Bu yıl hem Filistin’de hem de İsrail de yapılan seçimlerden sonra, bir tarafın “yeni sınırları” belirleme çılgınlığı, diğer tarafın da halkın iradesiyle geldiği iktidar olmanın prensiplerine alışamamış olması, Filistin halkını zor bir süreçle karşı karşıya bırakmakta. Hamas’ın (25.01.06) Filistin yönetimine gelmesinden sonra, ABD başta olmak üzere tüm Batı merkezleri hep bir ağızdan, İsrail’in Arap (birkaç […]
Bu yıl hem Filistin’de hem de İsrail de yapılan seçimlerden sonra, bir tarafın “yeni sınırları” belirleme çılgınlığı, diğer tarafın da halkın iradesiyle geldiği iktidar olmanın prensiplerine alışamamış olması, Filistin halkını zor bir süreçle karşı karşıya bırakmakta. Hamas’ın (25.01.06) Filistin yönetimine gelmesinden sonra, ABD başta olmak üzere tüm Batı merkezleri hep bir ağızdan, İsrail’in Arap (birkaç devlet hariç) dünyasında resmi olmayan statüsünün tanınması için Hamas üzerinden baskıları yoğunlaştırdılar. Bu baskılar halen devam ediyor. Hamas’ın iktidara gelmesini siyasi bir deprem olarak değerlendiren Batı, Ehut Olmert’in “İsrail’in sınırlarını yeniden belirleme” planına karşı ise, sessizliğe bürünmüş durumda. İngiltere emperyalizmi tarafından Ortadoğu’nun kalbine yerleştirilen yapay İsrail devleti 14 Mayıs 1948’de tek taraflı olarak kuruluşunu ilan edince, tüm Ortadoğu’da söz sahibi olan büyük güç merkezleri iki gün içerişinde böyle bir devleti hukuksal olarak tanıdılar. Aynı şeyi Filistin Yürütme Kurulu’nun birçok kez gündeme getirmesine rağmen, bu güç merkezleri “ya zamanı değil diyerek, ya da Ortadoğu barış sürecine hizmet etmeyeceği” gerekçesiyle Filistin tarafının girişimlerini her zaman engelleyip ertelediler.
İsrail’in yeni başbakanı Ehud Olmert’in, Ariel Şaron’dan devraldığı “İsrail’in yeni sınırlarını” belirleme stratejisi, bugüne kadar işgal edilen topraklarla yetinmeyip, yeni bir işgal hareketinin de habercisi olup, bölgedeki çatışmaların yeni bir evreye gireceğinin sinyallerini verdiği gibi, Filistin sınırlarını aşan bir strateji olarak da görünüyor. İsrail yönetiminden, her ne kadar “şuradan buradan çekileceğiz” gibi içi boş ve anlamsız sığ açıklamalar yapılsa da, bugüne kadar 1948, 1967, 1973, 1982, 1991 ve 2002 yıllarında sınırlarını daha fazla genişlettiler. Siyonist İsrail yöneticilerine göre “Büyük İsrail” olarak çağrışım yapan Tevrat’ın Arz-ı Mev’udun kendilerine vaat ettiği topraklar üzerinde bağımsız bir “Büyük İsrail devletinin” kurulması hedefine “er ya da geç” ulaşılacaktır.
Bu bağlamda İsrail’in ilk Başbakanı olan David Ben Gurion 1937 yılında “Siyonizm Çalışma Komitesi’nin” toplantısında yaptığı bir konuşmada Kitab-ı Mukaddes’e gönderme yaparak diyordu ki; “İsrail beş parça topraktan oluşmaktadır. Bu topraklar, Güney Lübnan bölgesine kadar uzanan Kuzey İsrail’dir. Güney İsrail ise, Suriye, Ürdün ve Filistin’in kuzey sınırlarından Hama, Halep ve Türkiye topraklarının bir kısmından oluşuyor” demiştir. Aynı kişi, konuşmasının devamında “Bir Yahudi devletinin kurulması ve Yahudilerin Filistin topraklarında konumlandırılması için “Filistinliler sağ, sol Irak’a vb. ülkelere sürgün edilmeliler” diyordu. Bu anlayış doğrultusunda, Batılı emperyalist güçlerin İsrail’e verdiği destekler ile İsrail 1948’den bu yana etrafını genişletme ve işgal hareketini sürdürmekte. 1948’de Birleşmiş Milletler ve içerisinde yer alan söz sahibi büyük güçler tarafından İsrail’e devredilen Tel Aviv, Hayfa (Akdeniz Sahilinde yer alan dar bir şerit) Celile Gölü etrafındaki bölgelerin bir kısmı ve Nekab Çölü gibi bir çok yerleşim alanları İsrail’e bırakıldı. Dün bu sınırlarla yetinmeyen İsrail, bugün Filistin topraklarının yarısından çoğu üzerinde işgali devam ettiği gibi daha fazlasını işgal altına almak için sınırların yeniden belirlenmesi stratejisini bölgeye ve dünyaya dayatıyor.
