Kültür üzerindeki etkinlik kuşkusuz ‘zihinsel’ bir hegemonya yaratmaya yöneliktir. Ancak Soğuk Savaş sürecinde Amerikan emperyalistleri, bu alandaki mücadelelerini bir ‘istihbarat’ çalışması gibi düşünüp uygulamışlardır. Amerikalı yazar Francis Stonor Saunders’in, “Parayı Verdi Düdüğü Çaldı” diye Türkçe’ye çevrilen, CIA ve Kültürel Soğuk Savaş alt başlıklı çalışması bunun böyle olduğunu çok açık biçimde ispatlamaktadır Bu dönemde bilim ve […]
Kültür üzerindeki etkinlik kuşkusuz ‘zihinsel’ bir hegemonya yaratmaya yöneliktir. Ancak Soğuk Savaş sürecinde Amerikan emperyalistleri, bu alandaki mücadelelerini bir ‘istihbarat’ çalışması gibi düşünüp uygulamışlardır.
Amerikalı yazar Francis Stonor Saunders’in, “Parayı Verdi Düdüğü Çaldı” diye Türkçe’ye çevrilen, CIA ve Kültürel Soğuk Savaş alt başlıklı çalışması bunun böyle olduğunu çok açık biçimde ispatlamaktadır Bu dönemde bilim ve sanat adamlarının örtülü ya da açık biçimlerde satın alınması, gizli ya da dolaysız yollardan maddi ve manevi olarak desteklenmesi, aydınların Amerikan düşüncesine sempati duyar hale getirilmesi ciddi bir operasyon olarak planlanmıştır.
ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası saldırgan bir strateji izleyeceği atom bombasının kullanılmasıyla netlik kazanmıştır. 1947 yılında Truman’ın adıyla ilan edilen doktrin bunu anlatmaktadır. CIA’nin kuruluşuyla birlikte komünizme karşı mücadele için her yolu mubah sayan bir pratik sergilenmiştir. Daha savaşın bitmesiyle birlikte özellikle kültürel alanda bir propaganda savaşı başlatılmıştır. İşgal altındaki Berlin bu savaşın ilk arenasıdır. Sovyetler Birliği, Barış ve demokrasi temelli bir eylemliliğe yönelirken ABD aydınların kazanılması için gizli ve örtülü faaliyetlere hız vermiştir.
CIA sorumlusu Frank Wisner aydınları ele geçirme operasyonu için entelektüel ve istihbarat yetenekleri gelişkin Michael Joshelson’u işe almıştır. Joshelson, Beyaz Rus göçmen besteci Nikolay Nabokov ve eski solcu siyasal militan Malvin Lasky CIA önderliğinde kültürel Soğuk Savaşın örgütçülüğünü yapmışlardır. Lasky; “Soğuk Savaşın özü kültürel kapsamlıdır. İşte Amerikan programındaki boşluk burada yatmaktadır. Amerikan dış siyasetinin düşmanları en çok bunu kötüye kullanmaktadır… Boşluk, geçek ve ciddi boşluktur” tespitini yapan ve bu doğrultuda çaba gösterilmesini teşvik eden kişidir.
“Eğitimli ve kültürlü sınıfları kazanma” konusundaki boşluk ve başarısızlık tespiti ciddi bir kültür programıyla yanıtlanmıştır. Çünkü eğitimli ve kültürlü sınıfların “uzun vadede ahlaksal ve siyasal toplum önderlerini sağlayacak” olduğunun bilinciyle hareket edilmiştir. Bu anlayışla CIA tarafından kültür alanının NATO’su olarak görülen “Kültürel Özgürlük Kongresi” örgütlenmiştir. Kültürel Özgürlük Kongresi, 35 ülkede açtığı bürolar aracılığıyla yayıncılık faaliyeti ve dağıttığı ödüllerle kayda değer pek çok entelektüeli istihdam etmiştir.
