Türkiye’de üretim yapan ve işçilerin örgütlü olduğu üç işletme bulunmaktadır. Bunlar Goodyear, Pirelli ve Brisa firmalarıdır. Bu firmaların üretim tesisleri Kocaeli’dedir, Goodyear’ın ayrıca bir de Sakarya’da üretim tesisi vardır. Bu üç firma Türkiye’de taşıt lastiği piyasasının büyük çoğunluğunu elinde tutmaktadır. Bir tür oligapol olarak piyasa koşullarını belirleyebilme güçleri vardır. Her üç firmada çalışan işçiler uzun […]
Türkiye’de üretim yapan ve işçilerin örgütlü olduğu üç işletme bulunmaktadır. Bunlar Goodyear, Pirelli ve Brisa firmalarıdır.
Bu firmaların üretim tesisleri Kocaeli’dedir, Goodyear’ın ayrıca bir de Sakarya’da üretim tesisi vardır.
Bu üç firma Türkiye’de taşıt lastiği piyasasının büyük çoğunluğunu elinde tutmaktadır. Bir tür oligapol olarak piyasa koşullarını belirleyebilme güçleri vardır.
Her üç firmada çalışan işçiler uzun yıllardır sendikal örgütlenmenin içinde yer almışlar, Türkiye ortalaması dikkate alındığında görece yüksek ücret ve sosyal koşullara sahip olmuşlardır. Buna karşılık ücret ve hakları sektör koşulları dikkate alındığında dünya ortalamasının altında kalmıştır.
Lastik fabrikası işçileri 12 Eylül sonrası dönemde de iç örgütlenmelerini muhafaza etmişler, Laspetkim-İş adıyla bağımsız bir sendika kurmuşlar ve DİSK’in yeniden çalışmalarına başlamasıyla yeniden Lastik-İş bünyesine katılmışlardır.
Tüm Kocaeli bilir, lastik fabrikalarının işçileri Lastik-İş Sendikasının ana gövdesidir, bu 4 fabrikadaki dengeler Lastik-İş’i her yönüyle etkileyecek güçtedir.
Dolayısıyla son dört, beş toplu sözleşme döneminde gözlenen bir gelişme haliyle dikkatleri bu sendika ve fabrikalara çevirmektedir.
Sözleşme sürecindeki gelişmelerin yalnızca sendikal hakların savunulması bakımından değil aynı zamanda bir kentin yaşayanları bakımdan da önemi büyüktür.
Herkesin kafasının bir ucunda kentin kapanan diğer tesislerinin ve bu tesislerde çalışan işçilerin durumu vardır.
Toplu sözleşme yolu tıkandı
Basına verilen bilgilere göre, Lastik-İş Sendikası ile işverenler arasındaki görüşme trafiği 27 Aralık 2005 tarihinde başladı. Ancak her hangi bir gelişme kaydedilemedi. 59 maddeden oluşan sözleşmenin 21 maddesi üzerinde bir uzlaşma sağlandığı, ancak ücret konusunun tartışmaya bile açılmadığı basında yer aldı.
Lastik-İş Sendikası Genel Başkanı Abdullah Karacan işverenlerle yapılan görüşmelere ilişkin olarak geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaptı. Karacan işverenlerin 40 yıllık geleneği tamamen değiştirmek istediğini belirtti.
Kocaeli Birlik gazetesinde yer alan açıklamasında işverenin işe yeni başlayanlara daha düşük ücret vermek istediğini, işsizliği kendilerine karşı kullandığını söyleyen Karacan işçinin ve sendikanın zor durumda bırakıldığına vurgu yaptı.
Karacan, lastik fabrikası işçilerinin yüksek ücret aldığı iddialarını ise ücretlerin 35 yıllık bir süreçte bugünkü duruma geldiğini ve aslında ücretlerin yüzde 25, sosyal hakların ise yüzde 40 oranında azaldığını söyledi.
Yapılan açıklamalardan sendikanın da aslında ücret konusu yerine “işgüvencesi” olarak kabul edilen bir madde üzerine yoğunlaştığı anlaşılıyor. Yani bu madde geçerse sorun çözülecek gibi bir izlenim ediniliyor.
Gelinen son noktada; işverenlerin toplu sözleşme masasına gelmemesi ve yasal sürelerin dolması nedeniyle artık resmi arabulucu dönemi başlamış oldu.
Lastikte yaşanan bildik senaryo
Bugüne kadar yaşanılan toplu sözleşme dönemlerinde hemen hemen hep aynı şeyler gözlendi. Gazeteler 1990 yılından bu yana lastik fabrikası işçileri greve çıkamadığını yazdı.
Neler yaşandığına gelince;
Lastik şirketleri toplu sözleşme sürecine girilirken ellerindeki “reklam veren” kozu ile hemen tüm gazetelere aynı haberleri yaptırdı veya yayınlattı.
