Murat Özdemir Kamu Yönetimi Uzmanı-Öğretmen Ankara Mamak Lisesi 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren dünya, büyük değişim ve dönüşümlere sahne olmaktadır. Bu dönemde, söz konusu dönüşüm sürecini tanımlayan yeni bir terminoloji de gelişmiş bulunmaktadır. Bu yeni terminolojinin en yaygın kavramları arasında Postmodernizm, postfordizm, küreselleşme, yerelleşme, yönetişim gibi kavramlar bulunmaktadır. Bu kavramların analizi yapıldığında görülecektir ki moderniteye […]
Murat Özdemir
Kamu Yönetimi Uzmanı-Öğretmen
Ankara Mamak Lisesi
20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren dünya, büyük değişim ve dönüşümlere sahne olmaktadır. Bu dönemde, söz konusu dönüşüm sürecini tanımlayan yeni bir terminoloji de gelişmiş bulunmaktadır. Bu yeni terminolojinin en yaygın kavramları arasında Postmodernizm, postfordizm, küreselleşme, yerelleşme, yönetişim gibi kavramlar bulunmaktadır. Bu kavramların analizi yapıldığında görülecektir ki moderniteye ve onun getirdiği aydınlanma felsefesine total bir başkaldırı söz konusudur. Başka bir deyişle bu dönem, toplumsalın yeniden tanımlanması ve yeniden inşası şeklinde tezahür etmektedir.
Toplumsal yeniden-inşanın nirengi noktasını, kamusalın yeniden tanımlanması (daraltılması !) oluşturmaktadır. 1960’lı yılların başından itibaren liberal ideolojinin akademik çevrelerde yeniden hortlaması (neo-liberalizm)1;(1) yine aynı yıllar da postmodernizmin sanat çevrelerinde filizlenip daha sonra aydınlanmanın tüm kazanımlarını bir anda geri teperek muhafazakar ideolojinin palazlanmasına olanak sağlaması2 (2) postfordizmin 1970’lerde temel üretim biçimine dönüşümü3;(3) 1970’lerin bunalımı sonrası sermaye ihracının önündeki engellerin kaldırılması yönündeki çabalar sonucu ulus-devlet yapısının krize girmesi ve dolayısıyla küreselleşme söyleminin bir anda her şeyi kasıp kavuran bir kasırgaya dönüşmesi ve nihayet 1980’lerin başında neo-muhafazakar ve neo-liberal ideolojiyi kendine temel alan ve yeni-sağ4 (4)olarak adlandırılan siyasi akımın başta Anglo-Sakson ülkeler olmak üzere tüm dünyayı teslim alması yönündeki gelişmeler tarihin bu momentumunda tesadüfen ortaya çıkmış gelişmeler değildir. 1980’lerde başlayan toplumsal yeniden-inşa süreci insanoğlunun diyalektik gelişme sarmalının anti-tezini oluşturmaktadır.
Bu noktada sorulması gereken soru şudur: “Bu dönüşüm sürecinin ardında yatan temel parametreler nelerdir ve bu parametreler nasıl işlemektedir ?”
Bu sorulara cevap verebilmek için elimizde yeteri kadar bilimsel çalışma bulunmaktadır. Yapılan çalışmalar göstermektedir ki bu süreçte rol oynayan temel parametre kapitalizme içkin “birikim yasası”dır. Kapitalizmin tarihine bakıldığında görülecektir ki kapitalist sistem ritmik bir şekilde krizler yaşamaktadır ve her kriz sonuçta eskiyi yadsıyan yeni bir birikim rejimin doğmasına yol açmaktadır. Ancak yeni sistem daha doğduğu andan itibaren kendine özgü çelişkileri içinde barındırmakta ve zamanı geldiğinde yeni bir kriz patlak vermektedir. Maalesef yaşanılan her krizin faturası bir öncekinden daha fazla şiddetli yaşanmaktadır.
Bu noktada anlaşılması gereken en önemli şey ortaya çıkan yeni birikim rejiminin kendine özgü bir toplumsal inşa tanımlamasına sahip olduğudur. Toplumun nasıl yeniden inşa edileceğinin anahtarını ise toplumsal üretim ve tüketim biçimlerinin nasıl yönetileceği oluşturmaktadır. Kamu yönetimini bir işletme yönetimi gibi algılamazsak başka bir deyişle kamu yönetimini daha geniş anlamda toplumsalın yönetim biçimi olarak ele alacak olursak sorunun doğru tahliline bir adım yaklaşmış oluruz.
