Eleştiriyi, “bir insanı, bir yapıtı, bir konuyu, doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek ereğiyle inceleme işi (TDK)” olarak tanımladığımızda, bir eleştiri yazısında özen göstermemiz gereken noktaları da belirlemiş oluruz. Her yazı, yayımlandığı andan başlayarak, kendi ayakları üzerinde durabilmelidir. Söylenmek isteneni, yazarına gereksinim duydurmayacak biçimde söyleyebilmelidir. Sizden çıkmış (yayımlanmış) olan bir yazı anlaşılmıyor ya da doğru […]
Eleştiriyi, “bir insanı, bir yapıtı, bir konuyu, doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek ereğiyle inceleme işi (TDK)” olarak tanımladığımızda, bir eleştiri yazısında özen göstermemiz gereken noktaları da belirlemiş oluruz.
Her yazı, yayımlandığı andan başlayarak, kendi ayakları üzerinde durabilmelidir. Söylenmek isteneni, yazarına gereksinim duydurmayacak biçimde söyleyebilmelidir.
Sizden çıkmış (yayımlanmış) olan bir yazı anlaşılmıyor ya da doğru anlaşılamıyor ise, onu siz açıklayamazsınız; en azından, her okura açıklayamazsınız. Çünkü, yazınızla birlikte gezemezsiniz. Kısa yazılarda bütün ayrıntılar yazılamayacağından, yanlış anlaşılmaya açık bir kapı yine de kalabilir. Bunu göz ardı etmiyoruz. Eğer eleştiri, ne için yapıldığı belli olmayacak kadar bulanık ise, o zaman eleştirinin bir anlamı kalmaz. Eleştirilene karşıtlığı göstermez, yanlışlığını ortaya koymaz ya da eksik yanlarını ortaya çıkarmaz; destekleme işlevini yerine getirmez.
Eleştiri ereğinden uzaklaşan bir yazı için, nasıl bir tanımlama yapacağız? Bu sorunun yanıtını, vereceğimiz örnek ‘eleştiri yazıları’ndan çıkarmaya çalışalım.
1-
Irak Dünya Mahkemesi, 24-27 Haziran 2005 tarihleri arasında, “Irak Savaşı hakkındaki gerçekleri dile getirmek ve yaymak, bunu yaparken de sorumluların yaptıklarının hesabını vermek zorunda olduğunu ve Irak halkı için adaletin önemini vurgulamak” ereğiyle İstanbul’da toplandı. Oturumlarda, iddia heyeti de içinde olmak üzere 54 tanık dinlendi. 3 gün süren toplantı sonucu bir dizi tavsiye kararları alındı. Irak Dünya Mahkemesine (bundan sonra IDM) ilişkin bir eleştiri, Welatparêz(*) adlı internet sitesinde Hüseyin Kaytan imzasıyla yayımlandı.
Sayın Kaytan, yazısının giriş tümcesinde, IDM’nin ‘bir komedi gösterisi’ olduğunu ileri sürmüş. “İdeolojik bir çevredeÅç yetiştiğini ve 8 yıldır Irak’ta olduğunu belirttikten sonra,
“… şu sloganlar hala belleğimde canlılığını koruyor: ABD, emperyalist bir güçtür ve dünya imparatorluğuna oynamaktadır. İngiltere, sömürgecilik geleneği üzerinden yaşayan bir uygarlıktır. Devletlerarası sistem, uygarlık alternatifleri karşısında aşılamaz bir set oluşturuyor. Bu sloganları, şimdi bu makaleyi okuyanların da anlayacağı gibi, onların askerlerinin yüzlerine bakarak söylüyorum.” sözleriyle, politik tutumunu sergilemiş(?).
Bu satırlardan, ABD ve İngiltere eleştiriliyormuş gibi bir anlam çıkarılabilir. Ancak, yazının devamında, işgalci ülkelere yönelik tek bir eleştiri yapılmadığı bir yana, bir de işgalcilere övgü yağdırılmış. Şöyle ki, “Irak’a Amerikan müdahalesinden sonra ilk kez, çocuklar okul yüzü görüyor. Baskı altında olmaksızın öğrenebiliyorlar ve geleceklerini düşünebiliyorlar. Irak Kürdistanı’nda belki de elli yıldan sonra ilk kez, Irak Kürdistanında insanlar tarlalarını ekebiliyor ya da ticaret yapabiliyorlar. Irak bir katliamlar ülkesiydi…”
Bu sözlerle kendilerine kurtarıcı payesi biçilen işgal güçlerinden ikisinin (ABD ve İngiltere) künyesine, Irak özelinden ve kısaca bakalım. Irak’ın işgalinde ekip başı oynayan güçlerden biri olan İngiltere Irak’ı, Osmanlı’nın 1. Paylaşım Savaşı’nda yenilmesi sürecinde, önce işgalci, sonra da “Milletler Cemiyeti mandasının yüklenicisiÅç olarak, Manda edinmiştir. Kürtlerin yeni bölünmede (önceki, Osmanlı ile İran arsında idi) Irak’ta kalan kısmına (siz Güney Kürdistan deyin) artık İngiltere egemendi.
