Göç bugün modern dünyada, tekrarlanan, uzun bir hikâyedir. İnsanlar belli sebeplerden dolayı yasal ya da yasadışı olarak göç ederler. Ekonomik iyileşme ve zulümden kaçış iki temel nedendir. Gidebildikleri ve ekonomik ve politik beklentilerin onlar için en elverişli olduğu yerlere göç ederler. Özellikle, devlet sınırları içinde kırsal alanlardan kentlere doğru göç, dünya çapında yaşanan temel bir […]
Göç bugün modern dünyada, tekrarlanan, uzun bir hikâyedir. İnsanlar belli sebeplerden dolayı yasal ya da yasadışı olarak göç ederler. Ekonomik iyileşme ve zulümden kaçış iki temel nedendir. Gidebildikleri ve ekonomik ve politik beklentilerin onlar için en elverişli olduğu yerlere göç ederler. Özellikle, devlet sınırları içinde kırsal alanlardan kentlere doğru göç, dünya çapında yaşanan temel bir süreçtir.
Alıcı bölgeler/ülkeler göçmenler konusunda her zaman kararsız olmuşlardır. Bir taraftan, görece vasıfsız düzeyde veya kısmen vasıflı alanlardaki artı emek ihtiyaçlarını karşılayabilirler. Diğer taraftan göçmenler, göçtükleri alandakilerden farklı olan ve bazen bırakmak istemedikleri kültürel alışkanlıklarını da beraberlerinde getirirler.
Böylece, göç alan bölgelerde hayli yaygın bir tepki ortaya çıkar. Göçmenler birçok suçla itham edilirler. Bunlardan bazıları, o yerin yerlilerinin elinden işlerini almak veya ücret oranlarının düşmesine sebep olmak gibi ekonomiktir. Bazıları ise, “yerli”lerin nefret ettiği kültürel faaliyetlerde bulunmak veya suç oranını yükseltmek gibi sosyaldir.
Dünya çapındaki ya da yerel durum, dünya ekonomisindeki durgunluk sonucu yükselen genel işsizlikten etkilenirken, bu muhtemel suçlar daha kamusal konular haline gelmektedir ve bölgeye/ülkeye girişi kısıtlayacak; her nasılsa yasadışı göçü suçlaştıracak ve göçmenleri (veya büyük bir kısmını) ülkeden çıkaracak kanunların koyulması yolunda popüler (ya da popülist) baskılar yapılmaktadır.
Bu, Birleşik Devletler’de bugün önemli ölçüde gerçekleşmekle beraber sadece burayla sınırlı değildir. Bu tepki, Avrupa’nın büyük bölümünde ve hatta Güney Afrika gibi dünyanın göç alan çeşitli bölgelerinde bir hayli önemli bir politik olgu halindedir. Bu, şu an Birleşik Devletler’de olduğu şekilde gerçekleştiğinde, iki tarafın ayırt edilmesi kolaydır.
Göçmenlere karşı (ki sadece yasadışı göçenlere karşı değil) sert devlet tedbirinin taraftarı olanlar, kendilerini ksenofobik (yabancı düşmanı) bir dille ifade ederler ve işçi sınıfı ve orta sınıfın genelleşen ekonomik ve sosyal güvensizlik duygusuna dayanan bir destek alırlar. Bu grup, muhtelif duvarlar inşa edilmesini ve göçmenlerin çıkartılmasını desteklemeye eğilimlidir. Bunlar, çoğunlukla daha muhafazakâr politik güçlerdir fakat normalde daha soldaki partileri destekleyen kimi gruplardan da destek alırlar.
Sert devlet tedbirinin karşısında olanlar aslında tamamen farklı iki gruptur. Bunlardan biri, ücret oranlarını düşük tutmalarına olanak sağladığına inandıkları göçmenleri buyur eden işadamlarıdır. Ve bir dereceye kadar da haklıdırlar. Bu nedenle bunlar göçmenlerin giriş ve çalışma hakkı olmasını isterler. Fakat göçmenlere daha yüksek ücretler için mücadele etmelerini sağlayacak politik hakların verilmesi adına bir kaygıları yoktur. İkinci grup ise tamamen tersidir. Hedef olan gruplardan ve göçmenler için sosyal ve politik hakların azaltılmasını değil, çoğaltılmasını savunan soldakilerden oluşur.
Belirttiğim gibi, bu, modern dünyada eski bir hikâyedir. Bugün farklı sayılabilecek olan, tepkiye karşı tepki oluşmaya başlamasıdır. Fransa’da geçen Kasım ayında ‘güneşteki yerlerini’ isteyerek ayaklanan getto gençliğinin, yani “altsınıfların isyanı” önemli bir isyanına tanık olduk (bkz. yorum 174, 1 Aralık 2005: “Fransa’da Ayaklanmalar: Altsınıfların İsyanı”). Bir aylık uğraşlar sonunda kontrol altına alınabilen isyan, hükümeti sallarken, isyanı gözlemleyen fakat katılmayan Fransız solunda yaygın bir destek uyandırmadı. Birleşik Devletler’de Temsilciler Meclisi’nden hayli baskıcı yasaların geçişi bu konuda gerçekleştirilmiş en geniş gösterilerin yapılmasına sebep oldu. Los Angeles’ta yarım milyon (ve diğer şehirlerde daha az) Latin kökenli, protesto için yürüdü. Şimdiye kadar, ABD solu bunu gözlemledi fakat katılmadı.
Fakat sonra, Fransa’da bu Mart’ta olanlara bakalım. Hükümet, kimseye danışmaksızın Contrat Premiere Embauche ; CPE, yani sözde “İlk İş Sözleşmesi”ni kanunlaştıracak tedbirler ortaya koydu. Bu yasa, işverenin 26 yaşından küçük gençleri çalıştırmasının ve onları işe başlamalarından itibaren iki yıl içinde herhangi bir açıklama getirmeksizin işten kovmasının yolunu açmaktadır. Bu, 1945 sonrasında Fransız işçilerinin başlıca zaferi olan “droit du travail”, yani çalışma hakkından en büyük sapmaydı. Hükümetin bakış açısıyla, bu, kısmen Kasım’daki isyana bir cevap niteliğindeydi ki, isyancıların şikâyetlerinden biri de gettolardaki gençlerin aşırı yüksek işsizlik oranıydı. Fakat tabii ki, çalışma hakkını gevşetmek, Fransız işverenler kuruluşu MEDEF’in uzun zamandır başlıca talebiydi ve bu yasa onlar tarafından (bazılarının açıkça kabul ettiği gibi) istihdam garantisinin tümden bertaraf edilmesinin ilk adımı olarak görüldü.
CPE yasalaşır yasalaşmaz, öğrencilerden, sendikalardan ve evet, gettolardan büyük tepki geldi. Yapılan toplu gösteriler etkiliydi. Siyasal mücadele ilerliyor, fakat hükümetin vazgeçmeye zorlanacağı muhtemel görünüyor. Ne var ki, Fransa’da olanlarla ilgili gerçekten önemli olan nokta, göçmenlerin hakları ve ekonomik fırsatları hakkındaki tepkinin neo-liberalizme ve onun nüfusun tümü üzerindeki etkisine duyulan tepkiyi de yükseltmiş olmasıdır. Bunun anlamı, temelde nüfusun azınlığını ilgilendiren bir konunun nüfusun çoğunluğunu ilgilendiren bir konuya dönüşmesidir. Fransa’da olanlar pek ala Birleşik Devletler’de de olabilir.
Immanuel Wallerstein
[www.binghamton.edu adresinden Açalya Temel tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]