Vestel işçisi için Teknolojinin Türkçesi! Vestel’i nasıl tanırsınız? Muhtemelen bir çoğunuz “Saniyede bir ürün satan dünya devi” ya da televizyon reklamlarından duymaya alıştığımız şekliyle “Teknolojinin Türkçesi” diye yanıt verecek. Reklamlara bakarsanız; tek derdi ülkeye yatırım yapmak! Vestel de kendisini şöyle tanıtıyor: “Önce İnsan” ilkesi doğrultusunda tüm çalışanlarımıza verimli bir biçimde çalışacakları, ilişkilerin karşılıklı saygıya ve […]
Vestel işçisi için Teknolojinin Türkçesi!
Vestel’i nasıl tanırsınız? Muhtemelen bir çoğunuz “Saniyede bir ürün satan dünya devi” ya da televizyon reklamlarından duymaya alıştığımız şekliyle “Teknolojinin Türkçesi” diye yanıt verecek. Reklamlara bakarsanız; tek derdi ülkeye yatırım yapmak!
Vestel de kendisini şöyle tanıtıyor: “Önce İnsan” ilkesi doğrultusunda tüm çalışanlarımıza verimli bir biçimde çalışacakları, ilişkilerin karşılıklı saygıya ve güvene dayandığı bir ortam yaratma çabası içindeyiz. Sürekli gelişim için en önemli unsurun sahip olduğumuz entelektüel sermaye olduğunun bilincindeyiz. Vestel’i Vestel yapan, her şeyden çok özveriyle çalışan yüksek nitelikli profesyonel kadrosudur.
2006 yılında 4 milyar dolarlık ihracat hedefleyen Vestel, Türkiye’nin ihracat şampiyonları arasında olduğu gibi, televizyon üretiminde 12 milyon adetle dünyanın üçüncü büyük TV üreticisi durumundadır.
Her yıl yüz milyon dolarlar kazanan, üretim ve ihracat şampiyonlukları olan, üstüne üstlük kendisini böyle tanıtan bir şirket elbette işçisini aç bırakmaz, sırtını pek tutar değil mi? Bunca kârı “özverili” çalışanı sayesinde yaptığını bilen bir firma, bu emeğin değerini verir!
En ufak hata götürür
Bakın, “dünya devi” olmasına güvenerek, benzer düşüncelerle Vestel’de çalışmaya başlayan bir işçi ‘Teknolojinin Türkçesi’ni nasıl anlatıyor: “İsim olarak dışarıdan çok iyi gözüküyor. Ancak çalışmaya başladıktan sonra çalışma ortamı, ücret kimseyi tatmin etmiyor. Bir buçuk yıldır çalışıyorum, 350 YTL maaş alıyorum. En ufak hatada dışarı atabiliyorlar. İnsanlar muhtaç. Çalışmak zorunda. Bir köle gibi çalışıyoruz. Adam dışarıda binlerce işsiz var bir gider bin gelir diyor.”
“On kez de şampiyon olsa benim için fark etmiyor. Vestel’in bir milyon televizyon ürettiğini biliyorum. İş şampiyon olmakta değil. Ben yine asgari ücretle çalışıyorum” diyor bir başka işçi.
Vestel’de işe başlayanlar önce “büyük bir yere kapak attıkları” düşüncesiyle, gelecek hayalleri kurmaya başlar. Fabrikaya girdiği andan itibaren ise tüm beklentiler suya düşer. Askeri bir bölgeye girdiği hissi, hızlı tempo, düşük ücret, her an işten atılma korkusu, bir müdüre ya da posta başına yanlış yapma kaygısı alır hayallerinin yerini.
Vestel City’de (Vestel Şehri) işçinin işi, kurallar, disiplin yönetmelikleri ve müdürün ağzından çıkacak bir cümle, amirin baskısıyla bir anda bitebilir. Büyük patronun fabrikayı teftişe geldiği zamanlarda sorgusuz sualsiz işçi atması Manisa halkının dilinde hikâyelere dönüşmüştür: “Ahmet Zorlu Vestel Elektronik’e geldiğinde 4-5 işçiyi sadece yaka kartları olmadığı için işten attı…”
POLİTİKA PATRON İŞİDİR İŞÇİ İŞINE BAKSIN
Vestel patronu asgari ücretten özelleştirmelere kadar her konuda politika yapar. Ama işçinin politika yapması yasaktır. Nazif Zorlu’ya göre, “İşçi ancak kendi mesleğinde kendini geliştirmeli ve işine sahip çıkmalıdır.” Vestel işçileri ise “işine sahip çıkmanın” hiç durmadan çalışmak anlamına geldiğini çok iyi bilir.
