19 Aralık’ta, Türkiye’ye dışarıdan bakan, biraz da ”paranoyak” bir gözlemcinin (PG) ilginç öngörülerini aktarmıştım. Geçen hafta içinde Türkiye’de yaşanan ekonomik ve siyasi kırılmalar, benim kavrama gücümü aşınca, yine PG ile konuştum. PG, şimdi, ”AKP döneminin artık kapandığına” inanıyor; Başbakan’ın ”sokak şamatası” olarak nitelediği protestolara büyük önem veriyor. Kesişme gerçekleşti PG, Türkiye’de ekonomik, siyasi ve jeopolitik […]
19 Aralık’ta, Türkiye’ye dışarıdan bakan, biraz da ”paranoyak” bir gözlemcinin (PG) ilginç öngörülerini aktarmıştım. Geçen hafta içinde Türkiye’de yaşanan ekonomik ve siyasi kırılmalar, benim kavrama gücümü aşınca, yine PG ile konuştum. PG, şimdi, ”AKP döneminin artık kapandığına” inanıyor; Başbakan’ın ”sokak şamatası” olarak nitelediği protestolara büyük önem veriyor.
Kesişme gerçekleşti
PG, Türkiye’de ekonomik, siyasi ve jeopolitik kriz eğilimlerinin kesişmeye başladığını savunuyordu; şimdi kesişmenin tamamlandığına inanıyor. Şimdi, ”IMF reçetesinden kaynaklanan ekonomik kriz eğilimlerini, yine IMF reçetesiyle çözmeye kalkmanın ateşe benzin dökmek olacağını” söylüyor. ”Ancak” , diyor, ”büyük sermayenin, kendi programlarını (örneğin, SSK Yasası) kabul ettirebilmek için hâlâ IMF sopasının arkasına saklanmaya gereksinimi var.”
PG, ABD’nin bölgedeki varlığının Türkiye açısından bir jeopolitik krize yol açacağına inanıyordu. ”Şimdi, Rusya’nın enerji piyasalarındaki gücü belirginleşti; ABD’nin İran karşısında seçeneklerinin sınırlı olduğu anlaşıldı; Irak’ta bölünme dinamikleri artık geri döndürülemez bir aşamaya, Kerkük patlama noktasına geldi” diyen PG, böylece ”Türkiye’nin bölgede aktif bir rol oynamaya zorlandığına” inanıyor; ”Bu zorlamaya direnen kalmadı, bile bile lades olacak” diyor. ”Türkiye’nin sınıra büyük çaplı güç kaydırmış olması, krizin kapı ya dayandığını gösteriyor.”
PG’ye göre ”Siyasi kriz çoktan başladı” ; ”Hükümet zaten dış desteğini, dolayısıyla sebeb-i hayatını yitirmişti” . ABD yönetiminde güç dengeleri realistlerden yana değişti; Ortadoğu’da ‘demokratikleştirme’ , sivil toplum örgütleri yoluyla rejim değişikliği modeli terk ediliyor; ordu ve medya aracılığıyla istikrar arayışı öne çıkıyor. ”AKP gibi ‘hibrid’ oluşumların son kullanım tarihi geldi. Türkiye’deki medya da, bu yüzden AKP’yi terk etti” diyor PG.
PG’ye göre, bu gelişmelerin arkasındaki sınıfsal dinamikleri de görmek gerekiyor: ”İktidar blokunun, tek başına hükümet kurabilecek, ABD destekli, AB’ci bir parti olarak AKP’ye açtığı kredinin arkasında, ekonomide istikrar, Kürt sorununda yeni açılımlar, AB sürecinde ilerleme, IMF programlarında süreklilik beklentisi vardı. Ama, bir AKP hükümetinin, ‘ılımlı İslamın’ iktidara yaklaşmasının, yan etkileri öngörülemedi.” ”Örneğin” diyor PG; ”AKP ile birlikte yükselen sermaye gruplarının, holdingleşen cemaatlerin ekonomik ve kültürel talepleri karşılandığı ölçüde, ülkenin geleneksel iktidar blokunun lider fraksiyonu giderek sıkışmaya, AKP’ye karşı ikili bir tutum geliştirmeye başladı: IMF söz konusu olunca destek, daha fazla güçlenmesini önlemek için köstek”. ”Kimi büyük sermaye gruplarının aniden ulusalcı refleks göstermeye başlamasının, uluslararası dostlarının, aniden radikal İslam tehlikesinin ayırdına varmalarının arkasında sanırım bu dinamik var” diyor PG ve ekliyor: ”Ordunun ve bürokrasinin üst kademesinin devletin ‘kurucu ilkelerinin’ tehlikeye girmeye, İsrail gibi müttefiklerin Türkiye’nin siyasal İslamın eline geçmeye başladığından yakınmaya başlamaları da AKP’nin yalnızlaşma sürecini hızlandırdı.”
