1970’te DİSK’e karşı saldırıyoa geçen devletin karşısında yüzbinlerce işçi yürüdü.16 Haziran sabahı İstanbul ve çevresindeki tüm caddelerden nehirler gibi işçiler akıyordu. Nehirler denize, işçiler Taksim’e kavuşacaktı. Kocaeli, Gebze, Kartal, Levent, Şişli, Bakırköy, Topkapı, Gaziosmanpaşa, Eyüp, Silahtar’daki fabrikalardan çıkan işçiler Taksim’e doğru yürüyüşe geçtiler. Taksim’e giden tüm yollar asker ve polis barikatlarıyla kesildi. Barikatların bir kısmı, […]
1970’te DİSK’e karşı saldırıyoa geçen devletin karşısında yüzbinlerce işçi yürüdü.16 Haziran sabahı İstanbul ve çevresindeki tüm caddelerden nehirler gibi işçiler akıyordu. Nehirler denize, işçiler Taksim’e kavuşacaktı. Kocaeli, Gebze, Kartal, Levent, Şişli, Bakırköy, Topkapı, Gaziosmanpaşa, Eyüp, Silahtar’daki fabrikalardan çıkan işçiler Taksim’e doğru yürüyüşe geçtiler. Taksim’e giden tüm yollar asker ve polis barikatlarıyla kesildi. Barikatların bir kısmı, çatışmasız aşıldı, ama iktidar kesin emir vermişti. Bir çok barikatta çatışma çıktı. İşçiler, taşlarla, sopalarla, yumruklarıyla ve öfkeleriyle yürüdüler barikatların üzerine. Çatışmalar sonunda üç işçi ve bir polis öldü. Çatışmalar sürerken, işçilerin direnişine gelecek destekleri önlemek için vapur seferleri iptal edildi, köprüler geçişe kapatıldı. Ama iki günde işçilerin kararlılığını herkes görmüştü. O kadar ki, işçilerin bu militan, kararlı, kitlesel direnişinden ürken DİSK yöneticilerinin, radyolardan direnişi bitirmek için yaptığı çağrıların bile etkisi olmadı. İktidar yasayı geri çekmek zorunda kaldı. İşçiler, haklarına, sendikalarına sahip çıkarak, işçi sınıfının mücadelesi ve örgütlenmesi üzerinde oynanmak istenen oyunu bozdu. İşçi sınıfı 15-16 Haziran direnişlerinde ortaya çıkardığı sloganları,üreten biziz yönetende biz olacağız şiarının içini doldurup, bunun hayal olmadığını dosta düşmünü kanıtladılar. 15-16 Haziran direnişlerinde işçi komitelerinde yer alan İlyas Bayrak, bize neler yaptıklarını ve bugünden bahsetti.
Süriye ÇATAK
15-16 Haziran’da işçi olmak….
O yıllarda işçi sınıfının birbirine karşı güveni vardı. İnsanın ınsana çelme takma, ayağını kaydırma olayları çok azdı. Bir arkadaşımız işten atıldığı zaman hepimiz ona sahip çıkardık. Özellikle Çelik Halat fabrikası bu yönde Kocaeli’di iyi bir örnekti. O dönemde tüm işçilerde öz güven vardı. O zamanlar DİSK Maden-İş Sendikasında bize en iyi kalitede en yüksek üretimi sağlamak için üretimden pay almak kavramı öğretilmişti. Bu nedenle biz çok rahat hareket edebiliyorduk. Yani o dönemde işçi olmak ayrıcalık sahibi olmak demekti bir yerde.