Nitekim 1980’lerde ete kemiğe bürünen yeni-sağ akım, toplumsal yeniden inşa sürecine, “geleneksel kamu yönetimi” olarak adlandırılan fordist birikim rejiminin yönetim aygıtını parçalayarak başlamıştır. Bu süreçte üç değişik ancak birbirini tamamlayan strateji uygulanmış ve uygulanmaya devam etmektedir.
Bunlar sırasıyla özelleştirme (devletin mal ve hizmet üretimini özel yönetimlere devretmesi); serbestleştirme (devletin mal ve hizmet üretiminde tekel olmaktan çıması ve özel sektöre bu alanların açılması); ve nihayet piyasalaştırma (devletin mal ve hizmet üretiminde özel sektörle rekabet edebilir bir yapıya dönüştürülmesi) olarak ortaya konulabilir. İşte kamu işletmeciliği olarak beliren yeni yönetim paradigması bu son kavramla iç içe geçmiş bulunmaktadır. Kamu yönetimi disiplini alanında yapılan akademik çalışmalara göz atılacak olunursa özelleştirme konusu üzerinde ağırlıklı olarak durulduğu gözden kaçmayacaktır. Oysa yeniden inşa sürecinde özelleştirme problematiği artık aşılmış gözükmektedir. İçinden geçmekte olduğumuz yeni dönemde baskın olan durum, kamu örgütlerinin mal ve hizmet üretiminde “kamu yararı” ilkesini, özel sektör yönetimlerinin etkinlik verimlik ve ekonomiklik ilkeleriyle ikame etmesidir. Başka bir deyişle kamu örgütleri artık piyasa şartlarında ve özel sektördeki emsalleriyle rekabet edebilecek bir yönetsel yapıya dönüştürülmeye çalışılmaktadır.
Bu yöndeki dönüşüm süreci kamu yönetimi dizgesinin alt sektörlerinde (eğitim, sağlık, güvenlik vs) ciddi bir şekilde kendisini hissettirmeye başlamıştır. İşte bu çalışma, Türk eğitim dizgesinde meydana gelen değişim ve dönüşüm sürecinin ardında yatan parametrelerin tanımlanmasına ilişkin ipuçları aranmaktadır. Ancak eğitim sisteminde gözlenen bu yeninden inşa sürecinin kavranabilmesi için her şeyden önce evrensel kapitalist sistemin iki buhran döneminin incelenmesini zorunlu görünmektedir. Nitekim bu iki bunalım dönemi farklı yönetim teknolojilerin gelişimine yol açmış gibi görünmektedir. Bunlardan ilki 1930’larda başlayıp 1970’li yıllara dek süren fordist toplumsal örgütlenmenin yönetim aygıtı olan geleneksel kamu yönetimi anlayışı iken, ikincisi 1970 yıllardan itibaren gündeme yerleşen postfordist toplumsal örgütlenmenin yönetim anlayışı olan kamu işletmeciliğidir5. (5)
Aşağıda bu iki döneme ilişkin kısa bir değerlendirme yapılmış ardından bu iki dönem boyunca Türk eğitim dizgesinin kendisini bu sürece nasıl uyarladığına yönelik bir tartışma yapılmaktadır.
Geleneksel kamu yönetimi anlayışı ve kamu işletmeciliği anlayışı, kapitalizmin geçirmiş olduğu bunalım dönemleri sonrasında, kamu örgütlerinin nasıl yapılandırılması ve yönetilmesi bağlamında ortaya çıkmış yönetim kuramlarıdır.
