Eğitim-Sen işkolunda yetkiyi kaybetti. Tutanağa şerh koymuşlar. Bizim sendikalara bakışımızda taktik değişiklikler elbette olmuş, ama ilkesel/teorik duruş sabit kalmıştır. Taktiklerin başarısı ile ilkelerin doğrulanması arasında örtüşme aranamaz. Hatta zaman zaman taktik açılımların hedefe ulaşmaması, ilkesel bakışı doğrulayabilir! 1990’ların ilk yarısından bu yana önce sendika bürokrasisini “kim bunlar” sertliğinde sorguladık, sonra sınıf sendikacılığını sendikal örgütlenmenin sağlıklı […]
Eğitim-Sen işkolunda yetkiyi kaybetti. Tutanağa şerh koymuşlar.
Bizim sendikalara bakışımızda taktik değişiklikler elbette olmuş, ama ilkesel/teorik duruş sabit kalmıştır. Taktiklerin başarısı ile ilkelerin doğrulanması arasında örtüşme aranamaz. Hatta zaman zaman taktik açılımların hedefe ulaşmaması, ilkesel bakışı doğrulayabilir!
1990’ların ilk yarısından bu yana önce sendika bürokrasisini “kim bunlar” sertliğinde sorguladık, sonra sınıf sendikacılığını sendikal örgütlenmenin sağlıklı unsurları üzerinden örgütlemeyi denedik, sendikalizmi reddederken sendikaları ileri-geri diye tasnif ettiğimiz oldu, mesafeyi ara ara açtık veya daralttık.
Bütün bu nüanslarda bir, sendikaların düzen içi bir kurum olduğu; iki, sınıf siyaseti ve politik önderliğin sendikal pratiğe göre öncelikli ve belirleyici olduğu; üç, sermayenin inisiyatifi ele geçirdiği koşullarda sendikal alanın sınıf mücadelesinin aracı, değil alanı olabileceği yaklaşımları ilkesel zemini oluşturdu. Bir süredir ileri, solcu vb. sıfatlar taşısa dahi sendikal yapıların attığı herhangi bir adımın sorumluluğunu paylaşmamayı tercih ediyoruz. Sendikalar yöneticilerinin siyasal eğiliminden bağımsız bir objektivite olarak işçi sınıfı ve emekçilerin birliğine hizmet etmeyen, tam tersine mevcut bölünmüşlüğü tahkim eden yapılar halini almış durumda. Sınıfın birliğine bizi yakınlaştıracak bir dinamizmin sendikal değil, siyasal karakter taşıması tek çıkış yolu. Sorumluluğu paylaşmamak buradan kaynaklanıyor. İlk paragrafa kısaca dönersem, bu pratik tutumumuzun arkasında, siyasal örgütlenmenin yanı sıra sendikal alanın içinden kimi ilerletici dinamikleri açığa çıkartamamış olmamızın payı vardır. Bilumum sendika bürokratı elbirliğiyle sınıf sendikacılığının önünü kesmeye uğraşmış ve sınıf sendikacılığı açılımlarının başarısını engellerken, ilkesel duruşumuzu teyit etmişlerdir!
Biz sendikal alanın aşılmasını, bu anlamda kendini “yadsıma”yı içermeyen bir sendikacılığın sendikacılık bile yapamayacağını iddia ettik. Yani yalnız ekonomik mücadele ile ücret artışı sağlanamaz, yalnız sendikaya üye kazanmaya dönük bir çalışmayla bu sonuç bile elde edilemez… Emekçileri ya sınıf bilinci ekseninde harekete geçireceksin ya da yerinde sayacaksın, ya siyasal iktidar perspektifiyle örgütleneceksin ya da sendikaya üye yazamayacaksın, ya memleket meselelerini gündeme alacaksın ya da en basit gündelik sorunlarda bile etkili olamayacaksın.
“Olur mu, biz sendikamız eliyle özelleştirmeye karşı, mezarda emekliliğe karşı mücadele ettik, ediyoruz” diyenler istikrarlı ve örgütlü olarak ne kadar emekçiyi bir araya getirdiklerine ve bir araya getirebildiklerinin sol siyasete zaten örgütlü, sınırlı kesimlerin ne kadar ötesine geçebildiğine bir kez daha bakmalıdır. Yanıt bellidir ve zaten sendikaların etkinliği istikrarlı biçimde geri çekilmektedir.
Artık kimsenin kendini kandırma şansı da kalmadı! Geçen hafta yetkisi düşen Eğitim-Sen son yıllarını siyasal olarak konumunu geliştirmekle değil, reklam ajansından çıkma sloganlarla (en asap bozucu örnek “eğitim-sen-siz olmaz” yazılı reklam afişleriydi!) geçirmişse, biricik siyasi çıkışını, arkasında durmadığı anadilde eğitim konulu tüzük maddesiyle yaptıysa, biz haklı çıktık demektir. Sınıf siyasetinden kaçanlar ülkenin en çok üyeye sahip emekçi sendikasını marjinalleştirmişlerdir. AB-ETUC bayiliğine oynayınca bakanlıktan yetki bile alınmıyor!
Oysa Eğitim-Sen’in ve omurgası bu sendikaya oturan KESK’in arkasında ’80’lerin sonu-’90’ların başındaki kendiliğinden yükseliş ve 80 öncesinin kadroları vardı. Bu dalganın SHP mendireğinde kırılmasının ardından tek seçenek kalmıştı: Geriye düşen hareketin “sınıfa karşı sınıf” çizgisiyle yeniden kurulması, dinamo olarak siyasetin tahkim edilmesi. Bu olasılık “parti olmayan parti”, “geleneksel olmayan sosyalizm”, “işçinin sağcısı solcusu olmaz” ve “ulusal kökene göre tasnif edilen emekçiler” diye sıralanan kimisi fantezi, kimisi ihanet kabilinden tezlerle likide edildi. Bu süreci örenler için üzülemeyiz, eğitim emekçilerinin çıkış yolu bulması için mücadele ederiz.
Sendikacıların şerhe ne yazdıklarını ise merak etmiyorum.
Komünist – 2 Haziran 2006