Eğitim Sen’in kendi işkolunda yetkiyi kaybetmesi, çeşitli boyutlarıyla değerlendirilip tartışılıyor. Sendikanın mirasçısı olduğu, eğitim emekçilerinin yüz yıllık mücadelesinin bugün de sürdürülüp ilerletilebilmesi, yaşanılan süreçten doğru dersler çıkarılmasını zorunlu kılıyor. Yetkinin kaybedilmesi sürecinin sendikal-örgütsel boyutları tartışılmalıdır ama biz yazımızda, sendikanın içinden ve dışından çeşitli çevrelerin gelişmelere bağlı olarak Kürt sorunu üzerinden yürüttükleri tartışmalara değinmekle yetineceğiz. Yetkinin […]
Eğitim Sen’in kendi işkolunda yetkiyi kaybetmesi, çeşitli boyutlarıyla değerlendirilip tartışılıyor. Sendikanın mirasçısı olduğu, eğitim emekçilerinin yüz yıllık mücadelesinin bugün de sürdürülüp ilerletilebilmesi, yaşanılan süreçten doğru dersler çıkarılmasını zorunlu kılıyor. Yetkinin kaybedilmesi sürecinin sendikal-örgütsel boyutları tartışılmalıdır ama biz yazımızda, sendikanın içinden ve dışından çeşitli çevrelerin gelişmelere bağlı olarak Kürt sorunu üzerinden yürüttükleri tartışmalara değinmekle yetineceğiz.
Yetkinin kaybedilmesinden sonra yapılan değerlendirmelerin önemli bir kısmı, “yetkinin kaybedilmesinde Kürt sorununun önemli bir rol oynadığı” şeklindedir. Bu tarzda yapılan değerlendirmeler, varılan sonuç ne olursa olsun çarpıktır ve süreci tersten tarif etmektedir. Çünkü, öncesi bir yana kamu emekçilerin sendikalaşma mücadelesine başladığı 90’lı yılların başından bu yana Kürt sorunu, ülkenin en önemli gündemi olarak var olageldi. Bu dönem boyunca Kürt sorunu ve bağlı olarak Kürt halkı tarafından yürütülen ulusal demokratik mücadele, kamu emekçilerin mücadelesi için engel olmak bir yana, bu mücadelenin 89 Bahar Eylemleri’yle mücadelesini yükselten işçi sınıfı ile birlikte en önemli dayanağı, destekçisi olmuştu. Öyleyse, yetki sürecinin kaybedilmesinde Kürt sorunu değil, bu sorunun egemenler tarafından kullanılarak kışkırtılan şovenizm ve sendikayı bölmeye, sindirmeye yönelik dayatılan gerici faşist politikalar karşısında, sendikanın (sendika yönetiminde söz sahibi olanlar başta olmak üzere) bunları boşa çıkartabilecek bir tutum geliştirmede yetersiz kalması etkili olmuştur.
Süreçten doğru sonuçlar çıkarmak için, yaşanan gelişmelerin doğru değerlendirilmesi gerekmektedir. Genelkurmayın “terörle mücadelede zaafiyet yaşandığı” açıklamalarının eşliğinde “terör ile destekçilerine karşı daha etkin mücadele” çağrısı yaptığı bir dönemde Eğitim Sen hedef haline getirilmiştir. İşbirlikçi ülke egemenleri, bir yandan halkı kendi politikalarına yedeklemek için gerici, ırkçı şoven politikalara başvururken öte yandan kendisine engel olabilecek güçlerin etkisizleştirilmesine yönelik adımlar atmaktadır. İşte Genelkurmayın direktifi ile, Eğitim Sen’e tüzüğünde “anadilde öğrenim hakkı”na yer verdiği için kapatma davası açılması da, ülkedeki hassasiyetler dikkate alınarak ve bu hassasiyetleri kullanılarak Eğitim Sen üzerinden emek ve demokrasi güçlerini bölme, etkisizleştirme yönünde atılmış bir adımdır.
Kapatma davası sürecinde, emek ve demokrasi güçleri saldırıyı püskürtecek bir tutum geliştirme konusunda yetersiz kalmıştır. Oysa saldırı birleşik bir mücadele anlayışı ile püskürtülebilseydi, hem halkların eşitliği ve kardeşliği temelinde demokratik bir ülke kurma mücadelesi güç kazanacak, hem de ülke egemenlerinin Kürt sorunu üzerinden gerici politikalar geliştirmesinin önüne geçilebilecekti. Ama bu süreçte böylesi bir mücadele hattının oluşturulamamasında sendika yönetiminde etkin olan çevrelerin böylesi bir mücadele anlayışıyla hareket etmek yerine, söz konusu maddeyi tüzükten çıkararak günü kurtarma (sendikanın malı-mülkünü ve kendi pozisyonlarını koruma) anlayışıyla hareket etmesi belirleyici olmuştur. Bu çevreler sendikanın birliğini korumak adına böylesi bir tutum geliştirdiklerini söylemektedir. Ama bugün yaşananlar, egemenlerle dayattıkları nokta üzerinden uzlaşmaya çalışmanın saldırıları durdurmak bir yana, bu saldırıları daha da derinleştirdiğini göstermiştir. Gelinen noktada hem yetki kaybedilmiş, hem de yeni tartışma ve müdahalelerin önü açılmıştır.
Bugün Eğitim Sen, bu dayatmalar karşısında, Kürt sorununun barışçıl demokratik bir temelde çözümünden yana açık tutum almalıdır. Bu sorundan kaçarak ya da sorunun üzerinden atlayarak demokrasi mücadelesinde bir yere varılamayacağı açıktır. ABD emperyalizminin Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ni yaşama geçirmek için halklar arasındaki ayrılıkları kışkırttığı (Eğitim Sen’e açılan kapatma davasının aynı zamanda 1 Mart Tezkeresi’ne karşı verilen mücadelede oynadığı rolle de ilişkili olduğu gözden kaçırılmamalıdır) ve emperyalizm işbirlikçisi ülke egemenlerinin Kürt sorunu üzerinden gerici, şoven politikaları her geçen gün daha fazla dayatacağı göz önüne alındığında yapılması gereken açıktır. Bugüne kadar emek ve demokrasi güçleri ancak gericiliğe karşı mücadele ederek birliğini sağlamış, büyüyüp güç kazanmıştır. Eğitim Sen için böylesi bir mücadele içinde kendi dinamiklerini yenilemekten başka çıkış yolu bulunmamaktadır.
Evrensel – 5 Haziran 2006