Sorunlar ortaya çıkıyor…
1967 Şubatında kurulan DİSK, kısa sürede önemli bir gelişme katetmiş, işçiler için bir umut olmuştu. Bu duruma müdahale etmek, sınırlandırma getirmek isteyenler vardı. Bu nedenle Sendikaların Türkiye çapında faaliyeti için işkolunda çalışan sigortalı işçilerin en az üçte birini üye yapmasını zorunlu hale getiren tasarı Meclis Çalışma Komisyonu’ndan hızla geçirildi. Hedef DİSK’ti; saldırının gizlisi saklısı da yoktu. Çalışma bakanı Seyfi Öztürk “yakında DİSK’in canına ot tıkanacak” diye ilan etti. 274 ve 275 sayılı kanunlardaki değişiklik girişimi karşısında DİSK yaygın bir kampanya yürüttü. Ama kampanya, yasanın meclise getirilmesini engelleyemedi. Hükümetle “diyalog”lar da sonuç vermedi. Bu kararlar alındığında akşam Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit Ankara otelinde toplantı yaparken İşçi Partisi’nde milletvekili olan Rıza Kuas ise dönemin DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’e telefonla gelişmeleri bildiriyordu. Bu gelişmelerden sonra DİSK’e bağlı tüm sendikaların bölge temsilcileri Lastik-İş Sendikasının Merter’deki binasında toplandılar. Toplantıda sessiz alınan kararlar oldu. Rıza Kuas kararların bölge temsilcilerinin katıldığı toplantıda alınması gerektiğini söylüyor ve tüm kararlar komiteler orda kuruluyor. Özellikle alınan bir karar çok doğru bir karardı. İşyerlerine zarar verilmemesi için iş yerini koruma komiteleri korulmuştu.
İlk direnişler….
Ilk direniş isanbul’da Sungurlar ve Türk Demirdöküm fabrikalarında 14 Haziran gecesi başladı. 15 Haziran’da ise Kocaeli’de ilk olarak Rabak ve Çelik Halat fabrikaları direnişe başladı. Prelli’yi de zorla direnişe kattık. Petrol-İş sendikası işçileri dışarı çıkarmak için hiç uğraşmadı. Bizim kurduğumuz direniş komiteleri işçileri ikna edip dışarı çıkardı. Biz 15 Haziran günü Kandıra Sapağını kestik. O zamanlar Vecdi Gönül Kocaeli Valisiydi. Vecdi Gönül yol kesilen yere Jandarma Genel Komutanıyla birlikte geldi. Yürümemizi engelemek için 10 sıra asker kol kola girip yola barikat kurdular. Biz yürümek istediğimizi söyledik ancak bize verilen emrin işçileri yürütmemek olduğunu söylediler. Yanımızda bir Üstteymen duruyordu arkadaşlarımız ona barikatı açın yürüyelim dediler. Üstteymen arkadaşımıza küfür edip vurunca biz yürümeye başladık. Üstteymen askerlere vur emri vermesine rağmen askerler bize karışmadılar. Biz askerlere hep şunu söyledik bu gün asker yarın işçi olacaksınız bize saldırmanızın bir anlamı yok dedik. Oradan Çocuk Parkına yürüdük, konuşmalarımızı yaptıktan sonra dağıldık. Biz çok iyi eğitilen işçilerdik. Çünkü kitap okumamız mecburiydi. 15 Haziran günü hiç unutmuyorum yolu kestiğimizde yolun yan tarafında buğday tarlası vardı. Işçiler aradaki tarlalara basmamak için tarlaya adım atmıyorlardı. Biz yolun tamamını kapatmadık hasta, yaşlı, çocuk geçer diye ama askerler gelip yolun hepsini kapattılar.
16 Haziran günü…
16 Haziran’da İstanbul’da olaylar çıkmıştı arkadaşlarımız ölmüştü. Sendikamızın avukatı Şinasi Yıldan her yerde yapılan eylemlerden haber alıyordu ve bizi uyarıyorda taşkınlık çıkmaması için. 16’sında unutmayacağım bir olay oldu. Valilik şimdiki Maliye binasındaydı. Biz Gazal ve Türkkablodan çıkan işçilerle Orduevinde buluşmuştuk. Vilayetin önüne geldiğimizde Türkkablo’nun temsilcesi beni durdurdu ve Valiliği işgal edeceğimizi söyledi. Bende durdum sonra o dönemde Kocaeli anayasa direniş komitesinde Saffet Kayalar koşarak gelip ne yaptığmı sordu. Bende Valiliği işgal edeceğimizi söyleyince kızdı biz haklarımızı geri almak için yürüyoruz. Tekrar işçileri yürüyüşe geçirdi ve biz Çocuk Parkına yürüdük.
