Sayın Halil Posbıyık, Karadeniz Ereğli’de yapılmakta olan ‘Uluslararası Sevgi Barış Dostluk Festivaline ABD devlet eski başkanlarından Bill Clinton’u davet ettiğinizi üzüntüyle öğrenmiş bulunuyorum. Önümde, “kasıtlı olarak çarpıtılmış bilgiler” değil, sizin “gerçek mesajım” dediğiniz yazı bulunmaktadır. Tutumunuza ilişkin eleştirilerimi yazmayı gerekli gördüm. Ancak, görüşlerimi yalnızca sizinle değil, herkesle paylaşmayı uygun buldum. Geçen yıldan başlayacak olursak, Festival’de […]
Sayın Halil Posbıyık,
Karadeniz Ereğli’de yapılmakta olan ‘Uluslararası Sevgi Barış Dostluk Festivaline ABD devlet eski başkanlarından Bill Clinton’u davet ettiğinizi üzüntüyle öğrenmiş bulunuyorum. Önümde, “kasıtlı olarak çarpıtılmış bilgiler” değil, sizin “gerçek mesajım” dediğiniz yazı bulunmaktadır. Tutumunuza ilişkin eleştirilerimi yazmayı gerekli gördüm. Ancak, görüşlerimi yalnızca sizinle değil, herkesle paylaşmayı uygun buldum.
Geçen yıldan başlayacak olursak, Festival’de Rauf Denktaş ile Süleyman Demirel’e barış ödülü verilmesi bir yanlışlık olarak değerlendirilmelidir.
İngilizlerle olan bağlarını atlayarak özetleyecek olursak: Rauf Denktaş’ın kurucularından olduğu Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT), Kıbrıs’ın en önemli huzursuzluk kaynaklarından biri olmuştur. Ada’nın bölünmesine giden yolun biri Enosis, diğeri de Taksim olmuştur. Taksimi gerçekleştirmeye yönelik eylemler, TMT kadrolarınca yapılıyordu. Bu örgüt, Ada’daki demokrasi güçlerini -öldürme dahil- türlü yollardan sindirmeye çalışıyordu; kısaca, ölümle göç arasına sıkıştırıyordu. Ada’nın Türk halkını Türkçü örgütlere girmeye zorluyordu. Bunu yaparken de Türkiye’den destek görüyordu. Siyasi kariyerini, karşısında aday olanların Türkiye’nin baskısıyla saf dışı bırakılması sayesinde gerçekleştirmiştir. Yıllarca da bu “dış’ destek ile iktidar olabilmiştir. Ondan beslendiği için, Türkiye’nin uluslararası hukuka göre işgalci konumu onu hiç rahatsız etmemiştir. Sonuçta, Ada’nın Türk halkı, sürekli zararlarına “hizmet!” veren Denktaş’ı da, onun arkasındaki ekonomik-siyasi güç olan Türkiye’yi de kaldıramaz olmuştur. Önceleri, açığa çıkması yıldırma yöntemleriyle engellenen bu tepki, artık gizlenemez olmuştur. Süreç, yıllardır arkasında olan Türkiye’nin desteğini gevşetmesi üzerine, Denktaş’ın tamamen dışlanması noktasına gelmiştir.
Yazdığınızın tersine, Rauf Denktaş, ödül verdiğiniz zaman Cumhurbaşkanı da değildi.
Süleyman Demirel’i uzun uzun anlatmaya gerek var mı, bilmiyorum. Kola anımsanabileceğini düşünerek; Milliyetçi Cephe hükümetleri ile 1980 AP azınlık hükümeti askeri darbeye zemin hazırlamıştır. O zamana kadar (sonra da) Demirel’e “sağcılar suç işliyor’ dedirtemedik. Bellek tazeleyelim ve o sağcılardan bazılarının adlarını -istemeyerek de olsa- anımsayalım:
Mithat Şimşek, Veli Can Oduncu, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Mehmet Ali Ağca, Oral Çelik, Ökkeş Kenger (Şendiller) vd. Listeyi ne kadar uzatmamızı istersiniz?
