İşçi sınıfının örgütlü kesiminin neredeyse “teslim” alındığı günümüzde, kentsel gerilimler ve şiddet, emek ile sermaye arasındaki çatışmalardan çok, bunların dışında kalan kesimlerde yaşanmaktadır. Bu nedenle, kentleri giderek “ısıtan” bu çelişkileri doğru algılayıp, değerlendirmek ve bunun üzerinden bir devrimci, sosyalist politik hat örmek büyük önem taşımaktadır. Kuşkusuz bu durum sınıf mücadelesinin reddi olmayıp, tam tersine hem […]
İşçi sınıfının örgütlü kesiminin neredeyse “teslim” alındığı günümüzde, kentsel gerilimler ve şiddet, emek ile sermaye arasındaki çatışmalardan çok, bunların dışında kalan kesimlerde yaşanmaktadır. Bu nedenle, kentleri giderek “ısıtan” bu çelişkileri doğru algılayıp, değerlendirmek ve bunun üzerinden bir devrimci, sosyalist politik hat örmek büyük önem taşımaktadır. Kuşkusuz bu durum sınıf mücadelesinin reddi olmayıp, tam tersine hem onu körükleyip besleyen, hem de ondan körüklenip beslenen bir diyalektik ilişkidir. Paris bu açıdan önemli bir laboratuar işlevi görmektedir. Geçtiğimiz aylarda yaşanan Paris isyanı, “baldırı çıplakların” da bir kenti sarsabileceğini, Los Angeles isyanından sonra, bir kez daha göstermiştir. Paris’te işçi sınıfının, dar anlamda, bir parçası olamamış olan, işsiz, eğitim hakkı elinden alınmış, umutsuz öfkeli “baldırı çıplakları”, geniş anlamda bu sınıf mücadelesinin tam da merkezinde yeralabileceğini bu isyanı ile göstermiştir. Kuşkusuz, bu kentsel gerilimin ve onun dayattığı bir şiddetin dışavurumundan başka bir şey değildi.
Daha sonra, özellikle öğrenci gençlik tarafndan, “İş Koduna” eklenmek istenen yeni yasal düzenleme olan CPE’ye (İlk İşealım Sözleşmesi) karşı sert bir mücadele verilmiş, Paris’in simgesi olan Sorbonne Üniversitesi işgal edilmiş, işgali kırmak isteyenlerle sert çatışmalar yaşanmıştır. Yasaya yönelik en sert tepkinin sendikalardan değil de öğrencilerden gelmesi anlamlıdır. Zira, kapitalizm ısıtmaya başladığı sanayileşmiş, sanayileşmemiş /”gelişmiş”, “gelişmemiş” kentleri artık kontrol etmekte daha fazla zorlanmaktadır. Şimdilik en büyük yardımcısı, sisteme entegre edilmiş, işbirlikçi, emperyalist sendikal örgütlenmeler ve işçileri olmaktadır.
Isınmaya başlayan kentlerin, ısınma nedenlerinden birine daha örneklik eden Paris, bir kez de “lojman hakkı” talep edenlerin gösterilerine tanıklık etmektedir. Yerel yönetimlerin yönettiği boş lojmanlarda barınma hakkı tanınmayan kent yoksulları, barınma hakkını, “lojman hakkı” üzerinden talep etmektedirler. Bu amaçla geçtiğimiz günlerde Paris’te 5 bin kişi “lojman” hakkı için yürürken, bunu bizdeki gibi “gecekondu mülkiyetini koruma” mücadelesi temelinde değil, barınma hakkı temelinde ve daha da siyasallaşmış ve örgütlü olarak yapmaktadırlar. Bunun için de “Droit au Logement/Lojman hakkı” (konut değil, yerel yönetimlerin ucuz lojmanlarından yararlanma hakkı isteniyor) adı altında örgütlenmeye gidilmiştir. www.sendika.org’da yeralan habere göre, kent yoksullarının oluşturduğu Parisliler “Herkes için bir lojman” sloganı ile taleplerini dile getirmiş, onbinlerce boş konut olmasına rağmen göçmenlere konut hakkı tanınmamasını protesto etmişlerdir. Aralarından çok sayıda kadın ve çocuğun bulunduğu göstericiler, “konut istiyoruz, biz kötü değiliz”, “bir ev, bu yasadır” ve “Sarkozy, unuttun, senin de ailen göçmen” sloganlarını atmışlardır. Gösteride DAL’ın yanısıra Ulusal Konut Konfederasyonu, Konut Eylemleri Komitesi, İşsizler Hareketi APEİS ile CNT, LCR, LO gibi sendika ve partiler de yeralmıştır. “Barınma hakkı”nı savunan bu platform, geniş kesimleri kapsayarak, anti-kapitalist, politikleşmiş bir barınma hakkı talebi, devrimci ve sosyalist önderlik ile daha anlamlı ve etkili bir mücadeleye dönüşme potansiyeli taşımakla birlikte, bunun iyi değerlendirilip değerlendirilmeyeceği daha çok politik öznelerin tutumuna bağlı görünmektedir. Bir gösterinin ötesine taşınıp, geniş anlamda sınıf mücadelesinin araçlarından birine dönüştürüldükçe anlamlı olacak olan bu protesto ve mücadeleler göz ardı edilmeyip, tersine ciddiye alınmalıdır. Sorun böyle bir isteğin taşınıp taşınmamasında yatmaktadır.
