Henry Luce 1941’de Yirminci Yüzyılı Amerikan yüzyılı ilan etti ve o gün bugündür çoğu analist bunu kabul etti. Kuşkusuz yirminci yüzyıl sadece Amerika’nın yüzyılı olmaktan fazlasıydı. Asya ve Afrika’nın dekolonizasyonunun yüzyılıydı. Hem faşizmin hem de komünizmin siyasal hareketler olarak geliştiği, hem Büyük Buhranın yaşandığı hem de dünya-ekonominin İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinden sonraki 25 yıl içinde […]
Henry Luce 1941’de Yirminci Yüzyılı Amerikan yüzyılı ilan etti ve o gün bugündür çoğu analist bunu kabul etti. Kuşkusuz yirminci yüzyıl sadece Amerika’nın yüzyılı olmaktan fazlasıydı. Asya ve Afrika’nın dekolonizasyonunun yüzyılıydı. Hem faşizmin hem de komünizmin siyasal hareketler olarak geliştiği, hem Büyük Buhranın yaşandığı hem de dünya-ekonominin İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinden sonraki 25 yıl içinde inanılmaz ve benzersizce genişlediği yüzyıldı.
Fakat bununla birlikte Amerikan yüzyılıydı. Birleşik Devletler 1945-1970 arası dönemin şüphesiz hegemon gücü oldu ve dünya-sistemi kendi zevkine göre şekillendirdi. Birleşik Devletler dünya-sistemin ekonomik olarak önde gelen üreticisi, başat politik gücü ve kültürel merkezi oldu. Kısacası Birleşik devletler en azından bir süreliğine her şeyi yönetti.
Şimdi Birleşik Devletler gözle görülür bir düşüş içinde. ABD müesseselerinin resmi çizgisi bunu gayretle reddetse de ya da Dünyadaki solun belli bir oranı Birleşik Devletler’in hegemonyasının sürdüğünü iddia etse de her gün daha çok analist bunu açıklamaya isteklidir. Fakat her taraftan açık görüşlü realistler ABD yıldızının sönmekte olduğunu kabul ediyorlar. Öyleyse tüm ciddi kehanetlerin temelinde yatan soru, yirmi birinci yüzyılın kimin yüzyılı olduğudur.
Henüz 2006’dayız ve bunu kesin olarak cevaplamak için kuşkusuz biraz erken. Fakat bununla birlikte siyasi liderler her yerde bu cevaplar üzerine iddialarda bulunuyorlar ve politikalarını buna göre şekillendiriyorlar. Başka Bir ifadeyle; dünyanın örneğin, sadece 2025’te neye benzeyeceği sorusuna karşılık en azından akla uygun bir şeyler söyleyebiliriz.
Dünyanın 2025’te neye benzeyeceği sorusuna temelde 3 grup cevap verilebilir. Birincisi Birleşik devletlerin son bir yükselişe geçeceği, son bir uyanış gerçekleştireceği ve ciddi bir askeri rakibin yokluğunda hâkimiyetinin devam edeceğidir. İkincisi Çin’in dünyanın süper gücü olarak Birleşik Devletler’in yerini alacağıdır. Üçüncüsü, dünyanın anarşik ve oldukça güvenilmez çok kutuplu bir düzensizlik arenası olacağıdır. Bu üç tahminin her birinin inandırıcılığını gözden geçirelim.
Birleşik Devletler zirvede mi? Bundan şüphe etmek için üç sebep bulunmaktadır. Birincisi ekonomiktir. ABD dolarının dünya-ekonomide yegâne para birimi olarak kırılganlığıdır. Dolar bugün Japonya, Çin, Kore ve diğer ülkelerin aldıkları tahvillerle desteklenmektedir. Bunun böyle sürmeyeceği kuvvetle muhtemeldir. Dolar önemli ölçüde düştüğünde bu kısa bir süre için mamul malların satışını arttırabilir fakat Birleşik Devletler dünya serveti üzerindeki hâkimiyetini ve çabuk ve önemli bir bedel ödemeden açığı genişletme yeteneğini kaybedecektir. Yaşam standardı düşecek, içeriye -Euro ve Yen dahil- yeni rezerv para akışı olacaktır.
İkinci sebep askeridir. Afganistan ve özellikle Irak son beş yılda uçaklara, gemilere ve bombalara sahip olmanın yetmediğini göstermiştir. Bir ulusun ayrıca yerel direnişin üstesinden gelmek için çok büyük bir kara kuvveti olmalıdır. Birleşik Devletler’in böyle bir gücü yoktur ve iç politik sebeplerden ötürü olmayacaktır. Bu nedenle böyle savaşları kaybetmeye mahkûmdur.
Üçüncü sebep siyasaldır. Dünyanın her yerindeki uluslar şimdi Birleşik Devletler’e meydan okuyabilecekleri mantıksal sonucuna varmaktadırlar. En son örneği ele alalım: Rusya, Çin ve dört merkez Asya cumhuriyetini bir araya getiren ve Hindistan, Pakistan, Moğolistan ve İran’ı da içine alarak genişlemek üzere olan Şanghay İşbirliği Örgütü. Birleşik Devletler’in İran yönetimi aleyhinde dünya çapında bir kampanya düzenlemeye çalıştığı şu sıralarda İran örgüte davet edildi. Boston Globe bunu tam bir “anti-Bush ittifakı” ve “jeopolitikte tektonik bir değişim” olarak tanımladı.
Çin 2025’te zirvede olacak mı? Çin’in ekonomik olarak işleri kesinlikle yolunda, askeri gücünü epeyce genişletiyor ve sınırlarından çok uzakta ciddi bir siyasal rol oynamaya bile başlıyor. Çin kuşkusuz ki 2025’te çok daha güçlü olacak, ne var ki Çin’in üstesinden gelmesi gereken üç sorun vardır.
Birinci sorunu içseldir. Çin politik olarak istikrarlı değildir. Tek partili yapı ekonomik başarının getirdiği güce ve kendi lehine milliyetçi duyguya sahiptir fakat nüfusun geride bırakılmış yarısının ve içsel politik özgürlüklerinin sınırları konusunda da öbür yarısının mutsuzluğuyla karşı karşıyadır.
Çin’in ikinci sorunu dünya-ekonomiyi ilgilendiriyor. Çin’deki tüketimin (beraberinde Hindistan’da da) inanılmaz şekilde büyümesi dünya ekolojisini ve sermaye birikimi olanaklarını yıpratacaktır. Birçok tüketici ve üretici bunun dünya çapındaki kar oranları üzerindeki şiddetli yansımalarını yaşayacaklardır.
Üçüncü sorun Çin’in komşularıyla ilgilidir. Çin Tayvan’la yeniden birleşmeyi başarırsa, Kore’nin yeniden birleşmesinin düzenlenmesine yardımcı olursa ve Japonya ile (psikolojik ve politik olarak) anlaşmaya varırsa, hegemonik bir konum üstlenebilecek birleşik bir Doğu Asya jeopolitik yapısı oluşabilir.
Bu üç sorunun da üstesinden gelinebilir fakat kolay olmayacaktır. Çin’in 2025’te bu güçlüklerin üstesinden gelebilmesi ihtimali şüphelidir.
Son senaryo çok kutuplu bir anarşi ve vahşi ekonomik dalgalanmalar üzerinedir. Eski bir hegemonik gücü korumanın imkânsızlığı, bir yenisini kurmanın zorluğu ve dünya çapında sermaye birikimindeki krizler düşünülürse üçüncü senaryo daha olası görünmektedir.
[Binghamton.edu adresinden Sendika.Org için Açalya Temel tarafından çevrilmiştir]