Biz, İskoçya kökenli bir tekstil firması olan Castleblair’in işçileriyiz. 90 yıllık bir firma olan Castleblair dünyanın en önemli mağazacılık gruplarından Marks&Spencer’ın üreticisi. 35 ülkede 700’ün üzerinde mağazası olan Marks&Spencer fiyatları daha düşürelim dediği için Castleblair, İskoçya’daki fabrikalarını kapattı ve işçi sınıfının daha örgütsüz olduğu, ücretlerinin çok daha düşük olduğu ülkelerde fabrikalar kurmaya başladı. Türkiye İstanbul […]
Biz, İskoçya kökenli bir tekstil firması olan Castleblair’in işçileriyiz. 90 yıllık bir firma olan Castleblair dünyanın en önemli mağazacılık gruplarından Marks&Spencer’ın üreticisi. 35 ülkede 700’ün üzerinde mağazası olan Marks&Spencer fiyatları daha düşürelim dediği için Castleblair, İskoçya’daki fabrikalarını kapattı ve işçi sınıfının daha örgütsüz olduğu, ücretlerinin çok daha düşük olduğu ülkelerde fabrikalar kurmaya başladı.
Türkiye İstanbul Kıraç’ta bulunan fabrika da Castleblair için bu açıdan paha biçilmez kaftandı. Ancak işler patronların istediği gibi gitmedi; çünkü biz Castleblair işçileri olarak DİSK Tekstil sendikasında örgütlenmeye başladık. Bu örgütlenme yoğun mücadeleler sonucunda başarıya ulaştı. Fakat işveren örgütlülüğü dağıtmakta karalıydı. Çünkü Marks&Spencer maliyetleri düşürmek ve daha fazla kâr etmek için buraya gelmişti. Saldırıları yoğunlaştırdı. İşten atılmalar yaşandı. Kapının önünde bir dizi arkadaşımız mücadeleyi sürdürdü. Sendikanın da destek vermemesi sonucunda arkadaşlarımız işten atıldılar
Sözleşmede Hiçbir Kazanım Yok!
Sendikalaştığımız zaman koşullarımızın daha iyi olacağını düşünmüştük. Ancak şartlarda değişen bir şey olmadı. İki yıl önceki kötü sözleşmenin ardından DİSK/Tekstil’den Muharrem Kılıç koşullarınızı bir dahaki sözleşmede düzelteceğiz demişti. Aradan 2 yıl geçti. Yeni sözleşme geldi. Ama Kılıç sözünü tutmadı. İşverenin yüzde “0” (sıfır) önerisini işçilere kabul ettirmeye çalıştı. Bizleri ikna edemeyince ilk altı ay için yüzde 4, ikinci altı ay için yüzde 3 önerisi geldi. Bir önceki sözleşmeden de kötü bir sözleşme önümüze getirildi. Ve sendika tarafından da başka çaremiz yokmuş havası yaratıldı.
Sadece düşük ücret nedeniyle değil, ikramiyelerin durumu, performans değerlendirmeleri gibi konularda da işverenin çok geri taleplerle gelmesi nedeniyle bu sözleşmeyi kabul etmeyeceğimizi açıkladık. Sendika ise oldu bittiye getirip sözleşmeyi imzalamak istiyordu. Bizim tepkimiz karşısında işveren 35 işçiyi diğer işçilerden ayırarak fabrikanın üst katına çıkardı. Amacı bizi bölmek ve dağıtmaktı. Sendika yöneticileri ise bu olaya her zamanki gibi işverenin hakkıdır, kanunsuz bir şey yapmayın diyerek patronun rahat davranmasının önünü açmış oldu.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi işveren işten çıkmak isteyen arkadaşlarımıza kıdemlerini ödemeye başladı. Bu nedenle birçok arkadaş istifa etti. Patron ayrıca bizi sıkıştırmak için ücretlerimizi de ödememeye başladı. Amaç belliydi, parasızlıkla bizi sıkıştırıp, tazminatımızı alıp gitmemiz istiyordu. Belli ki patron örgütlü, deneyimli işçilerden kurtulursa sendikayla anlaşıp işçileri rahat rahat sömürmeye devam ederim diye düşünüyordu. Ve yaklaşık son 3 aydır bizler avanslarımızı, maaşlarımızı ve vergi iademizi alamıyorduk.
