Bütün gelişmeler, Türkiye’de yeni bir “örtülü darbe” süreci yaşandığını ve ülkemizi bir iç savaşa sürükleyecek risklere yönelindiğini gösteriyor. Şemdinli olayları sonrasında 22 general adına hükümete verilen muhtırayla, ordu iktidarın direksiyonuna yeniden yöneldi. Ordu bir adım öne çıktı, AKP hükümeti bir adım geri çekildi. 12 Eylül faşizmini aratmayan yeni bir “Terörle Mücadele Yasası” meclise geldi, 250 […]
Bütün gelişmeler, Türkiye’de yeni bir “örtülü darbe” süreci yaşandığını ve ülkemizi bir iç savaşa sürükleyecek risklere yönelindiğini gösteriyor. Şemdinli olayları sonrasında 22 general adına hükümete verilen muhtırayla, ordu iktidarın direksiyonuna yeniden yöneldi. Ordu bir adım öne çıktı, AKP hükümeti bir adım geri çekildi. 12 Eylül faşizmini aratmayan yeni bir “Terörle Mücadele Yasası” meclise geldi, 250 bin asker Güneydoğu sınırına yığıldı, Van Savcısı’nın ardından Fatsa AKP ilçe başkanının görevden alınmasıyla bir olağanüstü hal atmosferi oluşturuldu. Bu arada Tayyip Erdoğan “sırtından hastalandı”, Abdullah Gül “kulak ağrısı” nedeniyle ABD’ye gitmekten vazgeçti!…
Ordunun siyasetteki ağırlığının yeniden hissedilir hale gelmesini sağlayan olaylar dizisinin daha başından itibaren ABD tarafından yaratılıp yaratılmadığı henüz belli değil. Ama her ne olursa olsun, ABD, Ordu’nun ipleri eline almış olmasından memnun. Herkes biliyor ki Abdullah Gül’ün “kulağını çınlatan” şey, planladığı ABD ziyaretinde alt düzeyde bir karşılama göreceğinin önceden kendisine bildirilmiş olması. ABD yönetimi AKP hükümetine böylece “muhatabımız değilsiniz” diyor. Ama aynı ABD yönetimi, Afganistan’a yapılacak NATO operasyonu bağlantısıyla Genel Kurmay’la günlük mesai halinde.
Herkes biliyor ki ABD Irak ve Afganistan’daki işgalini, bütün Ortadoğu’yu tahakkümü altına alacak hareket merkezleri olarak kullanmak istiyor. İran’la tırmandırdığı nükleer gerilim, Afganistan’da hazırlanan ve Pakistan’a yayılması kaçınılmaz görünen sözde “El Kaide Operasyonu” ile ABD bütün Ortadoğu’yu bir savaş alanı haline getirecek. Bunun için “yerli” askeri müttefiklerle, yakın stratejik işbirliğine ihtiyacı var. Türkiye, Bulgaristan’dan yakında üs bulamayan ABD’nin “yer” ve “yerli askerler” talebinin yöneldiği öncelikli ülke.
Ama artık halkının tamamı ABD’ye karşı olan Türkiye’yi, ABD’nin büyüyen savaş bataklığına sokabilmek için “uygun politik koşullar”ın yaratılması gerekiyor. ABD bu koşulları, orduyu yeniden iktidar dümenini doğrudan ele almaya sevkederek sağlayabileceğini umuyor. Şovenist duyarlılıkların kontr-gerilla provokasyonlarıyla harekete geçirilmesinin ardından, AKP hükümetinin birkaç kanaldan paralize edilmesi ve bu süreçte ordunun iktidara yönelik girişimlerinin önünün dikkatle açılması bu amaca hizmet ediyor.
Şovenist duyarlılıkların “harekete geçirilmesi”, çok yönlü bir faşist hareketlenmenin tahrik edilmesi demek. Türkiye’de son birkaç aydır yaşanan tablo bu.
Üzerinde ancak ordu iktidarının güçleneceği bu olağanüstü hal atmosferinin Türkiye’yi “sus pus edeceği” beklenmemelidir. Tam tersine böylesi bir politika, Türkiye’yi 1984-1996 sürecinden farklı olarak tehlikeli bir “toplumlararası kutuplaşma” sürecine sokacaktır. Bir “toplumlararası kutuplaşma”nın ABD’nin “işine gelmeyeceği”ni sanan yanılır. Tersine Ortadoğu’da batağa saplanan ABD, bataklıkta yalnız kalmamak için Türkiye’de unsurlarını yönetebildiği bir iç savaş sürecinin gelişmesini tercih edecektir.