Amerikan yönetimi İran’ı vurmak istiyor. George W. Bush ve ekibi, kendi kamuoyu başta olmak üzere dünya kamuoyunu İran Mollalar yönetiminin “tehlikeli” bir rejim olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Aynı zamanda Bush yönetiminin, “İran’ın deli insanlar tarafından yönetilmekte olduğuna” ve bunu engellemek için ne yapmaları gerekiyorsa yapacaklarına dair sersem açıklamaları devam ediyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin savaş sevdalısı […]
Amerikan yönetimi İran’ı vurmak istiyor. George W. Bush ve ekibi, kendi kamuoyu başta olmak üzere dünya kamuoyunu İran Mollalar yönetiminin “tehlikeli” bir rejim olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Aynı zamanda Bush yönetiminin, “İran’ın deli insanlar tarafından yönetilmekte olduğuna” ve bunu engellemek için ne yapmaları gerekiyorsa yapacaklarına dair sersem açıklamaları devam ediyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin savaş sevdalısı ekibi, her ne pahasına olursa olsun İran gibi ülkelere yönelik “önleyici vuruş” dedikleri bir savaş stratejisiyle kapitalizmin ömrünü uzatma savaşlarında ısrarcı davranarak, dünya kamuoyunu etkilemekten yana çaba sarf etmekte. Kapitalist sistemin istikbali olan yeraltı enerji kaynaklarına sahip olmak için, “ejdargah yılanların” pınar başını tuttuğu gibi, uluslararası kapitalist sermayenin militarist gücü de bölgenin pınarlarını kontrol altına almaya yönelmiştir.
Ortadoğu siyasetinin kaygan zeminlerinde ilerleyen ABD’nin İran politikası bir çok cepheden yönünü arıyor. BM Güvenlik Konseyi’nin 28 Nisan 2006 gününe kadar nükleer faaliyetin durdurulması için İran’a tanıdığı süre dolmazdan önce İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, “bu konuda asla pazarlık yapmayacağız” diyerek, BM ve Güvenlik Konseyi gibi kurumların birkaç büyük gücün elinde oyuncak haline döndüğünü, buradan nasıl bir karar çıkarsa çıksın, zorba dayatmalara asla aldırış etmeden ülkenin çıkarları için faaliyetleri sürdüreceklerini söylüyordu. Bu arada ABD ise, “hiçbir ülke, İran’ın nükleer faaliyetlerine izin vermemeli, hatta Rusya denetiminde olduğu söylenen Bandér-e Busehr’deki sivil nükleer çalışmalara bile göz yummamalı” diyerek, bir nevi Rusya’yı tehdit ediyordu. Rusya ise, ABD’nin bu açıklamasına cevaben, “her ülkenin hangi ülkelerle işbirliği yapacağına karar verme hakkı vardır” uyarısını yapıyordu. ABD’nin İran konusundaki durumu böğürtlen tarlasına girip sonra içinden çıkamayan tilkinin hikayesine benzeyecek gibi görünüyor.
ABD, İran’a ve bölge devletlerine yönelik top yekün psikolojik bir medya savaşı sürdürüyor. ABD’nin İran’a karşı sürdürdüğü çok yönlü sinir bozucu psikolojik savaşa, İran kendi cephesinden ABD’nin bölge politikalarına karşı dik ve cesur duruşunu sürdürerek ve “topraklarımıza saldıran eli/elleri keseriz” diyerek, kendi tarihsel yönünü bulmaya çabalıyor. İran’ın son dönemlerde hızlandırdığı ABD karşıtı çabaları çeper ve çeper dışı ilişkilerini genişletiyor ve çok yönlü ittifaklara yöneliyor.
ABD’nin Afganistan ve özellikle Irak saldırıları ve saldırılar öncesinde ileriye sürdüğü, bu ülkelerin kitle imha silahlarına sahip olduğuna dair gerekçelerinin hiç birisinin doğru çıkmaması nedeniyle, bölgede ve dünyada gelişen anti-ABD siyaseti, İran Mollalar rejiminin kararlı duruşunu devam ettirmesini sağlayan en önemli kartlardan biri. İran Bölgede ve dünyada gelişen ABD karşıtı muhalefeti görüyor ve bu odaktan gıdasını alarak şu an ABD karşıtı sert direnişinde ısrarlı davranıyor.
Yani İran rejimi Latin Amerika’da esen yeni sol dalganın yarattığı güçlü yelpazede Venezüella ve Küba gibi güçlü Amerikan karşıtı dinamiklerle çok yönlü bir ittifak geliştiriyor. Ve en önemlisi de Çin ve Rusya gibi ABD’ye “Avrasya’dan elini çek” diyen, bölgenin güçlü devletleriyle başta enerji kaynakları konusunda olmak üzere, bir çok iktisadi anlaşma imzalayarak konumunu güçlendiriyor. Bundan dolayı da bölgenin diğer iki büyük ülkesi Çin ve Rusya, ABD’nin İran’a yönelik uluslararası tecrit ve izolasyon politikalarına, herhangi bir yaptırım ve ambargo gibi katı tutumuna, karşı çıkıyorlar.
