Son yıllarda Latin Amerika’daki sol eğilim üzerine yapılan tartışma solda olmanın anlamı üzerine dünya çapında varolan kafa karışıklığını yansıtmaktadır. Bu kafa karışıklığı dünyadaki politik fikirlerin tüm tarafları arasında mevcuttur. Bununla ilgili çeşitli açıklamalar getirilmiştir. En açık sebep farklı insanların sola gidişatın ölçütü olarak farklı şeyleri kabul etmesidir. İkincisi, bu gibi politik eğilimlerin hiçbirinin mükemmel bir […]
Son yıllarda Latin Amerika’daki sol eğilim üzerine yapılan tartışma solda olmanın anlamı üzerine dünya çapında varolan kafa karışıklığını yansıtmaktadır. Bu kafa karışıklığı dünyadaki politik fikirlerin tüm tarafları arasında mevcuttur. Bununla ilgili çeşitli açıklamalar getirilmiştir. En açık sebep farklı insanların sola gidişatın ölçütü olarak farklı şeyleri kabul etmesidir. İkincisi, bu gibi politik eğilimlerin hiçbirinin mükemmel bir doğrusallıkta olmayışıdır. Her zaman iniş çıkışlar gösterirler fakat bu genel bir eğilim olmadığı anlamına gelmez. Üçüncü sebep, politikacıların farklı dinleyicilere farklı dillerde hitap etmede sahip oldukları kötü şöhrettir; fakat bu, ayırt edici noktaları anlayamayacağız demek değildir.
Ölçütler arasından ayırt etmemiz gereken ilk şey; söz konusu yönetimin jeopolitik sorunlardaki duruşu üzerine mi yoksa iç politikası üzerine mi konuştuğumuzdur. Kuşkusuz bu ikisi birbirine bağlıdır. Fakat bununla birlikte yönetimler her zaman tutarlı değildirler. Latin Amerika için ana jeopolitik sorun Birleşik Devletlere karşı tutum ve onunla ilişkilerdir. Bu konuda Latin Amerikalı devletlerin çok büyük bir çoğunluğunun 2000’den beri hatırı sayılır bir mesafe aldığı neredeyse kesindir. İnanmayan ABD Dışişleri Bakanlığı’na sorabilir. Onlar, ABD’nin sesinin artık, bir zamanlar olduğu gibi itibar ve korkuyla dinlenmediğinin kesinlikle farkındalar. Burada kastedilen Chavez’in sert söylemlerinden fazlasıdır. Bunu Ekvador’daki mevcut hükümetin hayli merkezci görüşlerinde ve tutarsız faaliyetlerinde bile görebilmekteyiz. Sağcı adayların Kolombiya haricinde seçim kazanamadıkları açık bir gerçektir. Henüz on yıl öncesine kadar böyle bir şey yoktu.
Bakılması gereken ikinci şey muhtelif yönetimlerin Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Birleşik Devletlerin serbest ticaret için sunduğu çoklu öneriler karşısındaki duruşudur. Eğer WTO hâlihazırdaki müzakerelerde felce uğratılmaktaysa, IMF on yıl öncekinden çok daha az önemliyse ve Birleşik Devletler Amerikalar Arası Serbest Ticaret Bölgesinde (FTAA) planında gelişme sağlayamıyorsa bu büyük oranda Latin Amerika’daki çeşitli “merkez-sol” hükümetlerden dolayıdır. Bunu yapan sadece Küba değil, Brezilya ve Arjantin’dir de. Peru’da bile, (açıkça Chavez tarafından kabul edilen) Ollanta Humala’yı mağlup eden, son derece merkezci taze başkan Alan Garcia, zafer sonrası ilk bildirisinde Peru’nun bir önceki hükümetinin Birleşik Devletler ile müzakere etmekte olduğu ikili serbest ticaret antlaşmasının her maddesini eleştirel olarak gözden geçireceğini söyledi.
Latin Amerika’nın yeni döneminin çeşitli sol yönetimlerini eleştirenler bunların jeopolitik tutumlarından çok, ülke içinde yaptıkların üzerinde durmaktadırlar. Belli bazı kritik “iç” meseleler vardır. Bunlardan ilki sözde yerli (Kızılderili) nüfusun haklarıdır. Bu, iki asırdan fazladır Latin Amerikalı ülkelerin siyasal bir sorunudur. Fakat günümüzde bunların haklarına dair bir kırılma noktası oluşmaya başlamıştır. Bu büyük bir oranda, bu toplulukların artan farkındalığının ve politik mobilizasyonunun sonucudur.