Umutları boşa çıkan bir Vestel işçisi anlatıyor: “Paraları işçiye verirsek yatırımı neyle yapacağız, biz dünya devleriyle yarışıyoruz, dediler. Ülkede ekonomi kötü, para kazanamıyoruz şeklinde nedenler gösterdiler. Vestel bu şekilde kalifiye işçilerini düşük ücretle çalıştırmaya devam ediyor. İşçiler Vestel’de çalışmaktan bıkıyor, çalışmak istemiyorlar. Ancak işten çıkmak isteyenlerin tazminatını vermiyorlar. Manisa merkezden işçi alınmıyor ve daha çok fakir işçiler işe alınıyor. Başka illerden aldığı işçiler evlerini buraya taşıdıkları için işi bırakıp gidemiyorlar ve Vestel’de çalışmaya mahkûm oluyorlar.”
SENDİKALAŞMAYA TAHAMMÜL YOK
Zorluya göre işçi hakkını aramamalı, hele sendika istemeyi aklından bile geçirmemelidir. 2001 yılında Vestel’de yaşanan sendikalaşma deneyimi de bunun kanıtı gibidir. Sendikalaşma başlar, yüzlerce işçi bir günde atılır, büyük patron işçileri fabrikayı kapatmakla tehdit eder. Sendikalaşma sona erer. İşçiler kendiliğinden gösterdiği her türlü tepki de işten atılmayla ya da sürgünlerle sonuçlanır. İşlerin azaldığı dönemlerde de yüzlerce işçi işten atılır; yani tam bir esnek çalışma uygulanır.
İYİ ŞİRKET MUTLU ÇALIŞANLAR!
Vestel’in, “şirket kültürünü” tanıttığı dergilerinin bir bölümünde Takım Çalışması şöyle tarif ediliyor: “Vestel ‘en iyi şirketler mutlu çalışanları olan şirketlerdir’ sözü doğrultusunda çalışanlarının ortak çabasıyla yükselmektedir. Vestel, çalışanlarının memnuniyetine özen gösterir, bu konuda çalışmalar yapar. İnsan kaynakları vizyonumuz; Vestel’de herkes kendi işinin lideridir; esnek organizasyon yapımız her çalışanın kendi işiyle ilgili konularda sorumluluk almasına ve inisiyatif kullanmasına olanak tanır.”
Vestel Elektronik’te çalışan bir işçi ise bu görüşe katılmıyor: “Günde 12 saat çalışan bir işçi mutlu olabilir mi? İnsanların canı çıkıyor. 12 saat çalışıyoruz, 1 saat gidiş, 1 saat geliş geriye kalan 10 saatin 8 saati uyu, yemek ye, ihtiyaçlarını karşıla. Artanı mutluluğa harcayalım desek, mutluluğa zaman kalmıyor.”
Başka bir işçiyse sözü edilen “inisiyatif”i, “İnisiyatif işçinin yapacağından daha fazlasını yapması için verilir. Kaldıracağından daha çok yük vermektir” diye tanımlıyor.
Uzun çalışma, düşük ücret
Vestel’in fabrikalarında işçilerin büyük bir bölümü asgari ücret alırken, 3-4 yıllık işçilerse 430 YTL’nin üzerinde ücret almaktadır. İşçilerin büyük bölümü, hafta içi ve hafta sonlarında fazla mesaiye kalarak ücretlerini ancak ortalama 650 YTL’ye çıkarabiliyorlar. Üç ayda bir ikramiye veriliyor. Esnek çalışmanın olduğu buzdolabı, klima, fırın gibi fabrikaların işçileri 6 ayı doldurmadan işten çıkarıldıkları için ikinci ikramiyeyi alamıyorlar.
Vestel’de aylarca, cumartesi pazar da dâhil günde 12 saat çalışan işçiler var. İş olursa çalışmak zorunlu, gelmeyen işçinin savunması alınıyor. Üç kez savunması alınan işçi işten atılır. Müdürler istedikler işçileri istedikleri fabrikaya gönderebiliyor.