1929 bunalımı, kapitalizme içkin temel çelişkilerin bir nedeni olarak ortaya çıkmıştır. Bunalımın nedeni başlarda Birinci Dünya Savaşı ile ilişkilendirilmişse de durumunun bu kadar basit olmadığı anlaşılmıştır. Uygulanan liberal politikaların bir sonucu olarak toplumda giderek artan yoksullaşma ve işsizlik, kamu sektörü ve özel sektörde üretilen mal ve hizmetlere karşı toplam talebin düşmesine yol açmıştır. Bu durum kapitalizmi evrensel bir bunalıma sürüklemiştir. Bütün çabalara karşın kriz durdurulamamış, tüm dünyada ciddî boyutlarda etkisi hissedilmiştir. Bunalıma ilk tepki olarak çeşitli ülkeler 1930’lu yıllarda devletçi politikaları hayata geçirmişlerdir6. (6)Ancak yaşanan bunalımdan nasıl çıkılacağına ilişkin akademik reçete, ekonomide tam istihdamın sağlanması yönünde, devletin bizzat ekonomiye ve toplumsal yaşama müdahale etmesi gerektiği biçiminde ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşımın mimarı J.M.Keynes’tir. İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı sonuçlarının yaşanılan bunalımı daha da derinleştirmesi sonucunda devlet, sermaye ve örgütlü emek arasında devletin ekonomiyi ve toplumsal yaşamı merkezden kontrol etmesi gerektiği yönünde bir uzlaşma dönemine girilmiştir7. (7)
1945 sonrası gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerde toplumsal refahın artırılması bağlamında devletin eğitim, sağlık, konut, altyapı vs konularda bizzat mal ve hizmet üretiminde daha etkin bir şekilde rol almaya başladığı görülmektedir. Bu dönemle birlikte kamu örgütlerinin giderek büyümeye başladığı görülmektedir. Diğer yandan kamu hizmeti kavramı yeni bir içeriğe bürünmü
ştür. Artık, kamu hizmeti; halkın ortak gereksinimlerinin bizzat kamu personeli tarafından ve yine kamu finansmanı ile karşılandığı bir anlayış hâline gelmiştir. Devlet bizzat işverendir ve çalışanlarına hayat boyu iş güvencesi sağlamıştır. Eğitimden sağlığa pek çok hizmet alanı giderek devletin temel işlevi olarak görülmektedir.
1960’lı yıllar refah devletinin altın yıllarıdır. Uygulanan refah artırıcı siyasalar sonuç vermiş ve kapitalizm 1929 yılında girmiş olduğu bunalımdan çıkmıştır. Kamusal alanın genişlemesi bu yıllarda yasal-hukukî zeminde güvence altına alınmıştır. Kapitalist sistemin tarihinde bu dönem fordizm olarak tanımlanmaktadır8.(8)
En genel hâliyle fordist birikim rejiminin hüküm sürdüğü yıllarda, kamu örgütlerinin yönetimine geleneksel kamu yönetimi anlayışı hâkim olmuştur. Geleneksel kamu yönetimi olarak tanımlanan anlayış, W. Wilson’un 1887 yılındaki ünlü “Yönetimin İncelenmesi” başlıklı makalesinin yayımlanması ile gündeme gelmiştir. Bu makalesi ile Wilson, kamu yönetiminin siyasetten ayrı olarak incelenmesi gerektiğini ifade etmiş ve kamu yönetimini kamu siyasalarının sistematik uygulanışı olarak tanımlamıştır. Disiplinin özerkleşmesi ile alana yönetim-örgüt kuramları hâkim olmaya başlamıştır. Özellikle geleneksel kamu yönetimi anlayışının, üzerine oturduğu üç ana omurgadan söz etmek mümkündür. Bunlardan ilki Taylor’un geliştirdiği “Bilimsel Yönetim” anlayışı, ikincisi Fayol’un geliştirdiği “Yönetim Süreçleri” yaklaşımı, üçüncüsü ise Weber’in geliştirdiği “Bürokrasi” kuramıdır. Bu üç damar sonuçta, geleneksel kamu yönetimi dizgesinin farklı boyutlarını tanımlamışlar ve sistematik bir bütünün parçaları olmuşlardır. Alanda bu dönem “klâsik Dönem” olarak nitelendirilmiştir. Klâsik dönem, örgütleri insansız bir makine olarak tasavvur etmiştir. Bu eksikliği ise “neo-klâsik” yaklaşım gidermeye çalışmıştır. Bu yaklaşım bir öncekini reddetmemekle beraber onun eksik bıraktığı boşlukları doldurmaya çalışmıştır. Bulunan formül örgütlere insan unsuru katmaktır.
