Deniz Yıldırım, Eğitim Sen Uluslararası İlişkiler Uzmanı 25 Nisan 2006 Afrika son yıllarda önemli gelişmelere sahne oluyor. IMF ve Dünya Bankası tarafından borç batağına sürüklenen ülkelerde, emperyalist sistemin bu temel kurumlarının yarattığı tahribat, kendi karşıtını yaratıyor. Geçtiğimiz yıllarda ekonomik krizlerle boğuşan Angola Hükümeti, son olarak IMF’nin 2 milyar ABD Doları tutarındaki koşullu kredi anlaşmasını reddedip […]
Deniz Yıldırım, Eğitim Sen Uluslararası İlişkiler Uzmanı
25 Nisan 2006
Afrika son yıllarda önemli gelişmelere sahne oluyor. IMF ve Dünya Bankası tarafından borç batağına sürüklenen ülkelerde, emperyalist sistemin bu temel kurumlarının yarattığı tahribat, kendi karşıtını yaratıyor. Geçtiğimiz yıllarda ekonomik krizlerle boğuşan Angola Hükümeti, son olarak IMF’nin 2 milyar ABD Doları tutarındaki koşullu kredi anlaşmasını reddedip Çin Halk Cumhuriyeti ile koşulsuz ve düşük faizli kredi anlaşması imzalamıştı. IMF’nin 2 milyar ABD Doları tutarındaki kredi anlaşması için öne sürdüğü koşul, petrol kaynaklarının ve bu kaynakların işletilmesinin özelleştirilmesiydi. Çin’in devreye girmesi ile Angola Hükümeti, IMF’nin dayattığı koşullu kredi anlaşmasını reddetmişti. (Bu konuda bkz., Angola Defies IMF as China Enters the Fray, http://www.50years.org/cms/updates/story/290)
Angola, IMF tavsiyesini dinlemeyip Kalkınma Bankası kurdu
Şimdi de Afrolnews tarafından yayımlanan habere göre, Afrika’nın petrol rezervleri bakımından ikinci büyük ülkesi konumundaki Angola, ulusal bir kalkınma bankası oluşturma kararı aldı. Buna göre Angola Kalkınma Bankası, ülkenin petrol gelirlerinin %5’ini alacak ve böylece planlı kalkınma hedefi için banka seferber edilecek. Bu da yılda 10 milyar ABD Doları anlamına geliyor. (Angola Set Up Development Bank Against IMF Advice, Afrol News, 10 Nisan 2006, http://www.afrol.com/articles/18798 )
Petrole dayalı ekonomisini yeni iş alanlarında milli kalkınmayı sağlayacak biçimde çeşitlendirme ve güçlendirme kararı alan Angola Hükümeti, bankayı “üretim etkinliğini güçlendirme” hedefi ile ilişkilendiriyor. Öte yandan IMF, söz konusu bankanın oluşturulmasına karşı çıkıyor. Görünen neden, bankanın “şeffaf” olmayacağı ve yolsuzluğa saplanacağı. Gerçek nedense, Angola’nın üretime ve istihdama dönük yeni bir kalkınma politikasını benimsemesi, kamucu ekonomiye yönelmesi ve böylece neo-liberal mitolojinin bir ülkede daha dağılması. İlginçtir, aynı IMF geçtiğimiz yıl resmi internet sitesinde yayımladığı bir raporda, Angola ekonomisinin temel kurumunun yolsuzluk olduğunu öne sürmüş ve ardından Angola Hükümeti’nden özür dileyerek raporu geri çekmek zorunda kalmıştı. (IMF Director Presents Apologies for Angola Corruption Study, People’s Daily, http://english.people.com.cn/200507/09/print20050709_195127.html)
Yolsuzluğun Angola ekonomisinin temel bileşeni olmadığını özür dileyerek kabul eden IMF yönetiminin, Kalkınma Bankası’nın oluşturulmasına yolsuzluk ve “şeffaf olmama” riskleri nedeniyle karşı çıkması da, sorunun gerçek boyutunu ortaya koyuyor. Zira IMF ne “kalkınma” sözcüğünden ne de “ulusal” ekonomiden hoşlanıyor. Bunun bir örneği de Zambiya’da yaşananlar.