Paris’te yakın zamanlarda yaşanan üç önemli sorun ve buna gösterilen tepkiler, kentlerin ne kadar ısındığını, büyük mücadelelere ne kadar gebe olduğunu göstermek açısından oldukça önemlidir. Sorun bunları iyi değerlendirip, bu sorunları geniş anlamda sınıf mücadelesi olarak hayata geçirip, geçirmeme becerisinde yatmaktadır. Merkezi, sınıf temelli bir mücadele çerçevesinde örgütlenip, mücadeleye dönüştürülmedikçe, Paris’in yaşamış olduğu son üç deneyim, ısınan kentlerde mücadelenin kalıcı ve sonuç alıcı olamayacağını da göstermektedir. Bu nedenle işçi sınıfının mücadelesini, kentleri ısıtan diğer sorun ve mücadeleler ile besleyip, devrimci, sosyalist bir mücadeleye evirmek, devrimciler, sosyalistler için kaçınılmaz bir görevdir.
Türkiye’nin bazı kentlerini ısıtan gecekondu mücadelesini de, tıpkı bir toplu pazarlık süreci, bir grev süreci gibi değerlendirip, gecekondularda yaşayan emekçilerin, kent yoksullarının daha sağlıklı konutlarda barınma hakkını, daha iyi çalışma koşulları ve yüksek ücret talep eder gibi talep ederek, bu temelde politikleştirilmiş ve anti-kapitalist bir mücadelenin unsurlarına dönüştürülmüş bir mücadeleyi örgütlemek, hayata geçirmek gerekmektedir. Kuşkusuz bu talep, kimilerince ileri sürülen “burjuva düzen” çerçevesinde bir çözüm arayışı olmayıp, kentleri “ısıtan” kent yoksullarının talep ettiği parasız eğitim ve sağlık hakkı talep etmek kadar politik bir talep ve tutumdur. Zira, iyi bir konutta barınma hakkını talep etmek ne kadar burjuva düzen içinde kalarak bir çözüm talep etmek ise, yüksek ücret, iyi çalışma koşulları, parasız eğitim ve sağlık talep etmek de o kadar burjuva düzen içinde kalarak çözüm talep etmektir. Zira, devrimcilerin, sosyalistlerin iktisadi temelli, ücret artışı mücadelesi, parasız eğitim ve sağlık hakkı talebi de kapitalizmin sınırlarını zorlayan birer iktisadi talep olarak, Marx’ın ifadesi ile aynı zamanda birer siyasal talep ve mücadele nedenidir. Sorun, “ısınan” kentlerde, geniş anlamda sınıf mücadelesini doğru temelde örgütleyip örgütleyememekten geçiyor, yoksa kapitalist toplum içinde, burjuva çözüm önerileri diye bunlara sırt çevirmekten değil. Kapitalizm, bu kez kendi mezar kazıcısı olarak, yasalarına uygun bir şekilde, işçi sınıfının yanısıra yeni “tehlikeli” kesimler ve mücadele alanları, olanakları yaratıyor. Bu nedenle, dünyanın ısınan kentlerinin üzerinde dolaşan hayalet, kapitalistler için daha ürkütücü ve tehlikeli olurken, devrimciler ve sosyalistler için yeni olanaklar sunuyor.
Kızılbayrak Gazetesi
18 Mart 2006
Sayı: 2006/10