Manda döneminde (1921-1932), modern anlamda yaratılmaya çalışılan Irak ulusunun yaşayabilmesi için, ulusu oluşturan bütün unsurlara geniş haklar verilmesi, Iraklılar tarafından düşünülüyordu. Hatta bu tür görüşler, dönemin Irak Başbakanı Abdal-Muhsin al Sad’ım tarafından, Irak Millet Meclisinde dile getirilmişti (1926). Buna karşılık İngiltere her zaman askeri çözümü yeğledi. Bırakın bağımsız bir Kürdistan’ı, demokratik bir yönetimin bile İngiliz çıkarlarına zarar vereceği düşünülüyordu. Kürtler, İngiliz işgalini kabullenmedi. (Türkiye’deki Kürt ayaklanmalarının, Güney’in İngilizlere bırakılması ile bağlantısını kuranlar da vardır.) Kürtler, Şeyh Mahmut‘un önderliğinde ayaklandı. Bu tarihlerden (1919) başlayarak, Irak’ın resmi bağımsızlığını kazandığı 1932 yılına kadar, Kürtlerin yaşadığı bölgeler İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri (RAF)’nin eğitim alanına dönüştürüldü. RAF, bu bölgede geliştirildi ve Kürtleri oluşturdukları otoriteye boyun eğmeye zorladı. Şeyh Mahmut (kişiliğinde bütün Kürtler), RAF’a sağladığı deneyim için, “RAF’ın Eğitim Müdürü” olarak alaya alındı.
1932’de bağımsızlığını kazanan ilk Arap devleti Irak oldu ve Milletler Cemiyeti’ne kabul edildi. 1936’da bir darbe yapıldı. 1941’de Reşid Ali al-Kaylani önderliğinde Nazi yanlısı bir rejim oluşturuldu. Aynı yıl içinde İngiliz ordusunun Bağdat’a yürümesi üzerine tekrar İngiliz yanlısı bir rejime dönüldü. Ardından, Farhud olayı yaşandı. (Farhud, 1-2 Haziran 1941’de Bağdat’ta Yahudilere yönelik soykırım.)
2. Paylaşım Savaşı sırasında Sovyetler Birliği ve İngiltere tarafından işgal edilen Batı ve Kuzey İran’da (siz Doğu Kürdistan deyin), Ocak 1946’da kurulan Mahabat Kürt Cumhuriyeti, Aralık 1946’da yıkılmıştı. Bu aşamada, Mahabat Kürt Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Kadı Muhammed’i teslimiyetçilikle suçlayan, sözü edilen cumhuriyetin kurucularından, Irak’tan gelme Molla Mustafa Barzani, silahlı direnişe geçti. Barzani güçleri yine İngiltere Hava Kuvvetleri desteğiyle ezildi.
Baas Partisi, 1968 yılında bir darbeyle iktidarı ele geçirdi. Saddam, Baas lideri olarak kanlı bir darbe ile, 1979’da yönetime el koydu. Bu dönemde Ronald Reagen ile bir antlaşma yaptı. Basında yer aldığı kadarıyla, Antlaşmayı imzalamaya (ABD’nin şimdiki Savunma Bakanı) Donald Rumsfeld Irak’a gelmişti.(1)(1) Antlaşmadan kısa bir süre sonra Irak, İran’a saldırdı. İran’daki iktidar değişiminin (Şah Muhammed Rıza Pehlevi – Humeyni) ardından, ABD, eski sistemi yeniden tesis etmeyi düşünmüş olmalıydı! Saddam yönetimi, doğrudan ya da Suudi Arabistan benzeri ülkeler aracılığıyla, biyolojik ve kimyasal silahlar da dahil, her türlü yardımı alıyordu. Sekiz yıl süren savaş ABD hanesine artı yazılırken, Saddam savaşı kaybetmiş, ekonomik çıkmaza sürüklenmişti. Saddam, ABD’ye yaptığı bu yararlı hizmete bir karşılık istedi. Irak’ı savaşa kışkırtanlardan bir ses çıkmadı. Hatta, Kuveyt, savaş sırasında Irak’a verdiği borçların ödenmesi için Saddam’ı sıkıştırmaya başladı. Saddam, krizi aşmanın tek yolunu, üzerinde tarihsel hak iddia ettiği Kuveyt’i işgal etmekte gördü. Sovyetler Birliği’nin dağıldığı koşullarda Irak, Kuveyt’i işgal etti. Saddam’ın bu planını ABD’ye danışmadan uygulamaya koyduğunu düşünmek saflık olur. İşgalden iki gün önce, ABD Büyükelçisi April Glaspie‘nin, işgal durumunda ABD’nin tarafsız kalacağını açıklaması, üstü örtülü bir onay olduğundan, Saddam’ı yüreklendirdi.
1991’den sonra 2. Körfez Savaşı’na kadar geçen 12 yıllık sürede, 36. paralelin kuzeyi olan bölge İncirlik’ten kalkan ‘Çekiç Güç’e bağlı ABD uçaklarıyla korunmuştu. Türkiye, ABD uçaklarına üs sundu!
Neyse, bunlar zaten bilinen şeyler. Ancak, Kürt aşiretlerinin Irak’taki ABD iş birlikçisi konumunu kurtarmak için, unutulması gereken gerçekler. Anlaşılan, ABD ve İngiltere, şimdi bize kurtarıcı gibi gösterilmek isteniyor, hem de Kuzey Irak Kürtlerinin bugüne kadarki acıkl