Son olarak onu gözyaşları içinde gördük. Yüzü, içinde sürüklendiği duygu selinin gücüyle buruşmuş, gözleri iyice kısılmış, besbelli hâkim olamadığı gözyaşları yanaklarından inci gibi süzülüyor. Siz de benim gibi tuhaf bir duyguya kapılmışsınızdır mutlaka. İşte Cemil Çiçek de; o yüzünden genellikle mesafeli bir öfke, derin bir küçümseme okunan, neredeyse dişlerinin arasından konuşan Adalet Bakanımız da duygulanır, […]
Son olarak onu gözyaşları içinde gördük. Yüzü, içinde sürüklendiği duygu selinin gücüyle buruşmuş, gözleri iyice kısılmış, besbelli hâkim olamadığı gözyaşları yanaklarından inci gibi süzülüyor.
Siz de benim gibi tuhaf bir duyguya kapılmışsınızdır mutlaka. İşte Cemil Çiçek de; o yüzünden genellikle mesafeli bir öfke, derin bir küçümseme okunan, neredeyse dişlerinin arasından konuşan Adalet Bakanımız da duygulanır, kimi durumlar karşısında gözyaşlarına mani olamazmış.
Bu hayatımız üstünde çok önemli bir ağırlığı olan değerli siyasetçi devlet adamını ağlatan neydi dersiniz. Önce Cemil beyle tanışma serüvenimizi bir hatırlayalım.
Siyasete 1983 yılında ANAP’tan girdi. 91’de bıraktı. 1995’te bıraktığı yerden devam etmeye kalktı ama iki yıl sonra ANAP’tan ihraç edildi. 1998’de Fazilet Partisi’ne girdi.
Parti kapatılınca bağımsız kaldı. AKP’nin kuruluş çalışmalarına da katıldı. Yozgatlı bir köylü çocuğu olarak başladığı serüveni belediye başkanlığından parti genel başkan yardımcılığına, milletvekilliğinden bakanlığa kadar taşıdı. 90 yılında Aileden Sorumlu Devlet Bakanı olarak gözü dönmüş bir coşkuyla kurtarmaya çalıştığı ailenin ve ona tehdit oluşturan cinselliğin tanımlarıyla sivrildi. Arzuladığı gençliği açıklarken, “Gelenek ve göreneklerimizi benimsemiş, toplumda sorumluluk duygusunu taşıyabilecek bir gençlik” diyor, “Gençliğimiz bu belirttiğiniz noktaların neresinde?” sorusunaysa, “Henüz çok gerisinde. Zaten 12 Eylül onun için yapılmıştır. Ve nitekim 12 Mart’ta Atatürk ilkelerini tespit komisyonu kurulmuştur.
12 Eylül’den sonra da bu konuda çok büyük konuşmalar yapılmıştır” cevabını veriyordu. “Bizi Türk milleti olmaktan çıkaracak davranışları cinsellik adı altında tasvip etmemiz mümkün değildir. Siz Fransız değilsiniz. Türk olduğunuza göre Türk gibi düşünmek zorundasınız” sözleriyle dünyayla nasıl bir alışverişi olduğunu açıkça ortaya koyuyordu.
Ona kalırsa, flört fahişelikti. Sözleri geniş bir kesimde infial uyandırınca açıklamada bulundu. “Sözlerim evlilik niyetlisi olmayan gençlerle alakalıdır. Flört adı altında evliliğe alternatif olarak sunulmak istenen gayrimeşru cinsel ilişkilere karşıyım.” Çünkü, “Aile güçlü olmazsa devlet de güçlü olmaz”dı.
Daha o zamandan yatak odamıza burnunu ve sopasını sokan bu adamın bize biçtiği hayal modeli üstüne yeterince aydınlanmıştık.
Neden sonra karşımıza Adalet Bakanı olarak çıktı. AB’le uyum paketlerini ardı ardına sıralayan bir hükümetin Adalet Bakanı.
Bu, Türk olduğumuz için Türk gibi düşünmek meselesi, söz konusu uyum programı sırasında sıkça karşımıza çıktı. Sözgelimi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “Türkiye’de din ve ahlak eğitim ve öğretimi” konusundaki kararı karşısında geçtiğimiz ay Cemil Çiçek, “AİHM kararı Türkiye realitesine uygun mu, bilmiyoruz. Sorunu çözmeyebilir” dedikten sonra dayanamayıp baklayı ağzından çıkarıverdi: “Giderek öyle bir hal alıyor ki, İnsan Hakları Mahkemesi ‘dertlere deva, hastalara şifa, borçlulara eda’ mahkemesi haline getiriliyor. Kanserin çözümü de orada aranılır hale getirildi.”
Bakanın esprili yaklaşımı Türkiye’nin ta 1987 yılında AİHM kararlarına uyma taahhüdünde bulunmuşluğu gerçeğini örtbas edemiyor. O taahhüt de realiteme uyana uyar, uymayana posta koyarım şeklinde değildi.
