Maoist harekete dair ciddi ve dürüst bir inceleme, onun temel gündeminin siyasi ve ekonomik iktidarı kitlelere devretmek olduğunu ifade etmelidir. Kral ve parlamenter güçlerle yapılan her görüşmede, Maoistler, seçimlerinde değişik politik güçlerin kendi tercih ettikleri politik yapıları savunacağı ve halkın vekaletini isteyeceği koşulsuz bir kurucu meclis talep ettiler. Sadece, sömürülen ve ezilen çoğunluktan temsilcilere yer […]
Maoist harekete dair ciddi ve dürüst bir inceleme, onun temel gündeminin siyasi ve ekonomik iktidarı kitlelere devretmek olduğunu ifade etmelidir. Kral ve parlamenter güçlerle yapılan her görüşmede, Maoistler, seçimlerinde değişik politik güçlerin kendi tercih ettikleri politik yapıları savunacağı ve halkın vekaletini isteyeceği koşulsuz bir kurucu meclis talep ettiler. Sadece, sömürülen ve ezilen çoğunluktan temsilcilere yer açan demokratik yollarla seçilmiş bir kurucu meclis demokratik bir yapılanma oluşturabilme kapasitesine sahiptir. Öteki türlü, bir yapılanma halihazırdaki yetki sahiplerinin kazanılmış hakları arasında eklektik bir uzlaşmayla sınırlanacaktır (Nepal ve ayrıca pek çok diğer “demokratik” ülke, böylesi uzlaşmalar görmüştür). Maoistler ayrıca ulusal ordunun demokratik hükümete tabi olmasını da talep etmektedir. Hangi modern ulus, silahlı güçlerin “profesyonelleşmesi”nin ve halka karşı sorumsuzluğunun demokratik çıkarları zedeleyeceğini inkar edebilir ki?
Maoistlerin vakti var ve rekabet edebilir çok partili cumhuriyetçi demokrasiye olan taahhütlerini tekrar vurguladılar. “Sınıf savaşında ve uluslararası koşullardaki dengeyi” dikkate olarak, nihai hedefleri, yani sosyalizm ve komünizm için mücadelenin, uzun soluklu bir mücadele olması gerektiğini biliyorlar. Fakat Maosit lider Prachanda’nın eş zamanlı bir şekilde vurguladığı gibi, bu durum “bir politika, taktik değil.”(1) Bu politika Maoistlerin devrimci programını alçaltır mı? Asla. Mao, politikayı yönetime ve silahları da bu politik yönetimin hizmetine koyma çağrısını yaptığında, sınıf savaşının zorunluluklarına bağlı olarak devrimci güçlerin değişime hazır olduğunu kastediyordu. Maositlerin uğrunda mücadele ettikleri şey, işçi sınıfının öz-örgütü için dizginsiz bir ilerleyişinin koşullarını yaratarak, yoğunlaşan sınıf savaşı için sömürülen ve ezilen kitlelerin enerjisini özgürleştirecek temel bir siyasi yapının kurulmasıdır.
Hindistanlı ünlü Marksist Randhir Singh’in, Soğu Savaş sonrası devrimci hareketler içinde Nepal hareketinin yerine dair değerlendirmesi oldukça yerinde bir değerlendirmedir: “Latin Amerika gerçekten de uluslararası sermayeye karşı sınıf savaşının özellikle önemli bir bölgesi olarak yükselmektedir. Aynen, çok uzakta bir başka kıtadaki Nepal’in, halkın kurulu kapitalist ya da feodal toplumsal düzenlerden başka bir hayat için mücadeleye devam edeceğine, farklılıklarla da olsa, bir örnek teşkil etmesi gibi. Canlanan bu devrimci süreçte, Chavez liderliğindeki Venezüella Bolivarcı devrimi bir yana, Nepal’de Komünist Partisi (Maoist) liderliğindeki hareket (popüler ismiyle Halk Savaşı) hiç şüphe yok ki, bugünün dünyasında özgürlük ve demokrasi uğrunda yürütülen en önemli halk mücadelesidir.”(2)
Latin Amerika deneyimleri ve Nepal’in Maoist hareketinin ortak noktaları gerçekten de çok. Her ikisi de dünya devrimci hareketler tarihinde benzeri olmayan politik pratikler hedefliyorlar. Latin Amerika’da ve Nepal’de, Marks’ın varsayımına kelimesi kelimesine şahit oluyoruz: “Bugünkü toplumumuzun en alt tabakası olan proletarya; resmi toplumun ötekilerin üstüne yaslanan tabakaları havaya fırlatılmaksızın, hareketlenemez, kendi kendini yükseltemez.”(3)