Gözaltılar başladı…
16’sı akşamı bir çok kişinin gözaltına alanıcağını tahmin ediyordum. Köyüme, Eşme’ye döndüğümde yanıma arkadaşlarımın bir kısmını aldım. Köye gittiğimde oradaki akrabalarıma jandarmalar geldiğinde burada olmadığımızı söylemelerini istedim. Akşam tabi jandarmalar geldi. Babam jandarmalara eğer oğlum ölmemiş sağsa ben yarın onu alıp size teslim edeceğim diyor ve jandarmaları geri gönderiyor. O akşam İzmit’te kalan arkadaşlarım direniş ve temsilcilerin hepsi göz altına alanmışlardı. Ben 17 Haziran sabahı rabak’a gidip araba aldım ve direnişe destek veren tüm fabrikaları gezdim. Göz altına alınan arkadaşlarımız bırakılıncaya kadar oturma eylemleri yapacağımızı bildirdim. Askerler gelip iş yerlerinide aradı ancak işçiler arkadaşlarını teslim etmediler. Bizi yakaladıklarında savcılığa götüreceklerin düşünüyordum ama öyle olmadı sorgusuz sualsiz Selimiye Kışlasına gönderiyorlardı.
15-16Haziran’dan sonra…
15-16 Hazirandan sonra işçilerde bir şımarıklık hali, bir rahatlık vardı ve bunun üzerine Evren askeri darbesiyle bu rahatlarını bozdu ve bütün haklarını ellerinden aldı. Darbeden sonra iş kolları çok değişti. Ekip şefleri ve işçilerin arasına mesafeler girdi. Tabi bunun sebeplerinden birde askerlerin sürekli başımızda olmasındandı. Eller sürekli tetikte başımızda silahlarıyla askerler duruyordu. Darbe güvensizlik getirdi. Arkadaşlarımda oluşan güvensizlik durumundan kaynaklı sürekli onlarla kavga ediyordum. Bu durama dayanamadım ve işten ayrıldım. Darbe işten çıkan işçilere tazminat ödenmemesini ön
görüyordu oysa ben işten çıktığımda tazminatımı almıştım.
O dönemi başarılı kılan dayanışma ruhuydu…
O dönemde korkunç bir dayanışma vardı. Biz Selimiye’de yattığımızda işçi arkadaşlarımız ailelerimize yardım ediyorlardı. Sonra her hangi bir iş yerinde direniş olduğunda Çelik Halat ve Rabak işçileri orada oluyorlardı.
Neden güvensizlik…
Şimdi ise Kenan Evren darbesinden sonra işçilerin birbirine güveni yok. Özellikle Türk-İş konfederasyonuna bağlı sendikalar işverenin yanında yer aldı ve DİSK devlet tarafından budandı. O dönemde Koç Sabancı gibi işverenler DİSK’i tercih ediyorlardı. Çünkü DİSK en iyi kalitede en yüksek üretimi sağlamak için üretimden pay almak sloganıyla örgütlendiği için gerçekten kaliteyi üretiyordu. Bu nedenle büyük firmalarda örgütlenmesinde sorun çıkmıyordu. Şimdi ise DİSK’e bağlı sendikalar işçinin değil işverenin yanında yer alıyorlar.
Şimdiki işçiler…
Var olan işçi sınıfında korkunç bir güvensizlik var. işçi işveren hakkında bir şey söylerse hemen işten atılıyor. Sendikalar işçi yerine işvereni temsil diyor aslında. Şimdi çalışan insanlarla konuşuyorum anlattıkları çok korkunç. Öğle saatlerinde verilen yemekler yetmediğini ve ikinci kez yemek yeme haklarının olmadığını söylüyorlar. Her gün geçen işçi servislerine bakın işçiler servislerde yorgunluktan uyuyorlar. İşçilere çok kırgınım çok büyük zorluklarla kazanılmış hakları çok kolay teslim ettiler. Bu nedenle şehire inmiyorum.