Akademik kürede böylesi bir gelişme çizgisi yakalayan kamu yönetimi kuramı, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında kapitalizmin yeniden yapılanma sürecinde bizzat kamu örgütlerinin örgütlenmesi ve yönetilmesi sürecinde rol almıştır. Çünkü yukarıda da bahsedildiği üzere bu yıllarda kamu örgütlerinin giderek büyüdüğü ve dolayısıyla rasyonel bir şekilde bu örgütlerin yönetilmesi gerektiği anlayışı, hâkim bir söylem hâline gelmiştir. Gerçekten de kamu yönetimi kuramı bu yıllarda popüler ve saygın bir kimliğe kavuşmuştur. Dünyanın çeşitli bölgelerinde kamu yönetimi enstitüleri kurulmuş, akademik kürede kamu yönetimi bölümleri öğrencilerin oldukça ilgi gösterdikleri akademik bir uğraş hâline gelmiştir. Başka bir ifade ile geleneksel kamu yönetimi kuramı 20. yüzyılın başlarında özerk bir disiplin hâline gelirken, bu kuramın gerçek anlamda kamu örgütlerinin yönetiminde yaygın olarak uygulama alanı bulması, ancak yüzyılın ortalarında meydana gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında hâkim anlayış, gerçek bir dünya edimi olan kamu yönetiminin, temelleri daha önce atılmış olan kamu yönetimi kuramı çerçevesinde örgütlenmesi ve yönetilmesi yönünde gerçekleşmiştir.
Özetle, kamu yönetimi disiplini ve kamu yönetimi pratiği bu yıllarda mekân ve zaman boyutlarında birbirini tamamlayan iki unsur olarak belirmiştir. Böylece bu yıllarla birlikte geleneksel kamu yönetimi kuramı, fordist birikim rejiminin yönetim alanındaki teknolojisi olmuş, giderek kökleşmiş ve egemen bir paradigma olmuştur.
1970’li yıllara gelindiğinde ise bir gerçek dünya edimi olan kamu yönetimi pratiği bir kriz içerisine girmiştir. Kamu örgütlerinin hacminin giderek büyümesi ve kamu hizmet alanlarının yaygınlaşmasının bir sonucu olarak kamu açıkları baş göstermiş, bu açıkların kapatılması için bütçe dışı finansman yolları denenmiş, böylece borç yükü kamu yönetimlerinde baskı yaratmaya başlamış, emisyon hacmi büyümüş, bu ise enflasyonu arttırmıştır. Bir de uluslararası ticaret dengelerinde meydana gelen bozulmanın ortaya çıkmasıyla birlikte merkez kapitalist ülkelerde başlayan kriz tüm çevre kapitalist ülkeleri kapsayacak şekilde genişlemiştir. Bu yıllarla birlikte devlet, sermaye ve örgütlü emek arasında, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşmuş koalisyon da çökmüştür.
Bu çöküş bir anlamda fordist birikim rejiminin de çöküşü anlamına gelmektedir. Bu dönemde bunalımdan çıkışın ancak saatin ters yönde işlemesi ile mümkün olabileceği savları gündeme gelmeye başlamıştır. Yani devletin ve devlete ait işlevlerin yeniden tanımlanması gerekmektedir. Bu argümanın sahipleri, klâsik liberal döneme tekrar dönülmesini savunan neo-liberal iktisatçılardır. Neo-liberaller ideologlar kamu yönetiminde gözlenen bu bunalımdan çıkışın ancak kamu örgütlerinin daraltılması ile mümkün olabileceğini dile getirmişlerdir9.(9) Temel tez şudur: devlet aslî unsurları dışında (iç güvenlik, dış güvenlik ve adalet) faaliyette bulunmamalıdır. Bu yaklaşım 1980’li yılların başında ete kemiğe bürünmüştür. Birçok kapitalist ülkede yeni-sağ siyasaları benimseyen siyasal partiler iktidara gelmiş ve devleti küçültmek bağlamında özelleştirme ve serbestleştirme siyasalarını birer birer hayata geçirme yönünde uygulamalar yapmışlardır. Bu uygulamalar bir anlamda geleneksel kamu yönetimi anlayışının hem kuram hem de uygulama bazında tasfiyesi anlamına gelmektedir. Kuram bazında tasfiye girişimi 1980’lerin başında Amerika’da kamu işletmeciliği adında yeni bir bilim dalının ilânı ile gündeme gelmiştir10. Yeni bilim dalı 1990’lı yıllarda yeni-kamu işletmeciliği olarak revize edilmiştir11.(11) Değişik versiyonları bulunan bu kuramsal değişme12(12), 1990’lı yıllarda “kamu yönetimi disiplini bir kimlik bunalımı yaşıyor” türünden tartışmaları da beraberinde getirmiş görünmektedir13. (13)
