Emeği örgütsüzleştirmeyi, sendikaları geriletmeyi başaranlar, kazanıyoruz diye böbürlenmeye devam edebilirler ama kaybeden insanlık… 25/06/2006 Radikal 2 – ZAFER AYDIN Adem Ateş daha 30 yaşındaydı. Çalıştığı işyerinde taş ezme makinesine düştü ve yaşamını yitirdi. 15 gün önce başlamıştı, onu ölüme götüren yolculuğuna, sendikasız ve sigortasız. Yoksulluğuna merhem olur diye bulduğu iş, hayatına mal oldu. Ölümü kimsenin […]
Emeği örgütsüzleştirmeyi, sendikaları geriletmeyi başaranlar, kazanıyoruz diye böbürlenmeye devam edebilirler ama kaybeden insanlık…
25/06/2006 Radikal 2 – ZAFER AYDIN
Adem Ateş daha 30 yaşındaydı. Çalıştığı işyerinde taş ezme makinesine düştü ve yaşamını yitirdi. 15 gün önce başlamıştı, onu ölüme götüren yolculuğuna, sendikasız ve sigortasız. Yoksulluğuna merhem olur diye bulduğu iş, hayatına mal oldu. Ölümü kimsenin dikkatini çekmedi. Memleket, zihinsel engellilerle dalga geçmeyi marifet sayan şovmenin “iş kazasıyla” meşguldü o sıralar. Bu cinayet, “iş kazası” olarak bile anılmadı. İş kazası istatistiklerine de girmeyecek muhtemelen. Çünkü Adem Ateş, kayıt dışı çalışıyordu. Nüfus kütüğünden düştüler Adem’i ama kütükten neden düşüldüğü bilinmeyecek…
Adem Ateş’in işyeri, İstanbul Gaziosmanpaşa\’da kurulu, orta ölçekli diye nitelendirilen bir boru fabrikası. Belediyelere altyapıda kullanılacak borular üretiyor. Geçen yıl, kötü çalışma ve yaşam koşulları canlarına tak ettiğinde bu işyerinde çalışan 80 işçi sendikalaşmaya karar verdiler. Tercihleri Kristal-İş sendikası oldu. İşçiler üye oldular, sendika yetkiyi aldı. Ama işveren hoşlanmadı bu işten. Ahir zamanın tapınma objesi “rekabet” sözcüğü ile çıktı işçilerin karşısına: “Sendika girerse rekabet edemem, işyerini kapatmak zorunda kalırım.” Cümlenin Türkçe meali, ‘Sendika girerse, sigortasız, güvencesiz, kayıtsız, kuralsız yasal asgari ücretin altında işçi çalıştır(a)mamdı’. İşveren uzlaşmak istemedi, toplu görüşme masasını terk etti. Sendika için grevden başka seçenek kalmamıştı ve 22 Ağustos 2005 günü işyerinde grev başladı. Yalnızdı işçiler… Adliye, zaptiye, basın kimse yanlarında olmadı. Bunca işsizliğin ortasında iş bulmuşlar, bir de sendika istiyorlar, grev yapıyorlar diye “ekmek kapısına ihanetle” suçlandılar. Yaptıkları şımarıklık olarak görülüyordu. Kimse hak, hukuk demedi. Koruma ve kollama “hakları” işverenden yana kullanıldı. Grevi destekleyeceğini ilan edenlerden de kayda değer bir destek gelmedi. Bu kuşatmaya ancak altı ay dayanabildiler. Yoksulluğun yarattığı çaresizlik ağır bastı, grev çözüldü. İşçiler, sendikayı ve sendikal örgütlenmede önayak olmuş arkadaşlarını kapının önünde bırakıp işbaşı yaptılar. İşveren kazanmış, rekabeti negatif etkileyen, piyasa şartlarını gözetmeyen sendika yenilmişti…
Bu serbest piyasanın zaferiydi! Rekabet gücünün, sendika hakkına, örgütlenme özgürlüğüne, insanca çalışma ve yaşama koşullarına galebe çalmasıydı. “Yenenler” vergi, sigorta, iş emniyeti, fazla çalışma ücreti gibi zahmetli bir sürü yükten kurtulmuşlardı. İşçiyi yenmek bir sürü zahmetten kurtulmak değildi yalnızca.
