetinin çoğunluk kanadı, iç savaş pahasına İsrail diktasına boyun mu eğecek, yoksa önceliğin İsrail saldırganlığına karşı koymak ve ülke birliğini sağlamak olduğuna karar mı verecek. Şimdilik ikinci seçenek geçerli gibi görünüyor. Bunun devamını ummak isterim. İsrail’in çifte saldırısına karşı uluslararası protesto da ortak direnişin güçlenmesine katkıda bulunacaktır.
_____________________
(*) Gilbert Achcar Lübnan’da doğup büyüdü. Paris-VIII Üniversitesi’nde siyaset bilimi dersleri veren Achcar’ın son yapıtları arasında Eastern Cauldron (“Doğu Kazanı”; 2004), The Israeli Dilemma (“İsrail İkilemi”; 2006) ve Noam Chomsky ile Orta Doğu üzerine diyaloglarının derlendiği “Barbarlıklar Çatışması” (Sahibini Arayan Barış, der: Masis Kürkçügil, Everest yay., İst., 2002.) sayılabilir. Achcar’ın Perilous Power (Tehlikeli İktidar) başlıklı kitabı ise yakında yayınlanacak.
BİA Haber Merkezi
17/07/2006