Son yılların milli gelir hesaplarında ”şaibeli” değilse bile, tartışmalı veya esrarengiz öğeler oluştu. 2005’te de üç aylık sektör tahminleri, açıklanmayan nedenler ve yöntemlerle revizyondan geçirilip yükseltiliyor. Ben, bugün bu belirsizlikleri bir yana bırakarak 2005 tahminlerini olduğu gibi kabul ediyorum ve 1923’ten 2005’e kadar resmi istatistikleri kullanarak milli gelirde (GSMH’de) farklı dönemlerde gerçekleşen büyüme hızlarını okurlarıma […]
Son yılların milli gelir hesaplarında ”şaibeli” değilse bile, tartışmalı veya esrarengiz öğeler oluştu. 2005’te de üç aylık sektör tahminleri, açıklanmayan nedenler ve yöntemlerle revizyondan geçirilip yükseltiliyor. Ben, bugün bu belirsizlikleri bir yana bırakarak 2005 tahminlerini olduğu gibi kabul ediyorum ve 1923’ten 2005’e kadar resmi istatistikleri kullanarak milli gelirde (GSMH’de) farklı dönemlerde gerçekleşen büyüme hızlarını okurlarıma sunuyorum.
Tablomuz, Cumhuriyet sonrası Türkiye ekonomisini dört büyük döneme ve birkaç alt-döneme ayırıyor. Her dönemde daralma ve kriz yılları da vardır ve ortalama büyüme hızları bu etkeni de içermektedir. En ağır ve sürekli kriz, milli gelirin yüzde 35 oranında düştüğü 1940-1945 yıllarında gerçekleşmiştir. Ve GSMH 1939’daki düzeyine ancak 1948’de ulaşmıştır. 1940-1948 alt-döneminin ”sıfır büyüme” içermesi ve 1923-1939’daki hızlı (yüzde 6.6’lık) büyümeye rağmen Cumhuriyetin ilk yirmi beş yılında kişi başına milli gelirdeki artışın sınırlı kalması bu yüzdendir. Bunun dışında 1932, 1954, 1979, 1980, 1994, 1999 ve 2001’de de milli gelir düşmüştür. Böylece her dönem için, milli gelirdeki çıkışlı-inişli hareketlerin sonucu olan yıllık ortalama ( ”logaritmik” ) büyüme hızlarına ulaşılmaktadır.
Dönemlerin nitelendirilmesi, başlangıç-bitim yılları üzerinde tartışabiliriz. Ancak, ortaya açık-seçik bir olgu çıkıyor: Türkiye ekonomisinin ortalama büyüme hızı, 1980’le girdiği ”neoliberal” dönemde, önceki iki döneme göre belirgin bir biçimde düşmüştür. Nedenlerin incelenmesi bu köşeye sığmaz. Sadece vurgulayalım ki, çeyrek yüzyılı kapsayan bu bozulma geçici bir durum olarak görülemez. Büyüme potansiyelinin de düşmekte olduğu anlaşılmaktadır.
Bu ”yavaşlama” olgusu, ekonominin ”olgunlaşması” nın doğal bir sonucu olarak da yorumlanamaz. Zira, ”olgun” bir ekonomi emek rezervlerini büyük ölçüde tüketmiş ve bu nedenle büyüme sürecini, esas olarak teknik ilerlemeye, teknolojik atılımlara, insan gücünün niteliğindeki sıçramalara ve daha etkin kaynak tahsisine bağlamış bir ekonomi olarak tanımlanabilir. Türkiye’de ise, bilindiği gibi, tarımda ve kent ekonomisi içinde çok büyük boyutlu âtıl emek rezervleri barınmaktadır. Ve böyle bir ekonomi için, olgun Batı ekonomilerindeki gibi yüzde 4’lük bir büyüme sınırı ile yetinmek söz konusu olamaz.
1980 sonrasının üç alt-dönemi, bir başka özellik içeriyor. Serbestleşmede atılan her yeni adım sonunda, ortalama büyüme hızı da aşağıya çekilmiştir. Hatırlatalım: 1980-1989’da mal piyasalarında ve dış ticarette liberalleşmeyi 1989 sonrasında sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ve Gümrük Birliği izlemiş; 1998’deki ”yakın izleme anlaşması” ile ekonomi (hatta toplum) kesintisiz olarak İMF’nin (ve ilaveten Dünya Bankası ile AB’nin) güdümü altına girmiştir. Ve büyüme hızı her aşamada biraz daha aşınmıştır.
2001 krizini izleyen dört yıl boyunca (hesaplama yöntemlerindeki tartışmalı öğeler bir yana) milli gelirde gerçekleştiği tahmin edilen yüksek oranlı artışlara rağmen son sekiz yıl ortalaması yüzde 2.5 ile sınırlı kalmıştır; zira bu alt-dönem iki büyük boyutlu daralma içermiştir. Bu daralmalar ise, döneme damgasını vuran modelin ayrılmaz parçalarıdır. Ekonomi, artık, dış dünyadan kaynaklanan etkenlere, özellikle de sermaye hareketlerindeki iniş-çıkışlara ve ithalattan kaynaklanan darbelere bağımlı hale gelmiştir. Ve bu dış etkenler Türkiye’yi dinamik bir gelişme ivmesine taşıyamamaktadır.
Bu nedenlerle son iki yılın tartışmalı milli gelir verilerine bakarak İMF yönetimindeki ekonominin başarıları üzerinde övgüler düzmek boş propagandadır; ciddiye alınamaz.
Cumhuriyet 12.04.2006
SÖYLEŞİLER