Vestel’in yan sanayisinde ise durum daha kötü: “Ben Vestel’e parça üreten fabrikalardan birinde çalışıyorum. Bu yan sanayi fabrikalarının hepsi ürettikleri parça üzerinden Vestel’den para alıyorlar. Burada az işçiyle çok iş yaptırma politikası hâkim. Hemen her gün zorunlu mesailere bırakılıyoruz. Sabah sekizde işyerine girip gece onikiye kadar on altı saat çalıştırılıyoruz. Ve her gün saat başına ürettiğimiz parça sayısı arttırılıyor. Amirlerimiz başımızda daha fazla üretmemiz için bağırıp çağırıyorlar. İşten çıkarma ile tehdit ediliyoruz. Ayda neredeyse her pazar mesaiye bırakılıyoruz. Evimizi, ailemizi göremiyoruz. Çalışma gününün sonunda bel ve vücut ağrılarımızla evlerimize gidiyoruz ve sadece uyumaya zaman ayırıp tekrar sabahın köründe fabrikaya dönüyoruz. Bütün ayımızı üretimle geçiriyoruz, ama aldığımız maaşla ancak evimizin kirasını karşılayabiliyoruz.”
Taşeronlaştırma başladı
Vestel’de taşeronlaştırma çalışmaları, ‘Donanım Şirketi’ adı altında, bazı bölümlerde başladı. Buzdolabı 1-2, High-End, klima fabrikalarına yeni alınan işçiler, Donanım ve Boyser isimli taşeron şirketlere bağlı olarak çalışıyorlar.
Taşeron işçiler, ikramiy
e almadan, 6 ay sözleşmeli çalışacak. Kıdem tazminatı hakları olmayacak. Hafta içi fazla mesaileri yüzde 25, hafta sonu fazla mesaileri ise yüzde 50 zamlı ödenecek. High-End’e çalışan bir işçi bu durumu, ‘Kadrolu bir işçiye verilen ücretle kıyasladığımızda iki taşeron işçiden biri Vestel’e bedavaya gelecek” diye değerlendiriyor.
Taşeronlaşmanın işçi için “deneme” olacağını söyleyen patron, “Biz önce taşerona alacağız beğenirsek sonra kadrolu yapacağız” diyor. Oysa Vestel’de, taşeronlaşma olmadan önce de işçiler, deneme süresine tabi tutuluyordu.
Binlerce işçi çalışıyor
Elektronik, beyaz eşya ve bilgi teknolojisi alanlarında faaliyet gösteren Vestel, 7’si yurtiçinde, 11’i yurtdışında olmak üzere toplam 18 şirketten oluşuyor. Vestel Şirketler Grubu, Zorlu Grubu’nun elektronik ve beyaz eşya sektöründeki yatırımlarını temsil ediyor.
Manisa’daki 450 bin m2’lik alanda kurulu tesislerde, 5 binin üzerinde işçi ile klima, buzdolabı, monitör, renkli televizyon, TV üstü uydu alıcısı, PC, televizyon tuneri, Internet TV üretilmektedir. Vestel’e üretim yapan Form Plastik, Teknika, Teleset, Odsel, Demotek, Akset, Öneysan, Rem gibi onlarca yan sanayi fabrikasında da 8 bine yakın işçi çalışıyor.
İhracat şampiyonu
1994 yılında Asil Nadir’e aitken sadece televizyon üreten, orta ölçekli bir fabrika olan Vestel, Zorlu Grubu’nun eline geçtikten sonra bugün Manisa Organize Sanayi Bölgesi’nde 7 fabrikası olan ve dünyada Boeing uçak firmasından sonra ikinci büyük kapalı alanı bulunan Vestel City’ye dönüştü.
Televizyondan beyaz eşyaya, klimadan bilgisayara kadar ürettiği ürünleri 108 ülkeye ihraç eden Vestel, özellikle Almanya, İngiltere ve Fransa gibi Avrupa’nın en gelişmiş ülkelerinde yüzde 20, dünyada ise yüzde 5 oranında pazar payına sahiptir.
Son 4 yıldır JVC, Hitachi, Sharp, Sanyo, Thomson, LG ve Toshiba gibi dünya elektronik devlerinin ürünlerini de üretmeye başlayan Vestel, 1998-2003 yılları arasında Türkiye’nin ihracat şampiyonu oldu. 2005 yılında üçüncü olarak ihracatta 2 milyar dolar sınırını aştı.
Televizyon ihracatında pazar payını yüzde 54’e çıkaran, beyaz eşyada üretiminin yüzde 77’sini ihraç ettiği 2003 yılında, toplam 1.5 milyar dolar ihracat gerçekleştiren Vestel, 2006 yılında 40 milyon cihaz üretmeyi, 4 milyar dolarlık ihracatı hedefliyor.