Eylemler Artıyor
Bu duruma karşı işyerinde ve dışarıda eylemlere başladık. İşverenle sendika arasındaki görüşmelerde de uyuşmazlık kararı çıktı. Arabulucu sürecinden de bir sonuç alınamadı. Patronun makinelerin bir kısmını dışarıya çıkarmak istemesi üzerine fabrikanın üst katına çıkarılan bizler üretimi durdurduk. Alt kattaki arkadaşlarımız da bize katıldı. Patron da buna cevap olarak 31 kişiyi senelik izne çıkarmak istedi. Biz çalışmak istediğimizi söyledik. Ama sendika ve işyeri temsilcileri her zamanki gibi patronun yanında saf tutarak bizleri yalnız bırakınca bizlerde izinleri bir şartla kabul ederiz dedik ve verilmeyen tüm haklarımızı istedik. İçeride kalmış hakların verilmesi kaydıyla 33 arkadaşımız izne çıktı. Bizse ertesi gün kapının önüne geldik. İçeriye girmeye çalıştık. Jandarma ve özel güvenlikler girmemizi engellemeye çalıştı. Sendika yöneticisi Muharrem Kılıç, bu patronun yasal hakkıdır diyerek, işçileri koruyacağına patronu korudu. Biz, kararlı bir şekilde kapıları zorlayarak içeri girdik. Bizim içeri girmemiz yasaktı. Ancak patronun aylardır paramızı ödememesi serbestti.
Aynı gün işverenin makineleri kapıya yanaştırması üzerine fabrika önünde nöbet tutmaya başladık. O gün bugündür de fabrika önünde 24 saat nöbet tutuyorduk. Aynı hafta Perşembe günü bütün sendikacıların ve işçilerin katıldığı bir toplantı yapıldı. Toplantıda sözleşme sandığa getirildi. 43 işçi sözleşmeye “hayır” derken 18 işçi “evet” dedi. Bu greve “evet” anlamına gelen bir oylamaydı.
Sendika Oyalıyor
Bu karara rağmen sendika grev kararını asmadı. Patronla uzlaşmaya çalıştı. İşçilere neredeyse hiçbir katkı sunmazken süreci işverenin istediği gibi sürdürmeye çalışmanın yanı sıra danışmanlık hizmetinde de kusur etmedi. Muharrem Kılıç işçileri değil ama patronu çok daha iyi temsil ediyordu. İşveren ücretlerimizi ödemezken, işyerinden istifa edenlerin parasını ödenmeye devam etti. Bu aslında örgütlülüğümüzün her gün daha fazla erimesine neden oluyordu. Bir yandan belirsizlik, bir yandan parasızlık dayanma gücümüzü kırmaya başladı. Sendika ve temsilcileri, işçilerin işten çıkmaların teşvik ediyorlardı. Hatta bazı siyasi grup temsilcileri daha önceki deneyimlerde Muharrem Kılıç tarafından ihanete uğramalarına rağmen bugün bu sendikacının yanında saf tutmalarının bizce açıklanabilir bir yanı yoktur.
Sendikacıların bu fabrikada patronla anlaşmalı bir şekilde örgütlü işçi istemedikleri açıkça ortadadır. Çünkü ilk sözleşme döneminde de aynı oyun sahnelenmişti. Söz konusu sözleşme sabahı 6 mücadeleci işçi işten atılmış ve sendikacıların cevabı: patron yasal haklarını verdikten sonra biz bir şey yapamayız olmuştu. Patron ve sendikacılar belli ki aynı oyunu sahneye koydular.
Biz ise, bu belirsizliğe dur demek ve örgütlülüğü savunmakta kararlıydık. Aç da kalsak mücadeleyi sonun kadar götürecektik. Patronla işbirliği yapan sendikacılara, onların borazanlığını yapan temsilcilere ve hatta sendika ağalarıyla iyi ilişkiler geliştirmek için patron sözcülüğüne soyunan bazı siyasi işçilere rağmen mücadelemizi onurlu bir şekilde vermekte kararlıyız.
