Danıştay’ın TÜPRAŞ satışını iptal kararının ardından KOÇ grubu tutuşmuşa benziyor. Alev’leri ise Cumhuriyet gazetesinin sayfalarına sıçramış durumda. Gazete duayenleri için konu son derece açık: TÜPRAŞ devlette kalsa iyi, ama mal meydanda, öyle yada böyle satılacak; KOÇ gibi “güvenilir bir milli kurumun” TÜPRAŞ’ı alması sendika marifetiyle yüksek mahkemece engellenirse, TÜPRAŞ’ı kim alacak? “Arabın çorabın sermayesi” kapıya […]
Danıştay’ın TÜPRAŞ satışını iptal kararının ardından KOÇ grubu tutuşmuşa benziyor. Alev’leri ise Cumhuriyet gazetesinin sayfalarına sıçramış durumda. Gazete duayenleri için konu son derece açık: TÜPRAŞ devlette kalsa iyi, ama mal meydanda, öyle yada böyle satılacak; KOÇ gibi “güvenilir bir milli kurumun” TÜPRAŞ’ı alması sendika marifetiyle yüksek mahkemece engellenirse, TÜPRAŞ’ı kim alacak? “Arabın çorabın sermayesi” kapıya dayanmışken, TÜPRAŞ’ın da Telekom’a benzemesi nasıl önlenecek?
Bu görüşün başını Cumhuriyet gazetesinde Alev Coşkun’un çektiği anlaşılıyor. Çoşkun, gelişmiş sanayi ülkelerinden aktardığı örneklerle “milli şirketlerin” nasıl desteklenip kayrıldığını -en azından İlhan Selçuk’un ölçütlerine göre- uzun uzun anlatıyor. Cumhuriyet Ekonomi Servisi ise, aynı gazetenin yazarlarından Erinç Yeldan’ın eleştirilerine yanıt niteliğindeki haberleri servise sunuyor. Böyle bir kampanyanın Cumhuriyet gazetesinde yürütülmesi önemli. Kim ne derse desin, Cumhuriyet hala sermaye gruplarından bağımsız bir gazete. Bilinir ki, etkisi, her zaman tirajından daha fazla ve daha kalıcıdır. Gazete duayenleri o halde neden böyle bir kampanya başlattılar? Basit, çünkü böyle düşünmekteler.
İlhan Selçuk kestirmeden sormuş:
– KOÇ’u beğenmeyip de elin Arap sermayesine mi yar edeceğiz TÜPRAŞ’ı?..
Hadi yanıtla; ama, lafı dolandırmadan. İlhan Selçuk’un bu isteğini ne karşılar? Tabi ki bir Bektaşi fıkrası.
Nice zamandır, bahar yüzünü gösterip havalar ısınmaya başlayınca, baba erenler kent meydanına serermiş postu, elinde şişe, gün boyu ağır ağır demlenirmiş. Bir gün sağ yanından geçen bir cami hocası seslenmiş:
– Burada kurulup kendini aleme rezil edeceğine, cami az ilerinde, git de cemaatle zikir eyle, ey sefil.
Erenler şöyle bir bakmış, tam laf yetiştirecek, bu kez sol yanından bir kilise papazı:
– Ah tanrının günahkar kulu, kalk gel, iki adım ötende kilise, gel ki boğazından yemek geçsin, ruhun temizlensin.
Az ilerdeki kahveci, olanlara seyirci, patlatmış kahkahayı:
– İyisin erenler iyisin, demiş; sığınacak yerin yoktu, şimdi oldu iki damın, seç-beğen-sığın.
Bu laf üzerine tepesi atmış erenlerin:
– Kim yersizmiş bre mendebur, diye gürlemiş; bunca zamandır bilmez misin, benim yerim alemdir, damım ise insanlık! Bir dem çekip şişeden devam etmiş; ne zaman ki bunlardan olurum, aha işte o zaman… sağından ve solundan uzaklaşan hoca ve papazı işaret ederek; bunlardan birinden olurum!
KOÇ’u niye beğenmeyecekmişiz? Bizi beğenmeyen kendisi. Hatırlayın, üçlü koalisyon sırasında iş güvencesi yasası gündeme gelir gibi olmuştu da Rahmi Koç beyefendi demeci patlatmıştı:
– Bu yasalaşırsa alır fabrikaları Çin’e giderim!
Gider mi gider. Kimin malını nereye götürüyorsun diye yakasına yapışan mı var?..
Bu ülkenin 25 milyonluk işgücü nereye gidecek?..
Geçenlerde dünyanın dolar zenginleri açıklandı. Beş yüzlük listeye bizim ‘milli’ listeden de yirmi bir kişi girdi.
Övünelim mi?
Yirmi bir ‘milli’ zenginimizin toplam serveti otuz milyon vatan evladının toplam gelirine eşitmiş.
Bu ne şimdi, elmayla armut mu?
İlhan Selçuk bu istatistiğin nasıl mayalandığını bilmez mi, bilir: Yirmi bir kişi bu kadar zengin olduğu için, otuz milyon kişi bu kadar fakirdir.
Servet dediğin gök kubbeden yağan tanrı vergisi bereket mi ki, otuz milyonu es geçsin de yirmi bir kişinin tarlasına düşsün? Emeği sömürmeden sermaye mi birikir?
“Elin ‘arabında çorabında’ birikeceğine, bizim milli kurumların kasasında biriksin”, diyor İlhan Selçuk.
– Bizi, bizimkiler sömürsün.
– Sömürsün; bugüne kadar ellerini mi bağladık, tersine Cumhuriyet tarihi boyunca el verdik durduk.
– Niye?
– Milli burjuvamız olacak da, feodalizmi kazıyacak da, bağımsız sanayileşmemizi sağlayacak da… Say, say bitmez. Seksen yılda milli burjuva adına olanı bunlar işte; montajcı, tefeci-tüccar kafalı, teknolojik bilgi fakiri, taklitçi, fasoncu, IMF’ci, DB’ci, DTÖ’cü, Amerikancı, Avrupacı bir grup zavallı! Bir ulusun kaderi bunlara bağlıysa, yandı gülüm keten helva.
Hadi Alev Coşkun’un aklına gelmez, diyelim; koca İlhan Selçuk’la Emre Kongar Hocanın da mı aklına gelmez; ya ulusal varlıklar özelleştirme yoluyla sermayeleşirken, ulus bir bütün olarak proleterleşiyorsa? Bu durumda, “arabına çorabına” bakıp kozmopolitleşen sermayenin peşine taktığınız ulusalcılıktan, bu ulusa bir hayır gelir mi?
Proleterlerin bir sınıf olarak örgütlenip ulus statüsüne yükselmesinden söz etmişti, sakalı gür iki bilge, hem de taa 1848’de, hatırlayın. İşte size strateji. Latin Amerika’da şu günlerde gerçekleşen başka bir strateji mi? Bakın yarın Peru’da da seçim olacak; Peru’nun Koç’ları tedirgin. Niye? Peru’nun garibanları birleşmiş siyasete ağırlığını koyuyor, adayları Humala meydanlardan bağırıyor: Peru’nun zenginlikleri Peru halkına aittir, yabancı tekellere ve işbirlikçilerine geçit yok!…
Benim ülkemin zenginlikleri neden benim halkıma ait olmasın?
Sen, Petrol-İş sendikasına yüklenip, “bizim yanımız sizsin yanınızdır” diyerek TÜSİAD’ı işaret eden DİSK başkanını öveceğine, alayını birden kalayla: Niye tez elden birleşik bir sınıf hareketi inşa edip emekçi iktidarının önünü açmıyorsunuz, diye…
– O zor iş.
– Ne kolay ki…
– Hayalci de.
– Orada dur biraz, Koç’lara bakıp ulusu görmek, daha az mı hayalci…
– ABD ve AB bu coğrafyada böyle bir şeye izin vermez.
– İzin istersen, vermez…
– Siyaseti tarikatlar parsellemiş; dincilik, etnikçilik gırla giderken bu olmaz.
– Emekçileri bir sınıf olarak birleştir, bak gör o zaman, ne etnikçilik kalır, ne dincilik…
– Ne kalır?
– Ulusu temsil eden emek kalır, bir de emperyalizm fasoncusu sermaye…
– Gene kutuplaşma; üstelik ulusal birliğe en fazla ihtiyaç duyduğumuz bu zamanda.
– Akıllı, etrafına bir bak; emeğin bir sınıf olarak siyasete damgasını vurduğu Latin Amerika’da ulusal birlik güçlenirken, küresel ekonomiye entegre olup da emeği siyaset sahnesinden silen yerler niye parça bölük olmakta?
Bir düşün…