“Tek amaç, uzun zamandır Marksizme ve komünizme yakınlık duyan Batı Avrupa aydınlarını ‘Amerikan tarzı’na daha uygun bir bakış açısına ısındırmaktı” diye yazar Saunders. Savaş sonrası Avrupa’da bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek bu gizli harekete adı bir şekilde karışmamış pek az entelektüel, bilim insanı ve sanatçı vardır. “İnsanların kafalarını ele geçirme kavgası” olarak nitelenen Soğuk Savaş’ta dergiler, kitaplar, konferanslar, seminerler, resim, heykel sergileri, konserler, ödüller kültürel silahlar olarak kullanılmıştır.
CIA, bu uğraşında, ‘aydın özgürlüğünün en önde gelen isimleri’ni devşirmiştir. Bu süreçte, dünün ‘komünizm sempatizanı aydınları’ eski solcular, köktenci muhalefet geleneğini askıya alıp Amerikalıların ileri sürdüğü önermenin ateşli savunucuları haline gelmiştir. CIA çok farklı yaratıcılık alanlarında adı bilinmeyen bir iyilik meleği gibi davranarak aydınları ve aydınların çalışmasını “komünizmi kuşatma ve durdurma” amaçlı büyük oyunda bir satranç taşı gibi kullanmıştır. CIA’nin parasal yardım yaparken hiç de gizli saklı davranmadığını söyleyenler çoğunluktadır. Aydın çevreler, CIA’nin tek amacının, özgür ve demokratik kültürel ifade olanaklarını genişletmek olduğunu kabul etmeye eğilimlidirler.
Bu durumda; bilerek ya da bilmeyerek para yardımı almış olmalarını önemli görmeyenler çoğunluktadır. Değil mi ki, amaç ifade özgürlüğünü savunmak kültür ve sanatın gelişmesine katkıda bulunmaktır. O halde etkilenme ve yönlendirme söz konusu değildir. Ancak Soğuk Savaşa ilişkin resmi belgeler, karşılıksız yardım efsanesini kökünden sarsmaktadır. Bu belgeler, aydınlardan geniş kapsamlı bir propaganda seferberliğinin erleri olmaları beklendiğini ispat etmektedir. Aydınların satın alınması, Soğuk Savaşın yol açtığı kirlenmenin en travmatik yanlarından biridir.
Temmuz 1950 tarihli bir ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Belgesinde, propaganda savaşı ve psikolojik savaş tanımlamıştır. Psikolojik savaş için şöyle denmektedir; “Bir ulusun savaş haricinde propaganda ve etkinliklerden planlı bir şekilde yararlanarak, yabancı grupların görüşlerini, tavırlarını, duygu ve davranışlarını kendi ulusal amaçları doğrultusunda etkilemeyi amaçlayan düşünce ve bilgileri iletmesidir.” Aynı belgede en etkili propaganda tarzı “söz konusu kişilerin kendisinin inandığını sandığı nedenler yüzünden, sizin arzu ettiğiniz yönde hareket etmesidir” diye belirlenmiştir. Entelektüel cephede başarılan işte budur.
Bu işe ayrılan para öylesine yüksektir ki, CIA ajanlarını bile heyecanlandırmaktadır. O dönemde görevli bir CIA ajanı Gilbert Grenway daha sonra şöyle demiştir; “Hepsini harcayamazdık. Bir keresinde hatırlıyorum Wisner ve murakıpla buluşmuştuk. “Aman tanrım” dedim, “Bu kadar parayı nasıl harcarız? Hiç sınır yoktu. Hiç kimse de hesap vermek zorunda değildi. Hayret edilecek bir şeydi.” Bütün bunları öğrenince, o pek makbul ve saygın özgürlük savunucularının ağırbaşlılığının ardındaki hizmetkar ruhu açığa çıkmaktadır. Bu koşullarda, anti-komünist dalga Stalin karşıtlığı bahanesiyle ve eleştirellikle kamufle edilerek yükselmiştir. Eleştiri resmen maaşa bağlanan ya da olanakların sunulması ve ödüllerle ele geçirilenlerin satın alınmışlığını gizleyen namus örtüsü olmuştur. Sözde özgürlükçü beyinler paraya esir olmuştur. En pespaye politika aydın nesnelliği olarak sunulmuştur.