İşvereni sıkıştırmak ve belirsizliği ortadan kaldırmak için sendikamıza gittik. Ağalardan bu işi sonuçlandırmalarını istedik. Patronun merkezine Yenibosna’ya gittik. Patron paramızı 2 gün sonra ödeyeceğini söyledi; ancak ne 2 gün sonra ne de sonraki günlerde ödemedi. Biz de eylemlerimizi sürdürdük. Patron-sendika işbirliği sonucunda onlarca arkadaşımız istifa etti. Geriye yaklaşık 20 kişi kaldık. “Sınıf sendikacılığı” yaptığını söyleyen bazı siyasi işçiler de tazminatlarını alıp çekip gittiler. İşçi arkadaşlarımızı istifa ettirip tazminatlarını aldırtmaya çalışan temsilcilere inat DİSK’e gittik ve grev kararını asmalarını istedik. Süleyman Çelebi bizleri görünce birden bire ortalıktan kayboldu. Muharrem Kılıç ise bizlere “gidin paranızı alın, fabrika kapanacak” dedi. Bizler de “o zaman patronun fabrikayı kapatacağına dair gönderdiği kağıdı görmek istiyoruz” dedik. Sendikacının cevabı, patron böyle bir kağıt vermek zorunda değil şeklinde oldu.
Sendikadan sonra toplu olarak patronla görüşmeye gittik. Patrondan paralarımızın yatırılmasını istedik. Patron, “para yok, fabrika kapanacak” dedi. Bizde, “kapanacaksa yasal prosedürü uygulayın, gerekli yerlere bildirimde bulunun” dedik. Patronun cevabı, “biz bildirimde bulunacaktık ama sendikacılar istemediler” dedi. Birincisi, şimdi sendikanın neden işçilerin işten ayrılması için baskı yaptığı ortaya ç
ıkmış oldu. İkincisi bu nasıl bir sendikal anlayıştır ki sendikacı patrona bu konuda kefil olabiliyor? Bu kefil olmanın diyetini bizler mi ödeyeceğiz?
Patron ve sendikacılar mücadeleci işçilerden kurtulmak için elbirliğiyle iyi çalıştılar. Sendikacıların yanında saf tutan sözüm ona siyasi çevre ise bundan sonra kimin yanında saf tutacağını böylece belli etmiş oldu. Bunu işçi sınıfı adına yaptığını sanan anlayışı kınıyoruz. Muharrem Kılıç’ın ipliği de ayrıca pazara çıkmış oldu. Peki, DİSK Tekstil neden grev kararını asmamıştır? Neden bizleri oyalamıştır? O da mı işçilerin örgütlülüğünün dağıtılmasından yanadır? Bütün işçiler ayrıldıktan sonra sözleşmenin imzalandığı mı söylenecekti? Patronun amacı belli, örgütlü işçileri işten atmak, yani örgütlülüğü dağıtmak. Yoksa işverenin DİSK Tekstil sendikası ile bir sorunu yok. Sorunu bizle, yani mücadeleci, örgütlü işçilerle mi?
Biz, bu mücadelemizi sadece kendimiz için değil, bölgedeki tüm işçiler için verdik. İşverene, sendikaya ve tüm bozgunculara rağmen inatla bu mücadeleyi gücümüz oranında sürdürme kararlılığını gösterdik. Üç aylık parasızlığa, belirsizliğe, her tür saldırılara rağmen gücümüzün sonuna kadar inatla direndik.
Bizler, direnen onurlu işçiler olarak mücadelemizi burada noktalamak zorunda kalıyoruz. Patronun, patrona danışmanlık yapan sendika bürokratlarının ve sendika koltuğu heveslisi siyasi anlayışların bu mücadeleye verdikleri zararı ise tüm işçi ve emekçilere anlatmayı bir görev biliyoruz.
Bugüne kadar bizimle birlikte olan ve/veya destek sunan tüm işçi sınıfı dostlarına teşekkür ederiz.
Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz, Yaşasın İşçilerin Birliği
Castleblair İşçileri
30.06.2006
Protestolarınız için:
Castleblair Group LTD Victoria Works, Pilmuiir St. Dunfermline, United Kingdom
Tel:44 01 383 731551
Fax:44 01 383 723836