Zambiya’da IMF Kredisinin Koşulu: Ulusal Ticaret Bankası’nın Özelleştirilmesi
Zambiya’da IMF ve Dünya Bankası’nın zorlamasıyla Ulusal Ticaret Bankası özelleştiriliyor. Yapılan kredi anlaşmasının koşulu olarak öngörülen bu özelleştirmeye, toplumun büyük bir çoğunluğu karşı çıkıyor. İlginç olan, Zambiya Parlamentosu’nda konuyla ilgili olarak gerçekleştirilen oylamada, vekillerin ezici çoğunluğunun özelleştirmeye karşı oy kullanmış olmasına ve Devlet Başkanı Levy Mwanawasa’nın bile bu özelleştirmeye karşı çıkmasına rağmen, özelleştirmenin gerçekleştiriliyor oluşu. (Bkz., Zambia: Building Consciousness Against IMF Policies, 16 Mart 2006, http://www.afrodad.org)
Zambiya Ulusal Ticaret Bankası’nın (ZANACO) özelleştirilmesi koşulu, IMF’nin Angola’da Kalkınma Bankası oluşturulmasına karşı çıkmasıyla aynı zihniyete dayalı: Neoliberalizm. ZANACO, Zambiya halkı için büyük önem taşıyor. Zira bu banka, ülkede sosyal güvenlik mekanizmasına en büyük katkıyı sağlıyor. Bankanın hizmetlerinden işçiler, memurlar, küçük üreticiler, çiftçiler, küçük ve orta boy işletmeler yararlanıyor ve bu nedenle banka Zambiya’da “Halkın Bankası” olarak adlandırılıyor. Banka’nın özelleştirilmesi ile Zambiya halkını bekleyen tehlikeler şunlar: Banka, ülkedeki memurların emekli aylıklarını ödüyor. Özelleştirilmesi durumunda, en büyük teklifi veren Hollandalı Rabobank, verimsiz şubeleri kapatabilecek. Böylece taşradaki emekliler, aylıklarını (özelleştirme ile aylıkları da düşecek) başkent Lusaka’ya gelerek elden almak zorunda olacak. İkincisi, bankanın halihazırdaki çalışanları işten çıkarılabilecek ve bankayı satın alan yabancı firma/banka kendi personelini getirip çalıştırabilecek. Ve en önemlisi, Banka’nın özelleştirilmesi ile birlikte “ulusal kalkınma” anlayışı tamamen terk edilecek. (Bkz., “An Overview of Privatization of Parastatal: The Case of Zambia National Commercial Bank”, http://www.union-network.org/unisite/regions/africa/pdf/labourissues/AnOverviewOfPrivatisationOfParastatalsZambia.pdf, indirilme tarihi: 11.02.2006)
Daha da ilginci, ZANACO’nun ülkedeki tüm büyük bankalara göre en büyük kar sağlayan banka olması. Ülkenin en çok kar eden bankasının özelleştirilmesini IMF neden kredi koşulu olarak dayatıyor? Bunu anlamak için özelleştirme için en büyük teklifi verenlerin “köken ülkesi”ne bakmak yeterli. Çünkü IMF Üçüncü Dünya’ya değil, emperyalist devletlere hizmet ediyor.
“DEMOS”u Özelleştirilmiş Demokrasi
Görüldüğü üzere toplumun ve parlamentonun büyük bir kısmının karşı çıkmasına rağmen, Zambiya Ulusal Ticaret Bankası özelleştiriliyor. Zambiya halkı uluslararası tekellerin kar transferleri uğruna daha da yoksulluğa itilirken, “demokrasi” işliyor. Sorunun bu boyutunu ele alan James Petras ve Henry Veltmeyer, seçilmişlerden çok atanmışların, egemenliği eline alan üst kurul üyelerinin, özelleştirme idaresi CEO’larının, IMF tarafından denetlenen “yönetişim” seraplarının geliştiği bir ortamda, neo-liberal demokrasi mitolojisinin çelişkisine şöyle işaret ediyorlar.
“Bugün dünyanın pek çok bölgesinde, ABD Hazinesi tarafından Dünya Bankası ve IMF’ye atanan görevliler, hükümetlerin harcama düzeyleri, mülkiyet ilişkileri (kamu mülküne karşı özel mülk), kalkınma stratejileri (ihracat veya iç pazarlar) ve toplumsal varlığın diğer belirleyici yönleri konusunda karar almakta ve böylece seçim sistemini aşmaktadırlar. Bu dış siyasal aktörler, kendi ulusal hükümetlerinin ve ulusötesi şirketlerinin çıkarlarını gözetmektedirler… Siyasal karar almanın büyük şirketlerin bu dış temsilcileri tarafından yerine getirilmesi, seçime dayalı siyasal sistemlerin doğasını da kökten değiştirmektedir… Şayet otoriteryanizm, kararların kamusal istişareye ve mesuliyete başvurulmaksızın alındığı bir sistem olarak tanımlanırsa, uluslar arası mali kurumların seçilmemiş görevlilerinin gittikçe artan etkisi ve gücü de, bu sistemin önemli bir dayanağıdır.” (James Petras ve Henry Veltmeyer, “İdeoloji Olarak Küreselleşme: Ekonomik ve Sosyal Boyutlar”, 21. Yüzyılda Emperyalizm: Maskesi Düşürülen Küreselleşme içinde, , çev. Özkan Akpınar, Mephisto, İstanbul, 2006, s. 99)
Tıpkı Zambiya’daki gibi, tıpkı Türkiye’deki gibi.