İşlenen tema hemen hemen aynıydı, fabrikalar yüksek işçilik maliyetine dayanamıyor, fabrika(lar) yurtdışına taşınacak. Türkiye önemli bir tesisini kaybedecek, şu kadar kişi işsiz kalacak vs.
Ardından toplu sözleşme görüşmeleri başlatıldı ve hiçbir sonuç alınmadan grev aşamasına kadar süreç tıkandı.
İş grev aşamasına geldiğinde Bakanlar Kurulu ya aynı gün veya birkaç gün önceden grevi erteleme kararı aldı.
Bakanlar Kurulu kararına karşı dava açmanın kazanılsa bile bir anlamı olmadığından, sözleşme taraflarca değil, Yüksek Hakem Kurulu marifetiyle karara bağlandı.
Kimin lehine olduğunu ise Lastik-İş Genel Başkanı yeterince açık biçimde ortaya koyuyor; ücretlerde yüzde 25, sosyal haklarda yüzde 40 kayıp.
Sendikal halklar yönünden olaya bakıldığında bu işletmelerde toplu sözleşme sürecinde sendika fiilen devre dışı bırakıldı ve yine fiilen grev yasaklandı.
Bugünkü durum nedir
Geçmiş dönemlerdeki gelişmelerin hemen hemen aynısı bu sözleşme döneminde de yaşanıyor.
İşverenlerin sürecin nasıl gelişeceğinden hiçbir endişesi yok. Onlar bildikleri senaryoyu hiçbir kalemde değişiklik yapmadan sürdürüyor.
Örneğin Goodyear yetkililerinin 15 Kasım 2005 tarihinde basında yer alan açıklamaları var; 109 işçi çıkardık, ithalata yöneldik. Eskiden düşük işgücü maliyeti nedeniyle Türkiye’yi tercih etmiştik, şimdi maliyetler arttı diyorlar.
Kendi ölçülerinde sosyolojik ve politik alt yapıyı hazırlamış durumdalar.
Arada yaşanan bir gelişmenin bu süreçte nasıl bir etkisi olacağı ise soru işareti olarak duruyor.
30 Kasım 2005 tarihli Sabah gazetesinde TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu lastik işçilerini yakından ilgilendiren bir olayı aktarıyordu.
Hisarcıklıoğlu, kendilerini ziyaret eden Türkiye-İtalya İş Forumu temsilcileriyle yaptıkları görüşme sırasında Pirelli’nin Türkiye’deki fabrikasını Mısır’a taşıma kararı aldığını öğrendiklerini anlatmış.
Hemen telefona sarılmış ve DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’yi aramış. Çelebi de kendilerine her türlü desteği verme sözü vermiş. Pirelli yönetimi kararından vazgeçmiş. TOBB Başkanı bunun bir zihniyet devrimi olduğunu söylemeyi de ihmal etmemiş.
Zaten DİSK Genel Başkanı Çelebi’nin şirket kurtarma konusunda uzman olduğunu Milliyet Gazetesi yazarı Yalçın Doğan da ezberi bozan sendikacı tanımlamasıyla uzun uzun anlatmıştı. Nedendir bilinmez, o kurtarılan şirketler anlatılıyor da işçilerin durumu konusunda pek açıklama görülmüyor. Şu anda hangilerinde işçilerin ücretleri ne durumda, hala sendika üyesi midirler vs. gibi.
İşte bu noktada doğal olarak yüzler işçilere, örgütlü oldukları sendikal yapıya dönüyor. Yani işin sendikal cephesine bakılınca sürekli bir geri çekilme, ücret, hak ve işçi kaybı yaşanıyor. Ve hala her türlü desteğin verilmesinden söz ediliyor.
Zaman bir hayli ilerleyince sözler unutuluyor, örneğin, Sendika’nın Genel Başkanı Abdullah Karacan, bir önceki Genel Başkan Vahdettin Karabay’ın karşısına aday oluşunun gerekçelerinin başında grev ertelemesi karşısında yönetimin tavırsız kalması olduğunu söylüyordu.
Ama onun Genel Başkanlığı döneminde eski tas eski hamam deyimini hatırlatan bir sürü olay yaşandı. Lastik-İş Sendikası’nın ana gövdesini oluşturan lastik fabrikalarında işverenler hep istedikleri sonuçları almayı başardı.
Sendika ise sadece kendileri açısından işgüvencesi olarak gördükleri eski işçi ile yeni başlayan işçinin ücretlerinin aynı olması kuralını korumuş olmalarını başarı olarak gösterdi.
