İzmir İşçi Hakları Derneği’nin Konak Belediyesi Alsancak Kültür Merkezi’nde düzenlediği ve Prof.Dr. Tülin Öngen ile Doç.Dr. Yüksel Akkaya’nın konuşmacı olduğu “İşçi Hareketinin Yeniden Kuruluşu-Sorunlar ve İmkanlar” başlıklı panel ve forumda sınıf içi rekabetin yerini sınıflar arası mücadeleye bırakması gerektiği vurgulandı. Açılış konuşmasını İzmir İşçi Hakları Derneği Başkanı A. Cavit Uğur’un gerçekleştirdiği panele yoğun katılım oldu. […]
İzmir İşçi Hakları Derneği’nin Konak Belediyesi Alsancak Kültür Merkezi’nde düzenlediği ve Prof.Dr. Tülin Öngen ile Doç.Dr. Yüksel Akkaya’nın konuşmacı olduğu “İşçi Hareketinin Yeniden Kuruluşu-Sorunlar ve İmkanlar” başlıklı panel ve forumda sınıf içi rekabetin yerini sınıflar arası mücadeleye bırakması gerektiği vurgulandı.
Açılış konuşmasını İzmir İşçi Hakları Derneği Başkanı A. Cavit Uğur’un gerçekleştirdiği panele yoğun katılım oldu. Derneğin bugüne kadar yaptığı çalışmalar hakkında bilgi veren Uğur, özellikle kayıtdışı çalışan ve sendika üyesi olmayan işçilerin hak alma mücadelesine destek vermek için yola çıktıklarını söyledi.
Panelin oturum başkanı olan Kenan Kalyon ise işçi hareketinin içinde bulunduğu durumun iç açıcı olmadığını, küreselleşmeden beklenen umutların sona erdiği bir dönemde emek hareketinin kapitalizmin yeni bir yüzü ile karşı karşıya olduğunu vurguladı.
Kapitalizmin tarihsel gelişimi hakkında bilgi veren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tülin Öngen ise Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu bir emek cephesi yaratmak için işçi sınıfının içindeki parçalanmanın ortadan kaldırılması gerektiğine dikkat çekti. Çalışanların kapitalizmin sistematik, küresel ve uzun dönemli bir saldırısı ile karşı karşıya olduğunu vurgulayan Öngen, “Kapitalist sistemin üzerimizdeki ağırlığı giderek artıyor. Kapitalist üretimin anarşik doğasından ortaya çıkan üretim azlığı veya fazlalığı krizlere yol açıyor. Emekçiler krizlerin şok emicisi haline getirildi. Bizim gibi ülkelere krizin nedeninin serbest piyasa ekonomisinin işleyememesi olduğu, ekonomimizi serbestleştirmemiz gerektiği söyleniyor. Yeni gelecek yabancı yatırımlarla işsizliğin, durgunluğun ortadan kalkacağı ifade ediliyor. Diğer hedeflenen ise kamusal üretim alanının ortadan kaldırılması. İşsizlik ödeneği, sağlık-eğitim harcamaları gibi kamu harcamalarının makro ekonomik sorunlara yol açtığı öne sürülüyor. Özelleştirme ile kamu alanlarının ortadan kaldırılması savunuluyor. Bize yapısal uyum politikaları ve IMF reçeteleri dayatılıyor. Sermaye, sosyal güvenlik haklarından mahrum bırakarak yeni bir sermaye birikimine ulaşmanın yöntemlerini arıyor. Kayıtdışı çalışma koşulları ve taşeronlaştırma ile ‘yeni köleleştirme’ diyebileceğimiz sermayenin yeni bir dönemini yaşıyoruz. Sermayenin kayıtsız şartsız insafına terkedilmiş bir çalışma alanı ile karşı karşıyayız” dedi.