Arabulucu
Cemil Çiçek hakkında birkaç yıl önce şöyle yazmışım: “Cemil Çiçek, AKP’yle ordu arasında gölge arabulucu olarak duruyor. Bu konudaki yeteneği sınırsız. Askerin tepkisini yumuşatma konusunda kıvrak zekâsını kullanarak iş bitiriyor. Geçmişinden de aldığı dersler sonucunda fevri, sert çıkışlardan kaçınıyor. Uyum paketinin hazırlanma sürecinde aslen temsil ettiği tutucu milliyetçilere 8. maddeyi kaldırıyoruz ama daha iyisi var. 311-312 ne güne duruyor” diyor. Sezer’in veto gerekçesine yol gösteren de sevgili bakanımız Çiçek. 312. madde her pakette değiştiriliyor. 159. madde üç kez değiştiriliyor. Dernekler Yasası dört kez değiştiriliyor. Statüko sözcüsü Çiçek, aslında hiçbir şey değişmesin diye çırpınıyor. Namlı Dönmezer’le birlikte hazırladığı Ceza İnfaz Yasası’yla bir zamanlar toplum vicdanında ağır yaralar açmış olan ‘tek tip elbise’ konusunu ısıtıp yeniden gündeme getiriyor. Mahkûmların okudukları kitaplardan duvarlarına asacakları resimlere kadar her şeyi kapsayan bir sıkıdüzen yaratma peşinde. ‘Sessiz protesto’da bulunanlara bir yıl gecikmeli tahliye de onun katkılarından.
Hazırlattığı yeni Türk Ceza Kanunu tasarısında evlilikte tecavüz ‘Aile mahremiyetine karışılmaz’ gerekçesiyle suç tanımına girmiyor. Tecavüz ettiğiyle evlenene ceza yok. Kadınlar tecavüzcüleriyle mesut bir hayat sürebilir. Kaçırılan ya da tecavüze uğrayan kadın bakire değilse tecavüzcünün suçu hafifliyor. Ve daha nice göz kamaştırıcı ufuk turları. Bu tasarıyı savunurken de Çiçek, “Herkesi memnun edemeyiz ki” dedi. Belki derin bir nefes alıp içinden, “Hele kadınları memnun etmek kolay mı?” demiş olabilir.
Ankara muhabirimiz Adnan Keskin, Bakan’ın bir başka marifetini ortaya çıkarmıştı. İşkencenin kökünü kazımaya yemin eden Bakanımız, 1980 darbesinden hemen sonra gözaltında işkenceyle öldürülen öğretmen Cengiz Aksakal’ın biri üstteğmen diğeri assubay olan işkencecilerine verilmiş olan 2 yıl 1’er aylık cezayı bozmak ve hükümlülerin yeniden yargılanmasını sağlamak amacıyla yazılı emirle başvuruda bulunmuş. Yargıtay reddetmiş. Kabul etseydi, dava uzayacak, ceza 25 yıllık zamanaşımından ortadan kalkacaktı. Üstelik bu yazılı emri verdiği günlerde memleketimizde Manisalı gençlere işkence davası tartışılıyordu. Çok özel koşullarda başvurulan yazılı emir hakkını Çiçek daha önce de Susurluk mahkûmu emekli yarbay Korkut Eken lehine kullanmış, o zaman da Yargıtay tarafından reddedilmişti.
Sorunun cevabı
Terörle Mücadele Yasası’nı boynu bükük, bize yakınarak ama çaresizliğini de belirterek ilan eden Cemil Çiçek, bu resimde “Cezaevi sözü içime dokunuyor. Burası konukevi” dediği F tipi hücrelerde sonsuz işkence koşulları altında yaşayan insanlara değil, tecritte ölüme-intihara sürüklenenlere değil, ölüm orucunda sönüp giden hayatlara değil, yargının hal-i pür melâline hiç değil, o sırada istismarına tanıklık ettiği bir kız çocuğuna ağlıyor. Hayır, yanlış anlamayın. 4 yaşında bir kız çocuğunun 38 dizelik bu okunaksız şiiri korkunç bir sirk gösterisi gibi ezbere ve el-kol-gırtlak hareketleriyle boğula boğula okuması karşısında dehşete kapılarak ‘kim bu çocuğa bu işkenceyi reva gören münasebetsiz’ diye haykıracağına o bebeğin yansıladığı duygu hallerinden etkilenmiş, ona ağlıyor. Nüfusun en az yüzde doksan dokuzunun mümkün değil anlayamayacağı ağdalı dizeleri kendisine öğretilmiş seferberlik gırtlağıyla papağan usulü haykıran bu çocuk onu utandırmıyor, güldürmüyor, bu durumun sorumluları onu kızdırmıyor. ‘Yüce Türk adaleti’nin önde gelen temsilcisi, ancak böylesine yüz kızartıcı bir gösteri karşısında duygulanabilen bir muhterem. Ona bu durumun gayriahlaki, gayriinsani olduğunu anlatabilir miyiz sanıyorsunuz? Kendisi, “Kuran kursuna gidecek öğrencilerin en az 12 yaşında olması”na ilişkin yasayı da fevkalade bir mantıkla eleştirmişti. “Niye çocuk İngilizce, keman kursuna gidebilir de Kuran kursuna gidemez” diyordu.
4 yaşında çocukların sıktıklarında şüheda fışkıracak topraklar üstünde, başlarını bağlayıp bilmedikleri bir dilden ezberlerl
e dinle tanışmalarında bir beis görmüyor. Sorumlusu olduğu tecrit düzeni durmadan insan öğütüyor. Bakan, 4 yaşında bir çocuğun hamasi duygu taklidine ağlıyor.