Bu gösteriş kimin sırtından?
Vestel’in patronu A. Nazif Zorlu’nun, yönetici ve idari personeline seslendiği Zorlu Dergisi, işçilere de dağıtılıyor. İşçiler dergi için “Ya abi bu dergiyi bize niye veriyorlar anlamıyorum” diyor ama, patron A. Nazif Zorlu’nun bizzat kaleme aldığı yazılar, bu sorunun yanıtı niteliğinde.
Üç ayda bir yayınlanan dergide Türkiye’nin içinde bulunduğu politik durum ve ekonomik gelişmeler değerlendiriliyor. AKP Hükümeti’ni destekleyen açıklamalar yapan Zorlu, kişi başına gelir seviyesinin ortalama 10 bin dolar seviyesine gelmesi, gelir dağılımındaki adaletin sağlanması gerektiğini söylüyor. Bunun da ancak yabancı sermayenin önünün açılmasıyla gerçekleşeceğini düşünüyor.
Zorlu’nun sözünü ettiği adalet, Vestel işçisinin gelirine gelince, söz konusu bile edilmiyor. “Patronun adamları şef olup 4 milyar maaş alıyor, namusuyla çalışan 10 yıllık işçiler yeni girenlerle aynı maaşı alıyor. Önce adaleti işyerinde sağlasın sonra ülkenin ekonomik politikasından bahsetsin” diyor bir Vestel işçisi.
İşçisine ne kadar ücret ödüyor? Hak taleplerini nasıl karşılıyor? Binlerce işçinin çalıştığı fabrikalarda neden sendika yok? Her yıl ihracat şampiyonu olan Türkiye’nin en büyük şirketleri listesinde hep ilk sıralarda yer alan Vestel’i acaba neden vergi rekortmeni olarak da göremiyoruz?
Elbette Zorlu Dergisi’nde bu soruların yanıtlarını bulmak mümkün değil.
Bu durumun farkında olan işçilerden biri, şöyle konuşuyor: “Çıkardığı lüks dergide kendisinden, fabrikalarından, ürünlerinden bahsediyor. Bizi ilgilendiren hiçbir şey yok. Yirminci yıl şöleninde de ‘Bakın çaputçu Zorlu kim ki diye beni aşağılayanlara söylüyorum, görün Zorlu nereye geldi, neler yaptı’ diye kendini övdü. Tüm bu gösterişinin kimin sırtından olduğunu biliyoruz!”
‘Gerçek vatansever’
Dergideki bir yazısında “gerçek milliyetçiliğin” tarifini de yapıyor Nazif Zorlu: “Yabancı sermayeye hayır, özelleştirmeler durdurulsun diyerek dünyayı yakalamak mümkün değildir… Gerçek vatansever ülkesinin geleceği için mesleğine sahip çıkan, üreten, kendisini geliştiren kişidir.”
Derginin “Durmak yok, hep ileri” çağrısının göze çarptığı sayfalarında, ileri doğru bakan küçük bir kız çocuğunun fotoğrafını görüyoruz. “Olacaksan en güçlüsü ol, çıkacaksan en yükseğe çık, gideceksen en uzağa git, yapacaksan en iyisini yap” deniyor.
“Daha çok çalışmaktan ve farklılaşmaktan” bahsediyor Zorlu. İşçiler zaten çok çalışıyor. Peki emeklerinin hakkını alabiliyorlar mı? Aile yaşantıları nasıl? Çocuklarının yüzlerini görebiliyorlar mı? Sinemaya, tiyatroya gidecek zamanları ve paraları var mı? Bunlardan hiç bahsetmiyor dergisinin sayfalarında.
ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI
Derginin son sayısında A.Nazif Zorlu, “üçüncü dünya savaşının çıktığını, topla tüfekle değil ekonomiyle yürütlecek bu savaşın yıllarca süreceğini, ülkelerin birbirleriyle pazar savaşları yaptığını” anlatıyor. Yazının sonuna doğru da personeline, “Önümüzdeki dönem daha zorlu olacaktır. Büyük hedeflerimiz var. Bu yeni süreçte sizden beklentimiz; işinize sahip çıkmanızdır” diye sesleniyor.
Beyaz Eşya’da çalışan bir işçi ise “Bu savaş patronlarla işçilerin savaşıdır” diyor, “Kaybeden her zaman işçi olur.”
HAZIRLAYAN: Günay Ayaz
Evrensel Gazetesi
25-26 Mart 2006