”Sınıflar piramidinin ortasında da AKP’ye tepki var” , ”Ülke içi talebe ve ihracata dayalı kesimler (ithalata, taşeron üretime dayalı olanların aksine) işsizliğin iç talep üzerindeki etkilerinden, kredilerin giderek alınamaz, ödenemez hale gelmesinden, kur politikasından yakınmaya” başladılar. ”Kentli orta sınıflar ise giderek ağırlaşan ekonomik koşulların yanı sıra, AKP’nin uygulamalarının laik demokratik düzene, ulusal bağımsızlığa, nihayet yaşam tarzlarına, özellikle kadınların özgürlüklerine bir tehdit olarak görüyorlar.” Sanırım benzer bir gelişmeyi, piramidin en altında da görmek olanaklı. Bu kesim hem yoksulluktan hem de AKP’nin kültürel/dini alanlarda vaatlerini yerine getirememesinden şikâyetçi. PG’ye göre bu sonuncusu, ”AKP içindeki oportünist/liberal kesimle, tabandaki radikal çevreler arasındaki bağları iyice zayıflattı. Böylece otonom hareketlerin, uluslararası radikalizmden (El Kaidecilikten) etkilenmesinin ya da düş kırıklığından kaynaklanan bir nihilizmin önü açıldı. Provokasyonlara açık bir ortam oluşturdu”.
‘Sokak şamataları’ deyip geçmeyin…
Ancak PG’ye göre AKP’nin kaderini, büyük kentlerdeki orta sınıfların tavrı belirleyecek. Nasıl yani diye soruyorum, ”Bunlar bugüne kadar hep en umarsız kesimi oluşturmadı mı”?
PG’ye göre: ”İlk örneklerini 1980’lerde Filipinler ‘de ve Güney Kore ‘de gördüğümüz yeni bir olgu söz konusu. Kentli orta sınıfların protesto gösterileri, Kore’de askeri rejimi, Filipinler’de Marcos ‘u devirdi. 1989 ‘devrimleri’ , orta sınıf talepleriyle, 1789’u anımsatan ‘özgürlük ve dayanışma’ sloganlarıyla gerçekleşti. Geçenlerde Tayland ‘da seçimleri, oyların yüzde 50’sinden fazlasını alarak kazanan Thaksin , kentli orta sınıfların eylemleri karşısında istifa etmek zorunda kaldı. Fransa ‘da hükümetin iş yasasını gerileten öğrenci gençliğin büyük çoğunluğu kentli orta sınıftan gelmiyor mu? Küreselleşme karşıtı, savaş karşıtı eylemlerde de ihmal edilemez bir orta sınıf varlığı söz konusu değil mi? Nihayet, Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna, Lübnan ‘daki ‘renkli devrimlere’ bakınız. Bunlar hem sosyolojik hem de kültürel açıdan kentli orta sınıfın damgasını taşımıyorlar mı?”
Ben tam itiraz etmeye hazırlanırken PG, bir kaşını havaya kaldırarak bu kez bir teorisyen edasıyla ekledi: ”Sosyalizmin ‘yenilgisi’, ‘Gösteri toplumunun -imaj ekonomisinin- egemenliği ve yeni teknolojilerin getirdiği iletişim kolaylığı çok önemli! Bu kesim genellikle iyi eğitimli, konuşmayı seviyor; yeni teknolojileri, cep telefonu, internet, fotoğraf, video, müzik (imaj yaratma araçlarını) en etkin biçimde kullanabiliyor. Dahası, kent orta sınıfları, toplumun, küreselleşmeye, bu yolla gelen tüketim kültürünün etkilerine, bireysel özgünlük ‘kültüne’ en açık kesimini oluşturuyor. Bu nedenle bu kesim özgürlük, bağımsızlık, çağdaşlık gibi kavramları, içeriklerini de fazlaca sorgulamadan kolaylıkla benimseyebilir ve savunabilir.
Bu kesim hareket etmeye başladığında, meydanları, TV ekranlarını kolaylıkla doldurabiliyor. Çıkardığı gürültü, eylemini koordine etmedeki becerisi, sanat ve medya alanından aldığı doğrudan destek (üyeleri zaten bu kesimi oluşturuyor), bu kesimin hızla kendini, ‘Gösteri toplumu’ içinde, (medyanın vazgeçilmez katkısıyla) toplumun bütününün yerine ikame etmesine olanak sağlıyor. Hükümetler, bir süre sonra, bu basıncı göğüsleyemiyor, sonunda, kulaklarına fısıldanan ‘önerilere’ uyarak iktidarı terk ediyorlar.”
PG, ”Perşembe günkü olayların Türkiye’de de bu kesimin hareketlenmeye başladığını, eğer bu hareketlilik, abartılı bir şiddete yol açmadan, ‘Gösteri toplumunun’ kuralları içinde belli bir süre sürdürülebilirse, toplumsal desteği, dağınık, örgütsüz ve yüzde 30’larda dolaşan AKP’nin bu basınca dayanamayacağından” kesinlikle emin. Ancak PG, AKP’nin yerine kimin/neyin aday olduğunu çok merak ediyor; bu konuda çok iyimser değil… PG’nin yanından ayrılırken; ”İlginç fikirler, ama ne de olsa, sürece dışarıdan bakan bir gözlemci, üstelik de paranoyak eğilimleri var” diye düşündüm. Olup bitenlerin mutlaka çok daha basit bir açıklaması vardır…
[email protected]
C
umhuriyet 22.05.2006
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA