Geçen gün internette dolaşırken ”Dünya Su Konseyi” nin web sayfasında şu haberle karşılaştım: ”Mart 2009’daki Beşinci Dünya Su Forumu’nun İstanbul’da yapılması kararlaştırıldı.” 16-22 Mart tarihlerinde ”Dördüncü Dünya Su Forumu” Meksika’da yapılırken alınan bu karar, bana kalırsa, pek ”hayra alâmet” değildir. Aklıma gelen ilk soru, ”Latin Amerika’yı zaman zaman şiddetli çalkantılara sürükleyen su savaşlarının bir dahaki […]
Geçen gün internette dolaşırken ”Dünya Su Konseyi” nin web sayfasında şu haberle karşılaştım:
”Mart 2009’daki Beşinci Dünya Su Forumu’nun İstanbul’da yapılması kararlaştırıldı.”
16-22 Mart tarihlerinde ”Dördüncü Dünya Su Forumu” Meksika’da yapılırken alınan bu karar, bana kalırsa, pek ”hayra alâmet” değildir. Aklıma gelen ilk soru, ”Latin Amerika’yı zaman zaman şiddetli çalkantılara sürükleyen su savaşlarının bir dahaki uğrak yeri olarak Türkiye mi belirlendi?” oldu.
Nedir su savaşları ? Kimler arasında patlak veriyor? Dünya Su Konseyi ‘nin rolü ne oluyor? Kısaca yanıtlamaya çalışayım.
****
Önce Dünya Su Konseyi üzerinde duralım. Bu kuruluş, kendisini, ”Dünya Su Güvenliği İçin Çok-Yönlü Uluslararası Bir Ortaklık” olarak tanımlıyor. Buradaki ”ortaklık” sözcüğünü, İngilizce ”stakeholder” karşılığı olarak çevirdim. Bu, kabaca, herhangi bir sorun karşısında ”kader birliği yapan” grupları açıklamak için uydurulmuş bir terim.
Dünya Su Konseyi de kendisini tanımlarken, benim ”ortak” olarak çevirdiğim ”stakeholder” terimini kullanarak bize şu mesajı aktarmış oluyor: ”Su, tüm insanlığın ortak sorunudur. Dolayısıyla enerjilerimizi birleştirelim. İnsanlara güvenli su sağlamak için herkesin yararına çözümler üretelim.”
Bu ”hayırhah” mesajla karşımıza çıkan Dünya Su Konseyi, 300 üyeli bir uluslararası kuruluştur. Ve ana programının oluşmasında, ”su sanayii” diye anılan çokuluslu şirketler ile Dünya Bankası’nın görüşleri ağır basar. Bu programın gerçek muhatapları olan Üçüncü Dünya’nın yüzlerce milyonluk su tüketicileri ise Dünya Su Konseyi’nde temsil edilmezler. Böylece oluşan ”ortaklık” , güçlü çıkar gruplarını kapsamış olur; ancak incelenen sorundan doğrudan doğruya etkilenen en büyük grubu dışlayarak…
****
Peki, Dünya Su Konseyi , ”su sorunu” nu nasıl algılıyor? Neler öneriyor?
Tüm neoliberal reçetelerde olduğu gibi işin ”fikriyatı” Dünya Bankası’na devredilmiş. Basitleştirerek özetleyelim:
**”Güney” coğrafyasında, kentlerdeki yüksek nüfus artışı su kaynakları üzerine aşırı baskı getirmekte; su sunumunda kıtlık yaratmaktadır.
* Maliyetin altında, yapay olarak düşük fiyatlandığı için su tüketiminde israf doğmaktadır.
* Devlet ve yerel yönetimler, düşük yatırım, popülizm ve yolsuzluk nedenleriyle bu işi becerememektedir.
* Güvenli su üretimi, dağıtımı için özel sektörü, bu işe ortak yapmak; daha da açıkçası bu işlevleri özelleştirmek gerekir.
****
Bu basit önerme, Latin Amerika’da yerel yönetimlerin altyapı yatırımları için verilen Dünya Bankası kredilerinde, yer yer de İMF anlaşmalarında ön koşul olarak ileri sürüldü. Burada sözü geçen ”özel sektör” ün, aslında, ”gariban” yerli sermayedarlar değil, Bechtel, Enron, Suez, Vivendi gibi çokuluslu şirketler olduğu kısa zamanda anlaşıldı. Ve, bu ”sihirli” formüle teslim olan siyasi iktidarlar, kısa zamanda, özellikle Latin Amerikalı kent yoksullarının şiddetli direnmeleriyle karşılaştılar. Öyle ki Bolivya’da su dağıtımını üstlenen iki uluslararası şirkete karşı başlatılan ”su savaşları” , giderek bir halk ayaklanmasına dönüşerek Evo Morales ‘i başkanlığa getiren sürece de yol açmış oldu.
****
Gelelim, Beşinci Dünya Su Forumu’nun İstanbul’da yapılmasının bende yarattığı ürküntünün nedenlerine…
Dördüncü Forum’un Meksika’da yapılması tesadüfi değildi. Özelleştirilmiş su sistemlerinin bir bilançosu, bu konuda on beş yıllık ”deneyimi” olan Meksika’da çıkarılmak isteniyordu. Ne var ki Meksika ”deneyimi” , kamu çıkarı değil, kâr peşinde olan çokuluslu şirketlerin su tüketim tarifelerini çarpıcı oranlarda yükseltmeleri ile başlamış; faturaları ödeyemeyen yoksul konutların sularının kesilmesinden; sözleşmelerde vaat edilen yatırımları yapmamasından; temiz sudan yoksun insanların sayısının daha da artmasından oluşmuş.
İşte bu yüzden Meksikalılar ülkelerinde yapılan Dördüncü Su Forumu’nu alternatif toplantılarla protesto ettiler ve aynı acı ilacı tatmış diğer Latin Amerikalılarla birlikte seslendiler: ”Sudan yararlanmak bir insan hakkıdır.”
****
Türkiye boş yere mi seçildi? Önümüzdeki üç yıl boyunca ülkemiz belediyelerini de birer laboratuvar gibi kullanıp, 2009’da ”özel sektöre dayalı su sistemlerinin Türkiye bilançosu” mu tartışılacaktır?
O zaman, Türkiye’deki ”su savaşları” için şimdiden hazırlıklı olmak gerekecek.