Söz konusu bu tartışmalar gerçekten de çok ciddî bir açmazı beraberinde getirmiştir. Eğer kamu yönetimi alanı daralıyor ise bu alanın incelenmesine de gerek yoktur! türünden bir anlayış bu açmazın merkezini oluşturmaktadır. Böylece başta Anglo-Sakson ülkelerindeki üniversitelerde olmak üzere kamu yönetimi bölümleri adlarını kamu işletmeciliği olarak değiştirmeye başlamışlardır. Hatta kamu yönetimi alanında yıllardan beri yayın yapan popüler dergiler isimlerinde değişikliğe bile gitmişlerdir (Administration terimi yerini management terimine bırakmıştır) 14.(14)
Kamu işletmeciliği yaklaşımının giderek yaygınlık kazanması ile dünyanın pek çok ülkesinde bu yaklaşım, kamuda yeniden yapılanma siyasalarının da esin kaynağı hâline gelmiştir. Bu anlayış ile eşzamanlı beliren yönetişim15 (15)uygulamasının da gündeme gelmesiyle beraber, hayata geçirilmeye başlayan “kamuda yeniden yapılanma” siyasaları geleneksel kamu yönetiminde gözlenen birçok ilkeyi tasfiye etmeye başlamıştır. Başta, kamu hizmeti kavramının içeriği yeniden tanımlanmıştır. Böylece kamu örgütleri geleneksel dönemin “kamu yararı” ilkesine göre faaliyet göstermeyecekler, bunun yerine özel işletmelerde gözlenen ekonomiklik, etkinlik ve verimlilik prensiplerine göre faaliyet göstereceklerdir (bu üç terim İngilizce’de ekonominin 3E kuralı olarak bilinmektedir: Economy, Efficiency Effectiviness).
Diğer yandan devlet aslî fonksiyonlarına geri dönecek ve klâsik bakanlık tarzı örgütlenme, kamu yönetiminde yerelleşme akımıyla tasfiye edilmeye başlayacaktı
r. Bununla beraber yerele devredilen kamu örgütlerinin yönetimine hükümet dışı örgütler (NGO) (sivil toplum) ve özel sektör eklemlenecek ve yerel paydaşlar kamu kurumlarının yönetiminde söz sahibi olacaklardır.
Söz konusu bu uygulama merkezden yönetim, piramit devlet, modern kamu yönetimi, hayat boyu çalışma güvencesi, toplumsal refah, tam istihdam, kamu yararı, kitlesel üretim ve tüketim gibi pek çok kavramı bünyesinde taşıyan fordist toplumsal örgütlenmenin çözülmesi anlamına gelmektedir. Fordist toplumsal yapı yeni dönemde yerini, adem-i merkeziyetçi yönetim, postmodern kamu yönetimi, esnek çalışma, sözleşmeli personel istihdam modeli, tam zamanında üretim (just-in time) gibi birçok uygulama alanını bünyesinde taşıyan postfordist anlayışa terk etmektedir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında egemen bir paradigma olan fordist birikimin yönetim teknolojisi olan geleneksel kamu yönetimi yerini, 1980’lerde başlayan yeniden yapılanma siyasa ve uygulamaları ile hayata geçirilen postfordist birikim rejiminin yönetim teknolojisi olan kamu işletmeciliğine terk etmiştir.
İşte yukarıda tanımlanmaya çalışılmış bulunan bu iki farklı dönemde Türk eğitim dizgesi de doğrudan etkilenmiş görünmektedir.
Yapılan kuramsal çalışmalar göstermektedir ki16,(16) Türk eğitim sistemi 1920-1980 yılları arasında geleneksel kamu yönetimi bağlamında örgütlenmiş ve yönetilmiştir. Bu dönem kendi içerisinde iki ana alt bölüme ayrılmaktadır: Birincisi Atatürk Dönemi, ikincisi ise Plânlı Kalkınma Dönemidir.
Atatürk dönemi eğitim siyasalarının özünü, eğitim hizmetinin devletin aslî bir kamu hizmeti olarak tanımlanması oluşturmaktadır. Atatürk döneminde eğitim örgütü, klâsik bakanlık tarzında örgütlenmiştir17.(17) Bu dönemde çıkarılan bütün yasal mevzuat bu anlayışın kökleşmesine vesile olmuştur. Ülkedeki bütün eğitim kurumları eğitim bakanlığının denetim ve gözetimi altına alınmıştır. Eğitime yapılan kamu harcamaları o yılların verili koşulları göz önünde tutulursa oldukça tatminkâr gözükmektedir. Başlatılan eğitim hamlesinin özünü ulus-devlet yaratma çabaları oluşturmuştur. Böylece eğitime büyük anlamlar yüklenmiş ve ülkede oluşturulacak ortak vatandaşlık bilincinin oluşturulması eğitim uygulamalarıyla sağlanmaya çalışılmıştır. Diğer yandan ülke kalkınması için gerekli sayıda ve nitelikte insanın yetiştirilmesi bağlamında eğitim, kalkınmanın dinamiği olarak algılanmaya başlamıştır.