Venezüella’da (genel olarak da Latin Amerika’da), devrimci dönüşüm, bir taraftan hala süren kapitalist hegemonyayla bir arada oluşu, diğer taraftan da devletin başına devrimci güçleri getiren burjuva demokrasisinin çelişkisi tarafından karmaşıklaştırılmıştır. Bu yüzden, devrimci kalkışmanın ardındaki toplumsal güçleri liderlikleriyle uzlaşarak de-radikalize etmek için olağanüstü bir basınç var. Devrimci güçlerin dayanıklılığı, hala süren hegemonyaya ve alternatif radikal demokratik örgütlenmeler kurarak ve yaşatarak (doğrudan üreticilerin öz yönetimi) ve devleti onlara tabi kılarak liderlerinin egemenler tarafından hareketi etkisizleştirmek için kullanılmasına karşı koyabilme yetenekleriyle tanımlanacaktır. “Sadece ve sadece, devlet ‘toplumun üstünde duran bir aygıttan bütünüyle ona tabi olan bir aygıta dönüştüğünde’ işçi sınıfı ‘kendini çağların pisliğinden kurtarmayı ve toplumu yeniden keşfetmeyi başarabilir.'”(4) Venezüella’da birlikte-yönetim (işletmelerdeki işçiler ve toplum arasındaki bir ortaklık), ayrıca Arjantin’deki Mahalle Meclisleri (Asambles Barriales), üretim üzerinde yeni bir toplumsal kontrol kurarak hem devletçi sosyalizmi hem de “sektörelci” öz-yönetimi (öz-yönetim altındaki bir işletmenin işçilerinin sadece kendi özel çıkarlarını düşündükleri, toplumun geri kalanını umursamadıkları form) aşmanın yollarını arıyorlar.
Modern kapitalizm, kapitalist birikimin genel koşullarını yeniden üretebilmek için siyasi sistem olarak temelde temsili demokrasiye dayanır. Bu yüzden, “ilişkilerden sorumlu olan insanlar için yakıcı sorun, aşağıdan fazla bir müdahale olmaksızın sermayeyle iyi geçinmek, ama aynı zamanda, ciddi sorunların ötesinde sisteme meşruluk verecek siyasi katılım için yeterli olanakları sağlamaktır… Parlamentarizm bunu imkanlı kılar: halkın dahil edilme ve hariç tutulma ilkeleri aynı anda kutsal bir yere taşınır.” Böylece meşruluk kazanmak, parlamentarizm, törensel demokrasi, politika-oluşturma süreçlerine “halka sırt çevirtir” ve işyerlerinde ve pazarlarda sınıf çelişkilerinin politik gelişmelere yön vermedeki etkisini sınırlar.(5) Bu yüzden, “toplum içinde bir bütün olarak katılımcı liderlik demokrasisi, halkın kendi ihtiyaçları ve üretim faaliyetleri üzerinde ortakça karar vermesi fikri” küresel kapitalizm için kesinlikle hayati bir kriz teşkil ediyor. Katılımcı liderlik demokrasisi, işçi sınıfını çeşitli kimliklere (tüketiciler, yurttaşlar, işsizler, formel ve enformel sektör işçileri) bölerek ve aralarında ayrılık yaratarak pazar ilişkilerini olduğundan farklı tanımlayan ve kapitalist gerçekliği çarpıtılmış biçimde sunan bütün “metafizik kurnazlıkları ve teolojik incelikleri” yok eder. Venezüella’nın Bolivaryan Kuruluşunda görüldüğü biçimde, “demokratik bir toplum içinde her insanın yaratıcı potansiyelini ve kendi kişiliğini azami ölçüde gerçekleştirmesini” sağlayabilmek için kişinin kendi yazgısını belirleme hakkını yeniden talep eder.(6)
Nepal’de, kendince demokrat olanların ve monarşinin sürekli ihaneti, halk demokrasisinin en ufak bir tezahürünün bile oluşma potansiyelinden tekrar tekrar kaçınmıştı. Bu yüzden, demokratik hareket, devletin kesintilerinden arta kalan uluslararası yardımla beslenen küçük burjuvaziye daraltıldı. Ne zamanki demokratik hareketin yoksul köylülerin, proleterlerin ve topraksızların temel ihtiyaçlara yönelik mücadelesiyle bütünleşmeye başladığı görüldü devlet ve küçük burjuva demokratlar arasında, demokrasinin radikal potansiyeline ket vuran bir uzlaşma öne çıktı.
Maoistlerin başarısının altında yatan gerçek, Nepal toplumunun en uç köşelerindeki mücadelelerle halk demokrasisi için mücadeleyi bütünleştirmiş olmalarıdır. Onlar 1990’ların resmi demokrasi uygulamalarının sınıfsal içeriğini açığa çıkardılar. Onlar, Nepal’de krallık, büyük toprak sahipleri ve küçük burjuvazinin üst tabakasının küresel emperyalizm tarafından desteklenen uzlaşmasından doğan resmi demokratik kuruluşların, nasıl sadece, Nepal’in bağımlılığını sürdüren ticarileşme ve ilkel birikimin yerel işbirlikçilerinin çıkarlarına göre tasarlandığını gösterdiler.