İşin gerçeği bunun sendika yönetiminin başarı hanesine yazılması mümkün değil, çünkü bu onların verdikleri bir mücadele ile korunmadı. Sonuç hep Yüksek Hakem Kurulu kararıyla belirlendi.
Bugünkü yönetim, eleştirerek yerini aldıklarının üzerine bir şey koymadı, kendilerinden öncekilerin korunmasını bile kendileri üstlenmedi, Yüksek Hakem Kurulu’na bıraktı.
Ne olacak bu i
şin sonu
Açıklamalara göre 4 fabrikadaki 3 bin 500 işçiyi ilgilendiren bu süreçte her iki tarafın bu saatten sonra ne yapacağı üç aşağı beş yukarı belli.
Gelişmeler ne sendikanın ne de işverenlerin mevcut senaryoyu değiştirmek için pek istekli olmadıkları yönünde bir görüş oluşmasına neden oluyor.
Hatta olayı yalnızca basındaki açıklama ve haberler yönünden değerlendirmek istersek, bu işten en fazla Lastik-İş Sendikası yönetiminin memnun olduğunu bile söyleyebiliriz. Evet istedikleri zammı alamıyorlar. Hatta bu konu laf arasında önemsiz bir konu olarak geçiştiriliyor, zam almak gibi bir niyet de yok. Tek dert yeni işe başlayacak işçi ücretinin yüksek tutulması, bunun içinde Yüksek Hakem Kuruluna duacılar.
Hal böyle olunca da alenen çiğnenen grev hakkını korumak için parmak oynatılmıyor, eriyen ücretler için sesler yükselmiyor. Denilecek ki lastik fabrikası işçisi hiç mi eylem yapmaz. Bunu diyen utanır, defalarca gazetelere yansıdı, gerekli halde birbirine yakın üç fabrika aynı anda iş bırakır, şak diye Ankara asfaltını trafiğe kapatır. Bunun örnekleri biliniyor. Hatta bazı Lastik-İş yöneticilerinin geçmişte çok iddialı konuştukları söyleniyor, “istersek bir telefonla fabrikaları durdururuz” diyenler varmış.
Bunları söyleyenlerin 5 dönemdir, toplu sözleşmeleri tıkanan, grev hakkı engellenen, ücretleri eriyen işçiye neden “indirin şalterleri” diyemediğini anlamak zor gelebilir. Tek izahat yukarıda belirtildiği gibi bu haksız sürece sendikanın teslim olduğudur.
Olağan senaryoyu değiştirecek olasılıklar yok mudur diye sorulabilir. Muhakkak vardır. Süreç her ne kadar işverenlerin istediği yönde gelişse de yeterli görülmediğini de belirtmek gerek.
Yani işverenler artık düşük oranlı zamla yetinmek istemiyor. İşaretlerini ise Hisarcıklıoğlu’nun anlattığı hikaye, iki fabrikanın birden gideriz temasını işlemesi ve buna uygun çözümlemeleri beklemesi veriyor.
Örneğin işverenin fabrikayı taşımama kararını devam ettirmek için sendikanın direndiği maddenin kaldırılmasını istemesi halinde ne olacak?
Çözümün anahtarı kimde olacak?
DİSK Genel Başkanının, TOBB Başkanına verdiği sözün bu durumdaki karşılığı ne olacak, fabrikayı kurtarmak için neler yapılacak?
Sendika yönetimi, anlaşma yoluna mı gidecek yoksa geçmişteki işveren senaryosunun sürmesi için duacı mı olacak?
Tüm bu seçeneklerden öte işçiler denklemin neresinde duracak?.
Görüldüğü gibi soruların hiç birinde öyle “militan mücadele”, “direniş”, ertelense de “grevi sürdürme” gibi başlıklar yok. Çünkü bunlar gündemde bulunmuyor.
Geçmişte hiç olmazsa yağmasa bile gürledi denilecek işler olurdu. Lastik-İş yönetimi, DİSK yönetimi örneğin grev ertelenirse yer yerinden oynar falan gibisinden açıklamalar yapardı.
Sözleşme tıkanmış, adam gibi görüşme olmamış, tek laf eden yok.
Lastik-İş yönetiminde bırakalım yağmaya, gürlemeye bile derman kalmamış.
Temel hakları korumak için mücadele vermek yerine, demokrasiye sığmayan yasa hükümlerinin ardına saklanmak ehven-i şer sayılır olmuş.
Ancak bu yol da tükeniyor, kaçarak daha ne kadar bunu sürdürebilecekler görülecek.
Lastik fabrikaları sözleşmesinin tamamlanması, hemen ardından başlayacak sendika için kongre takvimine nasıl yansıyacak bu da görülecek.
Son olarak bu fabrikaların kaderini etkileyen her olay Kocaeli halkını da etkileyecek, bu etkinin biçimi ve boyutu da ileride görülecek.