Ancak eğitim alanının temel bir kamu hizmeti olarak algılanması ve geleneksel kamu yönetimi bağlamında yapılandırılması ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında ivme kazanmıştır. Çünkü Türkiye, dünyada bu yıllarda beliren genel eğilim doğrultusunda ulusal kalkınmayı bir plân çerçevesinde ve devlet öncülüğünde yapma anlayışını benimsemiştir. Ülkede 1960’lı yıllarda plânlı kalkınma stratejisi anayasal ve kurumsal bir nitelik kazanmıştır. Bu dönemde eğitim, Türkiye’de ulusal kalkınmanın en önemli unsuru olarak tanımlanmıştır. Yapılan bütün kalkınma plânlarında ülkenin mevcut eğitim profili çıkarılmakta ve bu planlarda planın uygulanacağı dönem sonunda ulaşılmak istenen hedefler belirtilmektedir. Bu plânlar çerçevesinde eğitime ayrılan bütçe payları giderek artmış ve 1970’li yıllarda en yüksek değerlerine ulaşmıştır. Üniversitelerde eğitim bilimleri fakülteleri kurulmaya başlanmış ve nitelikli eğitim personeli yetiştirme konusunda ciddî boyutlarda yatırımlar yapılmıştır18. (18)Bu yıllarda öğrenci, öğretmen ve okul sayılarında büyük artışlar meydana gelmiştir. Plânlı dönem boyunca uygulanan eğitim siyasalarının özünü, geleneksel kamu yönetimi bağlamında eğitimi örgütlemek oluşturmuştur. Bu yıllarda bakanlığın örgütsel hacmi giderek büyümüş ve merkezîleşme eğilimi kökleşmiştir. Eğitimdeki merkezîleşmeye paralel olarak teftiş ve denetimin merkezden yapılma eğilimi egemen bir anlayış hâline gelmiştir. Bu gelişmelerin doğal bir sonucu olarak da bu yıllarda öğretmenlik mesleğinin toplumsal saygınlığı da pekişmiştir.
Bu yıllarda eğitimin örgütlenmesi ve yönetilmesini böylece, geleneksel kamu yönetimi bağlamında değerlendirmek mümkün gözükmektedir. Ancak 1970’lerin sonlarına doğru Türkiye’yi etkisi altına alan dünya kapitalist sisteminin krizi, genelde kamu hizmet anlayışını ve özelde de devletin eğitime bakış açısını ters yönde değiştirmeye başlamıştır. 1980’lerde uygulanan politikalar sonucu eğitim, ayrıcalıklı yerini kaybetmeye başlamıştır. Bu yıllarda eğitim bütçesi giderek bir azalma eğilimine girmiştir19. (19)Yine bu dönemde iktidar olan siyasî parti (ANAP) eğitimin kişisel faydasının toplumsal faydasından yüksek olduğunu ve eğitimin artık devletin bir faaliyeti olmaktan çıkarılması gerektiğini dile getirmiştir.20 (20)Eğitim bütçelerinin düşük tutulması doğal olarak eğitim kalitesini de düşürmüştür. Devlet bu yıllarda vatandaşlardan eğitim harcamalarına bizzat katkı sağlamalarını istemiştir. Kendi okulunu kendin yap kampanyası bunun en güzel örneği olarak gösterilebilir. Öğretmenlik mesleği de uygulanan düşük ücret politikaları sonucu çekiciliğini yitirmeye başlamıştır. Öğretmen ücretlerinde gözlenen reel düşme sonucunda öğretmenlik mesleğini statü kaybına uğramıştır.