Maoistlerin silahlı mücadelesi bu bağlamda ne rol oynadı? Birincisi, ezilenlerin ve sömürülenlerin öz savunma için kendi iktidar odaklarını kurarak, özgüvene yönelik g
erçek bir ilerleme oldu. İkincisi, ezilenleri politikleştirdi ve onların kendilerini yönetmelerine olanak sağladı, yönetici koalisyonun baskıcı iktidarından ve onay dayatmasından kurtardı. Kitlelerin kendilerini savunma mekanizmaları olmaksızın, ikili iktidarın fiilen oluşumu gerçekleşemezdi. Üçüncüsü, on yıllık halk savaşı ve kırda gerçekleşen toprak reformları, yeni alternatif demokratik kurumların kuruluşu Nepal toplumunu radikalleştirdi. Nepal’in doğal ve insani kaynaklarının küresel emperyalizmin çıkarları için sürekli olarak aktarılmasını, Nepalli büyük toprak sahipleri, tüccarlar ve krallık idaresi altındaki şirketlerin yerel koalisyonu tarafından dolaylı ve tamponlanmış biçimde sürdürülen aktarımı durdurdu. Bu iç ve dış güçler Nepal toplumunun demokratik özlemlerini sıkboğaz etmek için istikrarı sağlamak ve “ekonominin emperyalist hesaplara uygun düşecek şekilde kontrollü dönüşümüne” izin vermek için birleşmişlerdi.
Maositler, toplumun sömürülen ve ezilen kesimleri arasında ulusal çapta birliği başararak Nepal’deki diğer demokratik güçlerle kurdukları yeni ittifakları aracılığıyla, (Mao’nun sözüyle) “ara güçleri” geri kazandılar. Bu, Maoistlerin resmi “yukarıdan demokrasi”ye yeni oluşan “tabandan demokrasi” ile, ikisi arasındaki “politik rekabet” aracılığıyla karşı koyma istekliliğine işaret ediyor. Nepal’deki Maoist hareket özgürlük, demokrasi ve sosyalizm yolundaki küresel mücadelenin parçasıdır. Nepal mücadelesinin ne gibi özellikler kazanacağını, emperyalist güçlerin ve yerel yönetici koalisyonun bir ittifakı tarafından şekillendirilen bir başka tarihsel ihanet destanına dönüşmesini engelleyip engelleyemeyeceğini bekleyip göreceğiz.
Küresel emperyalizm orduları ve ideolojileri ile bugün yeniden hiperaktif durumda. Sadece, dünyanın işçi sınıfları Nepal’de, Venezüella’da toplumsal dönüşüme yönelik hareketleri, (Marks’ın sözüyle) “kardeşçe uyum”larının ötesinde, savunabilir. “Kendilerini uluslararası siyasetin hikmetine hakim kılma; hükümetlerinin diplomatik eylemlerini izleme; eğer gerekliyse onlara tüm güçleriyle karşılık verme; engellemek mümkün olmadığında eş zamanlı açıklamalarda buluşmak ve özel bireysel ilişkileri yönetmesi gereken basit yasaları ya da ahlaki değerleri ve adaleti uluslararası ilişkiler üstü kurallar olarak talep etme görevine” göre yaşamalıdırlar. Böylesi bir dış politikaya yönelik kavga işçi sınıflarının kurtuluşu için verilen genel mücadelenin bir parçasını oluşturur.”(8)
Notes:
1 “Prachanda ile Röportaj” The Hindu 8, 9 ve 10 Şubat 2006.
2 Randhir Singh, “Foreword,” Baburam Bhattarai, Monarchy Vs. Democracy: The Epic Fight in Nepal, Yeni Delhi: Samkaleen Teesari Duniya, 2005, s.vii.
3 Karl Marx & Friedrich Engels, Komünist Parti Manifestosu, 1848.
4 Michael A. Lebowitz, Beyond Capital (2nd Edition), Palgrave, 2003, s.196.
5 Ralph Miliband, Capitalist Democracy in Britain, Oxford: Oxford University Press, 1982, s.38.
6 Michael A. Lebowitz, “Constructing Co-Management in Venezuela: Contradictions along the Path,” MRZine 24 Ekim 2005.
7 Baburam Bhattarai, The Nature of Underdevelopment and Regional Structure of Nepal: A Marxist Analysis, Delhi: Adroit Publishers, 2003, s.46.
8 Karl Marx, “Inaugural Address of the International Working Men’s Association,” 1864.
[MRZine’den Halkın Sesi tarafından çevrilmiştir]