İşçilerin başkaldırma yetisini, itiraz etme gücünü ellerinden almışlardı. Grevde geçen sürenin acısını çıkarmak istercesine yüklendiler işçiye. İş güvenliği açısından hiçbir kurala uymadan çalışma temposunu artırdılar. Adem Ateş, çalışma kampına dönüşen, sendikasız gül bahçesinde yitirdi yaşamını. İtikadı kuvvetli işveren her türlü sorumsuzluğun ve ihmalin ulvi örtüsü ile açıkladı durumu:
“Takdiri ilahi. İhmal yok, makineye kendisi düştü…”
Ölen öldüğüyle kaldı. Tıpkı yakın zamanda Odaköy’deki kömür ocağında yaşamını yitiren 17 işçi ve daha niceleri gibi. “Gecikmiş” bir işe giriş bildirimi ile cezai sorumluluktan, okutulan mevlitle de vicdani sorumluluktan kurtulmaya çalışılarak üretime devam edilirken, bir kaza daha oldu. Bu kez dört günlük (belki de Adem Ateş’in yerine işe alınan) işçi olan Erdoğan Çetin, iş kazası geçirip hastaneye kaldırıldı. İç organları ezilmişti, ağır bir ameliyat geçirdi. Ölüm bile çalışma koşullarında bir değişikliğe yol açmamış olmalı ki benzer kaza bir kez daha yaşandı. Adem’in ölümünden sonra iş güvenliği önlemi olarak duvardaki “Önce iş emniyeti” yazısı yenilenmiş sadece! İş güvenliği için alınabilecek en muazzam önlem tamam… Zaten daha fazlası maliyeti artırıcı, dolayısıyla rekabet gücünü azaltıcı olur. Adem Ateşlerden, Erdoğan Çetinlerden nasıl olsa çok var ama ya işletme rekabet gücünü yitirip kapanmak zorunda kalırsa…
Piyasada rekabet gücünü korumak isteyenler, canlarını dişlerine takıp işyerlerine sendikayı sokmuyorlar. Daha ucuza üretim için bu işyerlerinde kuralsız kayıtsız, güvencesiz, güvenliksiz çalışma esas hale geliyor. Fakat daha ucuza üretim yapan birileri daima çıkabiliyor. O zaman da insan olduğu unutularak daha az paraya daha çok çalıştırılıyor işçi. “Kaza” işçinin hayatına mal olunca da “bedeli ödenmemiş hiçbir kazanç yoktur” diye teselli ediyorlar birbirlerini. Fakat nasıl oluyorsa, kazananların bedelini ödeyen hep işçiler oluyor. Hem de Adem Ateş gibi yaşamları pahasına.
İstatistikler yazıyor, adına iş kazası denilen cinayetlere Türkiye, 60 yılda 53 bin insanını kurban verdi. İşyerinde sendika olsaydı dahi Adem Ateş aynı kazaya maruz kalabilirdi. Çünkü sendikalı ya da sendikasız her işyerinde ödemek önlemekten kolay ve ucuz yaklaşımı hakim. Yine de sendikanın olması en azından kuralsız çalışmanın dizginlenmesini sağlayacağından, Adem Ateş yaşıyor olabilirdi.
Her şeyi piyasanın işleyen kurallarının çözeceğini düşünenler, sendikaları “tarihin kızıl müzayede salonlarına” göndermek isteyenler için iktisadi amaçlar insani değerlerden daha önemlidir dersek abartmış mı oluruz? Biri ölümle, diğeri ağır yaralanmayla sonuçlanan iki iş kazasının yaşandığı işyerinin sahibi Yunus Kazak, Bia Haber Merkezi’nden Tolga Korkut\’un kazalarla ilgili sorularını yanıtlarken şu sözleri söylüyor: “Siz gazetecisiniz. Senin işyerinde kalemin kırılmıyor mu, kağıt yırtılmıyor mu?”
Sözün bittiği yer burası olsa gerek… Bir insanın hayatının kırılan bir kalem ucu, yırtılan bir kağıt parçası kadar bile değeri yok onların gözünde. Hangi cümle paranın insan hayatından daha önemli ve değerli olmadığını anlatabilir bu piyasa tapıcılarına. Emeği örgütsüzleştirmeyi, sendikaları geriletmeyi başaranlar kazanıyoruz diye böbürlenmeye devam edebilirler ama kaybeden insanlık…