Yaşanılan bu tablo sonucu 1990’lı yıllarda kamusal eğitim anlayışı sorgulanmaya başlamıştır. Devletin eğitim hizmetlerini yeteri kadar iyi yerine getiremediği yönünde medya destekli bir kamuoyu oluşturulmuştur. Bu dönemde kamu örgütlerinin yönetimine egemen olmaya başlayan işletmecilik beceri ve ilkeleri, kamu eğitim kurumlarına ithal edilmeye başlamıştır. Bununla hedeflenen, kamu eğitim kurumlarının özel sektördeki emsalleri gibi daha rasyonel yönetilmesidir. 1990’ların başlarında Dünya Bankası kredisiyle hayata geçirilen “Eğitimi Geliştirme Projesi” en yalın hâliyle, özel sektörde gözlenen işletmecilik ilkeleri doğrultusunda okulların yapılandırılması ve yönetilmesini hedeflemiştir. Müfredat Laboratuar Okulları (MLO) özelinde hayata geçirilen projenin kapsamı, 1990’lı yılların sonlarında ülkedeki tüm eğitim kurumlarını kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Projenin temel hedefi kamu eğitim kurumlarında toplam kalite yönetiminin egemen kılınmasıdır. Kamu eğitim kurumları böylece TKY kıskacına girmiş ve eğitim hizmeti alan öğrenciler birer müşteri gibi algılanmaya başlamışlardır. Bu süreci Okul Gelişim Yönetim Ekibi (OGYE) uygulaması tamamlar görünmektedir OGYE uygulaması ile artık okullarında özel sektör işletmeleri gibi stratejik planları olacak ve okullar bir birleriyle rekabet etmeye başlayacaklardır.
Kamu eğitim kurumlarında yine son yıllarda gözlenen bir diğer önemli uygulama alanı ise eğitim bölgeleri uygulamasıdır. Bu uygulama ile beraber bir birlerine yakın okullar bir eğitim bölgesi olacak şekilde bir birlerine bağlanacak ve öğretmenler artık bir okulda çakılı kadroda çalışmak yerine bölgede ihtiyaç duyulan diğer okullarda çalışmak durumunda kalacaktır. Bu gelişme ile geleneksel kamu yönetimi anlayışının en önemli ilkesi olan komuta birliği ilkesi tasfiye edilmektedir. Öğretmenler artık birçok üste bağlı bir şekilde çalışmakla yükümlü kılınmaktadır. Eğitim bölgesi uygulamasının yaygınlık kazanmasıyla beraber esnek çalışma rejimi kamu eğitim kurumlarına taşınmış olmaktadır.
Eğitim bölgeleri ve kurulları tarzından uygulamalarla eğitimin yönetim ve finansmanına özel sektör ve sivil toplum örgütleri eklemlenmeye başlamıştır. Bu uygulama yukarıda da kısaca bahsi geçen yönetişim k
avramının eğitim yönetimine nasıl girdiğinin bir göstergesidir. Bu uygulama ile beraber artık, geleneksel kamu yönetiminin en büyük kalesi olan bakanlık örgütü, yetkilerini taşradaki yerel paydaşlarla paylaşmaya başlamıştır.
Bu uygulamaları, geleneksel kamu personel rejiminin değişimi izlemiştir. Sözleşmeli öğretmen çalıştırma yöntemi artık istisna olmaktan çıkarılmakta ve asli bir öğretmen istihdam etme rejimine dönüşmektedir. Bu süreci 1990’lı yılların sonunda hukuki bir geçerlilik kazanan norm kadro uygulaması tamamlamıştır. Norm kadro uygulamasıyla, istihdam edilen öğretmen sayısının azaltılması arzulanmaktadır Kamu eğitim kurumlarında oluşmuş âtıl kapasitenin daha rasyonel kullanılacağı söylemiyle hayata geçirilen eğitim bölgeleri ve norm kadro uygulamaları tam anlamıyla postfordizmin esnek istihdam modeline uyum sağlamaktadır.
Yine son dönemlerde eğitimde hiyerarşik denetim yerinde performans denetiminin yasal-hukukî zemine taşınması yönünde çalışmalar MEB’e bağlı EARGED tarafından başlatılmış ve hayata geçirilmiştir. Bu denetim usulü kamu işletmeciliği anlayışının ana omurgalarından birini oluşturmaktadır. Okul yöneticileri ve öğretmenler artık performanslarına göre değerlendirileceklerdir. Bu bir anlamda performansa göre ücret tarzında ücret rejimine geçişi sağlayacak bir girişim olarak değerlendirilebilir.
Özetle ifade edilecek olursa, fordist dönemde kamusal eğitim desteklenmiş ve geliştirilmeye çalışılmıştır. 1960 ve 1970’li yıllara ilişkin sayısal veriler bu argümanı desteklemektedir. Fordist dönemde eğitim örgütü, geleneksel kamu yönetimi ilkelerine göre yapılandırılmış ve yönetilmiştir.