İsrail’in içeriğini tam olarak açıklamadığı bu “Yeniden sınırları belirme” stratejisi, elli yılı aşkındır tüm İsrail yöneticilerinin hedefi olup, en son Ariel Şaron’un Ortadoğu’da kalıcı bir İsrail sınırlarının yeniden belirlenmesine yönelik Gazze’deki küçük Yahudi yerleşim yerlerinden çekilmesinin bir devamıdır. Çünkü İsrail’in bugüne kadar işgal ettiği Gazze Şeridi, diğer işgal alanlarına rağmen küçük bir yerleşim alanı. Hakeza İsrail’in amacı (Ahd-i Atik) Tanrının vaad ettiği veya savaş sonucu alınmış Yahuda ve Samariya’da yaşamış Hahamların yurdu olarak görülen Batı Şeria’da işgali genişletmek. İsrail’in yeni Başbakanı Ehud Olmert’in dillendirdiği planda, 2010 yılına kadar Batı Şeria’da üç veya dört küçük yerleşim yerinin boşaltılacağını söylüyor ama, aynı bölgede bulunan diğer büyük yerleşimlerden örneğin Ariel, Maale Adumim gibi büyük yerleşimlerden hiç söz etmiyor. Tam tersi buralarda Yahudi nüfusunun artırılması ve İsrail topraklarının genişletilmesinde ısrar ediyor.
Hamas’ın iktidara gelmesini bir fırsat olarak değerlendiren İsrail yöneticileri, Batı emperyalist devletlerden aldığı sınırsız destekle bölgenin sorununu “müzakere” etmeyeceğini tekrarlayıp duruyor. Bu vesileyle Ehud Olmert, Batı merkezlerine yaptığı ziyaretlerde “İsrail’in yeni sınırlarının” hangi teri toryumlara dayanacağını izah ediyor. (Başta Ürdün olmak üzere İsrail’in bu tutumuna Araplar tepkili) Birçok batı merkezinde açık ve gizli olarak destek gören İsrail’in bu (eski olan) yeni stratejisini, ABD başkanı George Bush ise, “cesur bir plan” olarak niteliyor ve daha ileri giderek, “Hiçbir ülkenin varlık hakkını reddedenlerle barış yapılması beklenemez” gibi sersam açıklamalarda bulunuyordu.
Ancak elli yılı aşkındır İsrail’in sürdürdüğü devlet terörüne yönelik ne ABD’den ne de Avrupa’dan “durdurun bu terörü” diye bir talep gelmiyordu. ABD ve müttefiklerinin desteğini arkasına almış olan İsrail, her gün bir sivil yerleşim alanlarını bombalayarak, savunmasız insanları katletmekte. Birkaç gün önce Gazze’ye düzenlenen bombalı saldırı sonucu bir ailenin tüm fertlerinin yanı sıra onlarca insan katledildiler. Bununla da yetinmeyen İsrail’in “İşçi partili” savunma bakanı Amir Peretz, Yediot Ahronot gazetesine verdiği demeçte, “Ordu ve güvenlik birimlerinden İsrail’e yönelik roket saldırısı düzenleyen her bir Filistin hedefine darbe indirmeye hazır olmalarını” istiyordu. Bu arada Hamas’ın bir yılı aşkındır sürdürdüğü ateşkesin bozulduğunu açıklaması da önümüzdeki süreçte olayların karşılıklı tırmanacağını gösteriyor. Doğu Arap ile Batı Arap arasında bir köprü görevi gören Filistin topraklarında adil ve kalıcı bir barışı, bir çok güç ve merkez istemiyor.
Bu vesileyle de üç ayı aşkındır Filistin halkına uygulanan insanlık dışı çeşitli yaptırımlar ile halkı birbirine düşürme siyaseti ve taktikleri izleyen İsrail ve mağrur batılılar, çifte standartlı davrandıkları gibi Filistin’in bir iç kaosa sürüklenmesinden yanalar. Halkın iradesiyle seçilip iktidara gelen (daha önceki yazılarda belirtmiştik Hamas’ın bu aşamaya gelmeşinde büyük payı olan aynı güçler) Hamas gerekçe gösterilerek, Filistin cephesinden gelen tüm önerilere, İsrail cephesi kuşkuyla bakıp bu önerileri reddetmekte. Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın referanduma gitme kararına, İsrail Başbakanı Ehud Olmert, M.Abbas’ın referandum planları “Ortadoğu Barış Sürecine bir katkıda bulunmayacak” ve “sadece Filistin içindeki iki çıkar grubu arasındaki çekişmesi olacak” tarzı sığ sözleriyle, Filistin tarafından gelecek olumlu adımların önünü tıkamış oluyor. Ehud Olmert’in aslında bu sözlerle kastettiği olgu ise, Filistin toprakları üzerinde bağımsız bir Filistin devletinin oluşumuna karşı olduklarını ifade etmeye çalışıyor. Özetle Kudüs’ün (eski kentin) etrafında halen 100 metrelik arsaları tartışan ve bugün 700 kilometrelik kesimin denetimini elinde bulunduran İsraillilerin ve Siyasal Siyonizm’in hedefinde var olan “Büyük İsrail devletinin oluşturulma
sı ideolojisinin programında”, Bağımsız bir Filistin Devletine ait bir ibare bulunmamakta. Al Quada üniversitesi’nden Prof. Envar Eisheha’nın da dediği gibi, “Ariel Şaron geleceğin İsrail sınırlarını yeniden belirlenmesi için Gazze’yi 20 milyon dolar harcayarak bu toprakları tahrip etti ve Filistin’in etrafını surlarla çevirdi. Ehud Olmert ise bunu devam ettirecek” diyordu. Kısacası İsrail’in tek taraflı olarak kalıcı sınırları belirlemesi demek, Filistinlileri çitlerin arkasına hapsederek kendine bağımlı bir Filistin’den yana olması anlamına geliyor. Bu anlamda, o topraklarda tünelin ucunda adil ve kalıcı bir barış şu an görülmediği gibi itilafların da yakın zamanda çözülmesi uzak bir olasılık gibi duruyor.