İran, Rusya ile maliyeti 1 milyar Euro’yu aşan bir nükleer reaktör (2007’de bitecek olan Fars Körfezi’ndeki) yapımı için yaptığı anlaşma ve Çin’in enerji ihtiyacını karşılamak için yapılan 70 milyar dolarlık, uzun vadeli (2025 yılına kadar) projeyi gerçekleştirerek bölgedeki konumunu güçlendirmiştir. Ayrıca İran, petrol ve doğalgazını doğunun büyük pazarlarından biri olan Hindistan pazarına ihraç etme projesini hayata geçirirse, bölgede konumunu daha da güçlendirmiş olacaktır. Ancak İran’ın, Pakistan üzerinden Hindistan’a doğalgaz taşımak istediği bu yeşil hat projesine Hindistan ile Pakistan arasındaki Kaşmir sorunundan dolayı, Hindistan cephesinde karşı çıkan muhalif güçler bulunmakta. Bu güçler ileriki süreçte Pakistan toprakları içerisinden Hindistan’a doğalgaz ihraç edecek olan bu hattın, Hindistan’ı tehdit edebileceğini ileri sürüyorlar. Onlara göre, İran doğalgazının deniz yoluyla Hindistan’ın Bombay kentine aktarılması için görüşmelere devam edilmesi daha uygun olacak. Ancak ABD’nin geçen aylarda Hindistan’da otuz yıldır durdurulmuş olan ABC silahlarının tekrar geliştirilmesine yönelik verdiği destek, bölgedeki dengeleri sarsacağı gibi, süreç içerişinde kimi mide bulandırıcı gelişmelerin yaşanmasına da neden olabilir.
Bu vesileyle İran kendi tarihsel geleneğinin öncelikleri arasında yer alan “bölgesel güç olma” anlayışı gereği, Çin’den Karadeniz’e kadar uzanan bir alanda çeşitli düzeylerde güç ve işbirliklerinin oluşturulmasını öncelikleri olarak savunuyor. Mollalar rejimine göre, geçmişte bunun gerçekleşmemesinin nedeni olarak, Şah döneminde İran’ın, bölgede etkili olmaktan ziyade etkilenen bir ülke haline gelmesi gösteriliyor. İran rejimine göre bu stratejinin amaçları doğrultusunda, “İran gelecek 20 yıl içerişinde bölgesel düzeyin ötesinde uluslararası konumunu da güçlendirmelidir” anlayışı hakim. İran’ın sürdürdüğü ve sürdürmeye devam edeceği “bölgesel güç” olma tutumunun hem bölge devletlerince hem de batı merkezlerince kabulü güç görünse de, İran bu amacından taviz vermekten yana değil.
Bugüne kadar İran da dahil olmak üzere bölge devletleri, kendi iktidarlarını (koltuklarını) kaybetme korkusuyla batı merkezlerinden bölgenin geleceğine yönelik çıkan kararları hep onayladılar. Ancak şimdilik İran Mollaları bundan uzak görünüyorlar. Çünkü İran son yıllarda bölge üzerinde elde ettiği nüfusu bölgesel bir güç olarak İslam ümmeti adına batılı güç merkezlerine dayatıyor.
Fakat başta ABD olmak üzere bölgesel ve uluslararası kimi güç merkezleri, İran’ın bu konumunu kabullenmek istemiyorlar. Çünkü İran’ın bölgesel güç konumu, bu merkezler tarafından kabul görürse, İran bölgenin sorunlarında bir taraf olarak masanın bir ucunda muhatap alınacaktır. Yani İran bugün ABD’ye ve muhataplarına gelin “Irak ve Filistin sorununu görüşelim” diyor ve bölgede kendisinin elde ettiği nüfusun itibara alınmasını dayatıyor. İran Mollalarının bu önerisinin içerisinde çok ince ayrıntıların gizli olduğunu söylersek abartılı olmaz. İran 1639’larda bölgeye hakim olan Osmanlı İmparatorluğu’yla yaptığı Kasr-ı Şirin anlaşması doğrultusunda Kürt halkını iki parçaya böldüğü gibi, bugünde bölgenin diğer sorunlu bölgelerinde, ABD ve diğer güçlere “gel bu sorunları görüşelim” diyor. İran, uluslararası alanda kendi konumunu güçlendirebilmek için, emperyalist devletler tarafından Ortadoğu’nun demografik yapısına yönelik çizilecek yeni sınırların içerisinde kendine alan açma siyaseti izlemeye çalışıyor.
Öte yandan ABD ve diğerleri bölgenin sorunlarında kendileriyle aynı konuma sahip olacak bir bölge devleti olmasından yana değiller. Bundan dolayı da İran’ın şimdiden önünün alınması için başta ABD, İsrail ve batı merkezleri çırpınıp durmaktalar. Çünkü İran muhatap alındığında, başta Irak olmak üzere, Filistin-İsrail gibi sorunların çözümü i