Bunları anımsamak iki noktadan önemlidir. 1) Bu gün birçok yönleri açığa çıkan bu insanlara “suç işliyor’ dememekte direnen bir politikacıya barış ödülü vermişsiniz. 2) O dönem bunların siyasi şefliğini yapanların bir kısmı, sizin partinizin de siyasi şefliğini yapmıştır.
İç barış ortamının kurulmasını engelleyen, faşist saldırıların kollayıcısı Demirel, “barış ödülü’ vermek konusunda akla gelmeyecek kişilerin başında gelmekteydi.
1980’de Demokrat adlı günlük bir gazete çıkardı. O gazete, fotoğrafını yayımladığı bir manyeto aletini üç gün boyunca sormuştu: Sayın Demirel bu nedir?
Demirel’in yanıtsız bıraktığı, MKE damgalı bir işkence aletiydi!
“24 Ocak Kararları’ olarak bilinen, halkın yoksulluğunu derinleştiren ve uygulanması ancak ordunun desteğiyle gerçekleşebilen ekonomik karalar da onun Başbakanlığı döneminde alınmıştı.
Maraş gibi, Çorum da büyük bir topluöldürümün eşiğine getirilmişken, kendisine sorulan bir soruya, olayların olmadığı bir beldeyi hedef göstererek, “Çorum’u bırak Fatsa’ya bak!’ diyebilmişti. Liste uzun ve kabarık.
Yine söylediğinizin tersine, Demirel, barış ödülü verdiğiniz 2005 tarihinde Cumhurbaşkanı değildi.
Boris Yeltsin’in “başarısı’na gelince; bu başarı, Yeltsin’in, sizin totaliter olarak tanımladığınız rejimi, mafya rejimi biçimine dönüştürmesiyle ilgilidir. Geçildiği söylenen “demokrasi’, Batı’nın burjuva demokrasi anlayışının sınırlarını tanımlayan yaklaşımın adıydı. Eski Sovyet Cumhuriyetleri halkları ise hiç de sizin gibi düşünmüyor.
Onların görüşlerinden hareket etmek varken, Vladimir Putin’i referans almanız sizin adınıza düşündürücüdür.
Gelelim ödülün en tartışmalı kişisi Bill Clinton’a. Bu konuda kendinizi savunmak için başvurduğunuz yöntem gerçekten çok ilginç. Ama, gerekçelerinizin hiçbiri size hak vermemize yetmiyor.
-Bir kişinin yaşantısının daha önceki dönemlerinde sahip olduğu düşünce ve/veya tutum, daha sonra yaptığı kötü şeyleri görmemize engel olamaz. “Savaş Bakanı’ gibi, emperyalist saldırganlığın ön saflarında yürüyen Joschka Fischer, gençlik yıllarında anti-emperyalistlerin ön saflarında yürüyordu.
-Boris Yeltsin’i öne sürüyorsunuz. Yeltsin’in barış ödülünü hak etmediği bir yana, onu da düşünmüş olmanız, Clinton’u davet etmenizin yerindeliğini göstermez.
-Süleyman Demirel’in Clinton’a “Devlet Nişanı’ vermiş olması, Türkiye adına üzüntü vericidir. Demirel yanlış yaptıysa, sizin de mi yapmanız gerekiyor? Türkiye ile ABD arasında ne “kader’ birliği, ne de çıkar birliği vardır. Ortada olan, ABD’nin Türkiye’yi sömürmesi, kullanmasıdır. ABD ile gerçekten kader birliği olan bir avuç iş birlikçiyi dışta tutmak kaydıyla…
-Yugoslavya’nın bölünmesi, II. Paylaşım Savaşı’ndan sonra Batı’nın en önemli gündemlerinden biri olmuştu. Bu planın son bölümünü NATO, ABD önderliğinde uyguladı. Siz ise bunu, ‘Bosna’daki iç savaş, Kosova’daki Arnavutlara yönelik Sırp baskısı’ olarak açıklamaya çalışmışsınız. Açıklama biçiminiz, sözünü ettiğiniz halkların çoğunlukla Müslüman olmasından dolayı, Türkiye’de prim yapar. Hepsi o kadar…
-“Uluslararası diplomasinin yerleşik kurallarını’ yerine getirdiğinizi düşünürken, uluslararası hukukun kurallarını nasıl görmezden geldiğinizi gösteriyorsunuz. ABD önderliğinde Yugoslavya’ya karşı yapılan NATO saldırısı uluslararası hukuka (Cenevre Konvansiyonu) aykırıdır. ABD’den George Monbiot’un yazdığı gibi: Çünkü bu savaş kimya fabrikalarını ve petrol işletmelerini hedef alan; köylere, kentlere karşı radyoaktif silahlar kullanan; sivil, savaşçı, doğmamış ve yaşayan herkese karşı bir savaştır. Yine bu yazara göre; ekolojik bakış açısıyla, Batı’nın öncülük ettiği en kirli savaştır.