İşçi sınıfı kimliğini kaybediyor
Sermayenin krizden çıkmak için dayattığı yeni sermaye birikim modelinde büyük işletmelere yer olmadığını da dile getiren Öngen, ölçek ekonomisi yerine ürün çeşitlendirme gibi iktisadi modellerin uygulandığını anlattı. Öngen, “Kitle ekonomisinin izin verdiği toplumsallaşmış üretim, ortak bilinç ve örgütlenme koşulları ortadan kalkıyor. Bir zamanların binlerce işçi çalışan işyerleri, parçalanarak 5-10 işçinin çalıştığı işyerleri haline dönüşüyor. Burada da sendika üyesi olmayan, taşeron firmalar adına çalışan işçilerle karşı karşıyayız. Bu tip işyerlerine sendika giremiyor. İşsizlikte bu sorunu besliyor. Emek ölçeğinin küçülmesi, emeğin kendi içinde parçalanması, sınıf içi hiyerarşileşme ve rekabet ortaya çıkıyor. İşyerine bile uğramayan, işi yöneticilerine bırakan burjuvazi adeta aristokratlaşıyor. İşçilerin başında duran CEO’lar, sermaye yöneticileri ise emekçilere “biz de çalışanız, aynı gemideyiz, batarsak birlikte batarız” söylemiyle yaklaşıyorlar. Sınıfsal mücadele yerini sınıflar arası uzlaşmaya ve sınıf içi rekabete bırakıyor. İşçi sınıfı emekçi kimliğinden uzaklaşıyor. Milliyetçilik, sivil toplum, demokrasi gibi politikalar ve etnik, mezhepsel bölünmeler ile sistemle bütünleşiyorlar. Emekçilere yönelik ‘böl ve yönet’ politikası uygulanıyor. Kapitalizmin değirmenine su taşıyacak ideolojik yönelimlerden uzak durmalıyız. Şu an sermaye birkaç raund önde görünüyor. Ama bu bir geçiş süreci. Kavganın nasıl sonuçlanacağını yine sınıflar mücadelesi belirleyecek. İşçiler bugün çaresizliğe, edilginliğe mahkum edilmiş durumda. Ancak aynı çaresizlik sermaye için de sözkonusu. Çünkü kapitalizm tarihsel, coğrafi, ekolojik ve iktisadi sınırlarına dayandı. Kapitalizmin saldırılarına izin vermediğimiz, birleştiğimiz ölçüde başarılı oluruz. Bütün sistemin mağdur ettiği insanların birleşik, örgütlü bir sınıf cephesi oluşturması gerekiyor. Ama bunun yolu olaylara bütün bakmaktan geçiyor. Bütünlüğü kavrayamayan bir kısmilik içinde yaşıyoruz” şeklinde konuştu.
Bölgesel devrimler mümkün
Sermayenin krizinin küreselleştiğini de kaydeden Öngen, şu görüşleri dile getirdi: “Tüm dünyaya yayılan krizle mücadele edemeyen kapitalizm, daha çok askeri ve siyasi zora başvuruyor. Ama bu durum da sistemin bindiği dalı kesiyor. Fakat ipleri ellerinde tuttukları için de bu krizden etkilenmiyorlar. Sınıflar mücadelesi ulusal ölçekte. Ama uluslar arası dayanışmadan mahrum ulusal bir mücadele başarılı olamaz. Bu noktada enternasyonalizm hayalini işçiler değil sermaye gerçekleştirdi. Yine de bugün bölgesel çaplı bir devrimin 1917’den daha mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Zambiya’daki şalteri indirin, küresel üretim zinciri durur. Öyleyse birleşik bir emek sürecinin imkanları da var.”
Bugün kapitalizmde düzen içi çıkış yollarının kapandığını, kapitalizmi aşacak topyekün bir iktidar perspektifine ihtiyaç olduğunu dile getiren Öngen, sınıf hareketi ile sosyalist hareket arasında diyalektik etkileşimin şart olduğunu anlattı.
İşçi hareketi iktidarı talep etmeli
Mersin Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç.Dr. Yüksel Akkaya ise güçlü bir işçi hareketi yaratmanın yolunun umutlu, cesaretli bir işçi kitlesinden geçtiğini söyledi. Türkiye’deki işçileri ve sendikaları tıptan ve sosyolojiden aldığı iki kavramla nitelendirdiğini ifade eden Akkaya, “Kötü bir benzetme ama işçiler artık korsakoff işçi. Bu yine iyi. Daha kötüsü panotik işçidir. İşçiler işten atılmamak için 5 dakika erken gelip 5 dakika daha fazla çalışıyor. ‘İşimi, işverenimi seviyorum’ diyen sendikaları ortadan kaldırmadan işçi sınıfını yeniden kazanamayız. Bir sendika işçinin yaşamı nerede sürüyorsa orada olmalıdır. Bir sendika yarı askeri örgütlenme, yarı parti gibi olmalıdır. Sendikalar örümcek ağı gibi örgütlenmelidir. İşçi Hakları Derneği ve benzeri örgütlenmeler de bunun altyapısını oluşturmalıdır” dedi.
Artık ücret sendikacılığından vaçgeçmek gerektiğini vurgulayan Akkaya, “Bugün iktidarı talep eden bir işçi hareketine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Mücadele etmeyen sınıf, sınıf değildir” diye konuştu.
Panelin bitiminde yapılan forumda ise sendika yöneticileri, işçiler, kamu çalışanları ve öğrencilerden oluşan katılımcılar görüş ve önerilerini dile getirdiler.
Kaynak: İzmir İşçi Hakları Derneği