Oysa 1980’lerle başlayan süreçte egemen olmaya başlayan postfordist dönemde kamusal eğitim anlayışı saygınlığını yitirmeye başlamıştır. Bu yıllarda hayata geçirilmeye çalışılan bütün eğitim politikaların özünü, eğitimin bir piyasa metaı haline dönüştürülmesi oluşturulmaktadır. Eğitimin Türkiye özelinde özelleştirilmesinin olanaklı görülmemesinin bir sonucu olarak kamu eğitim kurumları kendi kaderlerine terk edilmişlerdir. Finansman güçlüğü yaşayan okul yöneticileri, giderek artan oranda bir işletme yöneticisi gibi okulları yönetmek durumunda kalmışlardır. Bunun için olmadık yollara başvuran okul yöneticileri örneğin okula finansman sağlamak için okul bahçelerini otoparklara bile dönüştürmek zorunda bırakılmışlardır. Yapılan birçok araştırma göstermektedir ki öğrencilerden değişik isimler altında paralar toplanmaktadır. Son dönemlerde okul aile birliklerine de işlerlik kazandırılmıştır. Böylece devletin eğitim harcamalarında yapmış olduğu kısıtlamaları öğrenci velileri doğrudan kendileri karşılamak durumuna düşmüşlerdir. Ülkenin mevcut sosyo-ekonomik durumu göz önüne alındığında bu uygulamanın eğitimde fırsat eşitliğini zedeleyeceği açıktır.
Kaynakça
1 Aktan,Coşkun Can, (1995), “Klâsik Liberalizm,Neo-Liberalizm, Libertarianizm”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 28, Sayı:1, s. 3-32.
2 Şaylan, Gencay (2003) “Postmodernizm” İmge Yayınları, Ankara
3 Jessop, Bob, “Post-fordism and the State”,
http://www.geo.ut.ee/inimtool/referaadid/krap/referaat_palhus.htm
4 Dunleavy, Patrick, O’Leary, Brendan, (1987), Theories of the State, Macmillan Press Ltd, London.
5 Daniel Cohn, (1997), “Creating Crises and Avoiding Blame”, Administration and Society, Vol:29, S:5, s.
6. Başkaya, Fikret, (1986), Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi: Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına, Birlik Yayınları, Ankara.
7 Marcuse, Herbert (1997) Tek Boyutlu İnsan, İdea Yayınları, İstanbul
8. Harvey, David, (2003), Postmodernliğin Durumu, (Çev:S. Savran), Metis Yayınları, İstanbul.
9. Friedman, Milton, (1988), Kapitalizm ve Özgürlük, (Erberk ve Himmetoğlu), Beta Yayınları, İstanbul.
10 Perry, James L., Kraemer, Kenneth L., (1983), Public Management: Public and Private Perspectives, Mayfield Publishing Co, California.
11 Hood, Christopher,(1991), “A Public Management For All Seasons”, Public Administration, Vol:69, Spring, s.3-19.
12 Osborne, David, Gaebler, Ted, (1992), Reinventing the Goverment: How the Entrepreneurial Spirit is Transforming the Public Sector, Addison-Wesley, Massachusettes.
13 Üstüner, Yılmaz, (1995), “Kamu Yönetimi’nde Kimlik Sorunsalı”, Kamu Yönetimi Disiplini Sempozyumu Bildirileri, 13-14 Ekim 1994, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları, Ankara.
14. Rhodes, R. A. W., (1991), “Theory and Methods in British Public Administration: the view from Political Science”, Political Studies, XXXIX, s.533-554.
15. Pierre, Jon, (2000), Debating Governance, Oxford Univercity Press, Oxford.
16. Özdemir, Murat (2005), Kamu İşletmecili Yaklaşımının Eğitimdeki Yansımaları, Yüksek Lisans Tezi , TODAİE.
17. Uluğ, Feyzi, (1994), Türk Millî Eğitim Sisteminde Örgütlenme ve Örgütsel Yapı, Okan Yayınları, Ankara.
18 Adem, Mahmut, (1993), Ulusal Eğitim Politikamız ve Finansmanı, A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, Ankara.
19 Baloğlu, Zekai, (1990), Türkiye’de Eğitim, TÜSİAD Yayınları, İstanbul.
20 bkz.ANAP programları ve hükümet programları.