Kuşkusuz bu, ülkeden ülkeye değişir ve yerli nüfusun gücü halen kısmen demografik gücüne bağlıdır. Yine de olanlar dikkate değerdir. Birçok ülkede yerli kökenli başkan adayları seçilmiştir. Yerlilerin mobilizasyonu, bizzat bu kökenden gelen Evo Morales’in Bolivya’da seçilmesinde önemli bir faktördür. Yine bu mobilizasyon Ekvador’un da geleneksel sağ politik duruşunu devam ettirmesini zorlaştırmıştır. Bugün Zapatista isyanı tarafından temelden değiştirilen durum kapsamında yaşayan ve işleyen aşikâr Meksika örneğinden de söz etmeden geçemeyiz. Şili gibi yerli nüfusun daha az olduğu bir ülkede bile bunların mücadelesi şimdi hükümetin uğraşması gereken büyük bir sorun haline gelmiştir.
İkinci sorun çoğu kez birincisiyle sıkı bir bağlaşıklık içinde olan toprak reformudur. Sola yöneliş kavramına soldan gelen eleştiriler burada muhtemelen en güçlü halini alır. Bu durum, Partido dos Trabahadores (PT) (Brezilya İşçi Partisi’nin ç.n.) bazı ciddi reformları başaracağına dair sözünden dönmesinde geçerlidir. Dolayısıyla en önemli destekçisi Movimento dos Sem Terras (MST) (Topraksızlar Hareketi ç.n.) PT’den her geçen gün daha da uzaklaşmıştır. Diğer yandan, yeni Bolivya hükümeti toprak reformunu geliştireceklerini henüz bildirmiştir. Eğer gerçekleştirirse bu diğer ülkelerdeki benzer hareketler için büyük bir itici güç olacaktır.
İç meselelerin üçüncüsü doğal kaynakların (sadece madencilik ve enerji değil aynı zamanda suyun) kontrolüdür. Bu her zaman büsbütün ulusallaştırma demek değildir, fakat önemli ölçüde devlet kontrolü ve yaratılan gelirin önemli bir miktarına ulus için el konulması anlamındadır. Burada da ufak ufak, her ne kadar çoğu kez yavaş da olsa bir hareket vardır. Birilerinin, korumacılık çağrılarını, sadece, çokulusluların bugün artık iyi geçinmek zorunda olduklarını bildikleri bir gerçeklik şeklinde okumaya ihtiyacı vardır. Geçen yıllarda kolayca kendi dostlarına hükümet darbeleri düzenlettirebiliyorlarken Venezüella’nın gösterdiği üzere bu oldukça zorlaşmıştır.
Dördüncü iç mesele yönetimlerin önemli ek kaynakları her düzeyde eğitime ve sağlıkla alanlarına ne ölçüde dağıttığıdır. Burada da, her ne kadar hükümetin kaynak yetersizliği -diğer alanlardaki önlemlerle giderilebilir- sebeplerden biri olsa da toprak reformunda olduğu gibi, sonuç şimdiye kadar sınırlıdır. Bu hesapta peşin hükümlü olmamalıyız.
Sonuncusu, ordunun ulusal karar alma süreçlerine direkt müdahalesinin ne kadar kısıtlandığı sorusudur. Latin Amerika, kısa zaman önce Birleşik Devletler tarafından desteklenen darbelerin, işkencede uzmanlaşmış askeri yönetimlerin yaşandığı çağdan bugün gerçekten çok farklıdır. Orduların kışlalarına dönünce kendileri için düzenlediği aflar yavaşça ve dikkatlice ama şimdiye kadar gerçekten başarılı şekilde feshedildi.
Öyleyse genel olarak durum nedir? Latin Amerika kuşkusuz daha öncekine göre sola gitmiş durumda. Bunun önümüzdeki on yılda sürüp sürmeyeceği, büyüyüp büyümeyeceği, hem dünya’nın evrimleşen jeopolitik tablosunun hem de Latin Amerika’daki sol sosyal hareketlerin ne derece bağlılığını koruyup berrak programlar yürüteceğinin belirleyicisidir.
[binghamton.edu adresinden Sendika.Org için Açalya Temel tarafından çevrilmiştir]