CIA tarafından paraya boğulan kişi ve kurumlar rollerini başarıyla yerine getirmişlerdir. Doğrudan veya dolaylı, CIA parası alan ABD ve Avrupalı saygın yayınlar arasında; Partisan Review, Kenyon Review, New Leader ve Encounter gibileri bulunmaktadır. Şöhret yolunda ilerlerken CIA desteği alanlar arasında; Irving Kristol, filozof sıfatlı Isaiah Berlin, Stephen Spender, Sidney Hook, Daniel Bell, Dwight MacDonald, Robert Lowell, sıkı muhalif Hannah Ardendt, Mary McCarthy ve kuşkusuz George Orwell gibilerini saymak mümkündür. CIA, Avrupa’da özellikle; ‘Demokratik Sol’ bir hareketin yaratılmasıyla ilgilenmiştir. “Komünist olmayan solun” desteklenmesi görev sayılmıştır. Bu anlamda; Ignacio Silone, Stephen Spender, Arthur Koestler, Raymond Aron, Anthony Crosland ve G. Orwell gibileri cepheye sürülmüştür.
Saunders’in kitabındaki en ilginç bölümlerden biri, CIA ile New York’ta bulunan Modern Sanatlar Müzesi’nin işbirliğidir. Bu iki kuruluş; sosyalist gerçekçilik akımına karşı ‘soyut ekspresyonist sanat’ı öne çıkarmak için büyük çaba ve para harcamışlardır Örgütün belgelerinde Soyut ekspresyonizm (dışavurumculuk) şöyle tanımlanmıştır:; “Anti-komünist ideoloji; özgürlüğün veya hür teşebbüsün ideolojisi budur. Figüratif olmayan ve siyasi olarak sessiz; sosyalist gerçekçiliğin antitezi.” CIA adına Müzeyi destekleyen Nelson Rockefeller, soyut ekspresyonizmi ‘hür teşebbüsün resmi’ olarak nitelemiştir.
CIA fonlarıyla; Avrupa çapında onlarca soyut ekspresyonist sergi açılmıştır. Sanat eleştirmenleri harekete geçirilmiş
ve sanat dergilerinde, bu akımı öven yazılar yayınlamıştır. Akımın kıta çapındaki estetik anlayışa nüfuz etmesi sağlanmıştır. Tüm bu sanat akımlarının desteklenmesindeki amaç, kolektivist düşünceyi etkisiz hale getirmektir.
Saunders, bu noktada önemli bir saptama yapmaktadır: “Amerikan resminin kültürel Soğuk Savaş’ta üstlendiği sıra dışı rollerden biri, onun CIA’nin bir parçası haline gelmesi değil, kendini bilinçli olarak apolitik ilan eden bir akımın, böylesine politik bir nitelik kazanabilmesiydi.” İşte sanatın kendinden başka bir amacı yoktur, sanat bireyseldir benzeri görüşler böyle akçeli operasyonlar sonucu benimsetilmiştir. Aydınların politika üstü olması gerektiği düşüncesi böyle yerleştirilmiştir. Kolektivizme karşı çare olabilecek her yol böylece kullanılmıştır. İngiliz devlet adamı Disraeli’nin; “Bir kitap bir savaş kadar olay yaratabilir” sözü, düstur edinilerek Amerikan kültürünü temsil eden yazarlar Avrupa dillerine çevrilmiştir. “Anti-komünist programın bir parçası olduğu” görülen Avrupalı yazarlar desteklenmiştir. Batılı aydınlar Amerikan davasına kazanılırken, Amerikan kültürü ve anti-komünist düşünceler kitlelere onlar aracılığıyla empoze edilmiştir.
Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra bir istihbarat faaliyeti olarak yönetilen kültürel savaşın bir tarafa bırakıldığı düşünülmemelidir. Tarihin Sonu, Medeniyetler Çatışması gibi yaygın görüşler CIA’nin düşünce üreten kurumlarına bağlı entelektüellerce üretilmiştir. Bir CIA kurumu olduğu bilinen Rand Copration benzeri düşünce kuruluşlarının dünyanın her ülkesinde istihdam ettiği yerel elemanları vardır. Ve İran’da petrolü millileştiren Musaddık’a karşı girişilen darbe örneğinde olduğu gibi önce uzmanlar gönderilip ülkenin tarihi, kültürü, coğrafik özellikleri hatta arkeolojik değerleri tespit edilmekte, ardından ajanlar ve istihbarat uzmanlarınca darbe hayata geçirilmektedir. Amerikan yardımı ile birlikte Amerikan hayat tarzı ve kültür ürünlerinin istilası gündeme gelmektedir. Filmler, çizgi diziler, kitaplar, kasetler, CD’ler, plaklar hep aynı anlayışı pompalamak içindir.