-Clinton, depremden sonra Türkiye’ye gelmiş, karikatürlere karşı çıkmış vs. Bunlar, barış ödülü vermek için gerekçe olabilir mi? Türkiye’ye birçok yerden yardım geldi; yardım etmeye gelindi. Göstermelik çocuk yanağı okşamaya değil, yıkıntıların altına dalarak can kurtarmaya. Yugoslavya’da parçalattığı çocuk bedenleri fotoğraflarıyla, depremzede çocuğun yanağını okşarkenki fotoğrafı yan yana getirin zihninizde.
Yugoslavya’ya saldırı sırasında hedef alınıp bombalanan yerlerden bazılarını gösterirsek, savaşın ereğini daha açık ortaya koyabiliriz. 52 önemli endüstri kuruluşu, 30 hastane ve sağlık merkezi, 2 kimya fabrikası, 21 rafineri ve ham petrol deposu. Bununla birlikte, yakılan 250 hektar orman ve zehirlenen binlerce hektar verimli toprak, yeraltı ve yerüstü akarsuları, göller.
İsviçre mahkemelerinde George W. Bush, Tony Blair, Bill Clinton, Donald Rumsfeld ve Colin Powell aleyhinde, savaş suçu işlemekten ötürü dava açılmıştı. ABD’de, Clinton’u uluslararası mahkemeye çıkarabilmek için -benim de desteklediğim- çalışmalar yapılmaktaydı.
Yazdıklarınızd
an çıkardığım sonuç şudur: Siz, bütün savlarınıza karşın yerel politikaya sıkışıp kalmışsınız. Bir sonraki seçimde seçilebilmenin hesaplarına boğulmuşsunuz. Çalışmalarınızdaki popülizm bunu gösteriyor.
Gördüğünüz gibi, kamu buluncu diye bir şey var. Siz unutsanız da o unutmuyor! Ve en az sizin kadar “uluslararası diplomasinin yerleşik kurallarını’ biliyor, “tarihi gerçeklerden haberli’. “Cahillikleri’ ve “ufuksuzlukları’ da en az yukarıda yazdığım kadar.
Barış ödülü verilecekse, ABD’de savaşı durdurmaya çalışan asker annelerine verilsin. Emperyalist savaşın iç yüzünü görerek savaş karşıtı kampa geçmiş eski askerlere verilsin. NATO bombardımanının, Sırbistan ordusu ya da paramiliter güçlerin yaptıklarıyla aynı etkiyi gösterdiğini; terör ve karşı terörün birbirini beslediğini; savaşın terörün zirvesi, barışın ise insan haklarının en yücesi olduğunu söyleyerek, ABD’yi içerden eleştiren Noam Chomsky’e verilsin.
Barış ödülü verilecekse, o kadar uzağa gitmeye gerek yok. Zonguldak’ta da barış için savaşım veren onlarca insan bulunuyor. Ben size birini de önerebilirim.
Irak’ın işgaline karşı oluşturulan Irak Dünya Mahkemesi’nin Vicdan Jürisi üyesi, maden işçisi Sayın Ahmet Öztürk.
Gerçekten barış güçlerinin yanında yer alan, onları “ödüllendiren’; sevgiden ve dostluktan yana, yerelden evrensele uzanan bir politika izlemeniz dileğiyle…
Güngör Şenkal