Nehirdeki akıntı nedeniyle kimsenin karşıya geçemediği bir köyde salcılık yapan bir gençti Kadir İnanır, yoksuldu. Ters düştüğü ağa onu salını elinden almakla tehdit edince, “salı satın alırsın da ağa, nehri de satın alamazsın ya” diye bağırıyordu yoksul genç. Yaz geldi, konserler, festivaller, kültür sanat etkinlikleri tatil ve güzel havalar nedeniyle, diğer mevsimlerde olduğundan daha da […]
Nehirdeki akıntı nedeniyle kimsenin karşıya geçemediği bir köyde salcılık yapan bir gençti Kadir İnanır, yoksuldu. Ters düştüğü ağa onu salını elinden almakla tehdit edince, “salı satın alırsın da ağa, nehri de satın alamazsın ya” diye bağırıyordu yoksul genç.
Yaz geldi, konserler, festivaller, kültür sanat etkinlikleri tatil ve güzel havalar nedeniyle, diğer mevsimlerde olduğundan daha da yoğunlaşmış durumda. Ancak bu duruma sevinsek mi üzülsek mi karar vermek zor. Yapı-krediden çıkan Nazım kitapları, Picasso’dan sonra Sabancı müzesine konuk olan Rodin, Akbank oda orkestrası, Borusan sanat atölyesi… Kadrolu banka sanatçılarının arasında, neyin sanat neyin kar için yapıldığı, kimin sanatçı kimin bankacı olduğu iyiden iyiye birbirine girdi.
Sermaye sanatçıyı finanse ederek sanata hizmette mi bulunmaktadır? Doğası gereği sadece kar elde etmeyi düşünen bir sınıf böyle bir amme hizmetinde bulunabilir mi? Dikkat edilirse bankaların sanat faaliyetlerinin iki özelliği hemen göze çarpacaktır. Birincisi, sermaye güdümlü sanat faaliyetleri, genel itibariyle klasik müzik, jazz gibi müzik tarzları, Rodin, Picasso sergileri gibi, “halkın anlamadığı” alanlarda yapılmaktadır. Sınıflı bir toplumda bu durum egemenlik ilişkilerini kültür alanında yeniden kuran bir sonuç yaratır. Egemen medya ortamında beğenisi pasifize edilmiş ve estetik değerleri televizyona bağımlı kılınmış bir toplum, ancak egemenlerin süzgecinden geçebildiği kadar sanatla haşır neşir olabilirken, medyada yansıtılmayan sanat dallarının yada tarzlarının elitleşmesi olağan bir durumdur. Buradan alt sınıfların doğallığında düzeysiz bir estetik algısının olduğu sonucu çıkmaz.
Artık bankaların sponsoru olduğu sanat bankaya ait hale gelmiştir. Bundan böyle uzunca bir süre bu memlekette Picasso deyince akla Sabancı gelecek. Tümüyle içi boşaltılmış ve muhalif kimliği deforme edilmiş sanatçılar sermayenin değirmenine su taşıyacak. Böylelikle halka ait olan değerler, halkın aşağılanması ve sanattan anlamayacak kadar cahil olduğu mitinin güçlendirilmesi için kullanılacak.
Üstelik elitleştirilmiş bir sanat örneğin bankaların hedefledikleri müşteri portföyüyle de tam bir uyum içerisinde. “seçkin” bir sanat anlayışına sahip olan bir banka doğallığında kendisini seçkin hissetme ihtiyacı duyan zenginlerimizin de ilgisini çekecektir. Neşet Ertaş konseri düzenleyen bir bankaya hangi zengin parasını yatırır ki.
Sermaye sanatın bugününü satın alarak aslında geçmişi üzerinde de hegemonya kurmuş oluyor. Örneğin yılların komünist şairi Nazım Hikmet, Yapıkredi’nin düzenlediği kokteyllerde buzlu viskilerin yanında meze haline getirilebiliyor. Böylelikle sermaye, halkın içinde ve halkın yanında yer alarak, onun mücadelesine destek olarak, eserleriyle bir toplumun kültürünü yaratan sanatçıların kuşatmasından kurtulmuş ve halktan çalarak tekelleştirdikleri kültürün yerine ise içi boş eğlencelik bir sanat anlayışı yerleştirme fırsatını bulmuş oluyor.
Peki ama, sermayenin kültür üzerinde bu denli sorunsuz bir tahakküm kurması mümkün müdür? Doğası gereği, toplumun yanında dolayısıyla iktidarın karşısında olması gereken, en büyük eserlerini gerçek bir özgürlük ortamında verebilen ve gıdasını sevgiden alan bir üretim olan sanat, iktidara bu kadar yakın durduğu sürece gerçek ve zamanlar üstü bir nitelik kazanamayacaktır. Çünkü iktidarlar geçicidir, kalıcı olan ise toplumdur. Şu durumda özgürlüğü kısıtlayan, iktidarda olan ve yoksulluğun ve savaşların nedeni olan bir sınıfın sanatın önünü açabilmesi mümkün değildir.
Ne dram! Toplumun kültürünü yok etmek için bile topluma ihtiyaç duymak. Muhalif sanatı yok etmek için bile muhalif sanatçılara ihtiyaç duymak. Burjuvazi kendine ait sanatsal üretimini kendi yapabilmek için kim bilir neler vermezdi, ama işte bunu yapabilmek için bir zerre dahi olsa insan sevgisine ihtiyaçları var. Bu ise yapısı gereği burjuvazide mevcut olamaz. Tek çareleri satın almak. Bu dramda bize ait. Satın alabilecekleri bir sanat ve satın alabilecekleri sanatçılar mevcut maalesef. Ancak bu drama oturup üzülecek değiliz. Satın alınamayan ve para için iktidar için yapılmayan sanat, en zor koşullarda dahi olsa elitist sanat anlayışını kıran bir etki yaratacaktır. O nedenle bu konuda büyük düşünmek büyük maddi ihtiyaçlara neden olacağı için her zaman faydalı olmayabilir, amatör bir tiyatro topluluğu, küçük bir şiir atölyesi, basit bir fotoğraf yada sinema etkinliği, yani küçük bir kültürel faaliyet büyük düşlere dalmaktan çok daha iyi sonuçlar verecektir. Tabii ki burada bahsedilen amatörlük özensizlik anlamına gelmediği gibi, küçük de bir küçümseme sıfatı olarak kullanılmıyor. Sadece sermaye insanlığa karşı tüm nefretine rağmen sanatla bu kadar haşır neşir olabiliyorsa, biz içimizdeki insan ve toplum sevgisiyle, en mütevazı halimizle bile büyük işler becerebiliriz anlamına geliyor. Ağalar Salı satın alsalarda, üzerinde ağaların sallarının gezindiği bu nehir bizimdir. Yeter ki kıymetini bilelim.