Irak ve Afgan işgalleri sonrasında işgalcilerin ilk işi kendilerine bağlı televizyonlar kurmak olmuştur. Tüm dünyada gösterilen ve renkli kuklalar aracılığıyla çocukları eğlendirerek eğitmeyi amaçladığı söylenen sevimli “Susam Sokağı” programı, Edi, Büdü ve Minik Kuşu ile Amerikan imajını düzeltmek amacıyla yeniden üretilmiş, bu amaç için 6,2 milyon dolar fon ayrılmıştır. Dizi, Afganistan’da okullara, çocuk yuvalarına ve televizyonlara dağıtılmış durumdadır. Irak’ta da durum farklı değildir.
Susam Sokağı ve Power Rangers adlı çizgi dizinin telif hakları sahibi Haim Saban adlı bir iş adamıdır. Aynı kişi 2002 yılında kurulan Saban Centre adlı bir merkezin de finansörüdür. Bu merkez Brookings İnstitution adlı düşünce üreticisi kurumla bağlantılı çalışmaktadır. ABD Dışişleri Bakanlığı, merkezin kuruluşu ile ilgili olarak yayınladığı bir açıklamada ilginç ayrıntılar vermektedir. “Brookings Entitution’ın Saban Center yoluyla Ortadoğu araştırmalarında çok önemli bir aşama kaydedeceği, merkezin çalışma alanının Fas’tan Türkiye’ye kadar bütün bölgeyi kapsadığı, ABD dış politikasına taze kan getireceği, Ortadoğu ile ilgili kritik problemlere çözüm üreteceği, bünyesinde Ortadoğu uzmanları istihdam edeceği, Arap ve İslam dünyasından misafir uzmanlar çalıştıracağı, özellikle ‘terörizme karşı savaş’ ve ‘kitle imha silahları’ üstünde yoğunlaşacağı” söylenmektedir
Ancak, merkezin görevi bununla bitmemektedir. Merkezin, ABD-İsrail stratejik ortaklığı için projeler üretmek gibi bir misyonu da vardır. Rejim değişikliği (ABD, Irak ve Filistin’de olduğu gibi) üzerinde çalışmak, İran’da reform programına destek vermek. Merkezin en dikkat çekici görevi ise; Geleceğin politikacılarını yetiştirmektir. Görüldüğü gibi işgal süreci, politik araçlarla iç içe geçmiş ideolojik-kültürel araçlarla sürmektedir. İşgal süreci tıpkı Disney ürünlerinde olduğu gibi, Susam Sokağının masum ve sevimli küçük ajanlarıyla da evlerin içine dek yayılmaktadır.
Sonuç olarak, emperyalist egemenlerin edebiyat-sanat ve genel olarak kültür üzerindeki bilinçli ve örgütlü müdahalesinin yalnızca “Soğuk Savaş” yıllarında kaldığını söylemek mümkün değildir. Emperyalizm, kültürel alana müdahaleyi, kendi varlık alanının genişletilmesi eyleminin bir parçası olarak görmektedir. Zihinsel etkinlik, dolaysız olarak ekonomik ve siyasal hegemonyanın bir aracı olmaktadır. Bu yüzden; ekonomik ve siyasal hedefler var oldukça, kültürel alandaki saldırı ve operasyonlar da kesintisiz olarak sürecektir. Özneyi çağrıştırmayan globalleşme kavramıyla kamufle edilen kültürel işgal emperyalist saldırının kalıcılığını sağlayan en önemli araç olmaya devam etmektedir. Kültür alanındaki mücadelenin yaşamsallığı ve bu alanda örgütlü tavır alış bu anlamda da kendini dayatmaktadır.
Bu yazı 30 Mart 2006 tarihli Atılım Gazetesi’nden alınmıştır.