Jericho’ya yönelik İsrail saldırısı ve aralarında Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) önderinin de bulunduğu bir dizi Filistinli tutsağın kaçırılması, işgal altındaki topraklarda işlev gören bir Filistin “hükümeti”nin mevcudiyetinin bir kurgu olduğuna işaret ediyor. İşgal güçlerinin hemen her yerde Filistinlilere yönelttiği böylesine kolayca ve amansızca saldırabilmeleri, bu toprakların, tıpkı 1967’den bu yana olduğu gibi, tam anlamıyla […]
Jericho’ya yönelik İsrail saldırısı ve aralarında Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) önderinin de bulunduğu bir dizi Filistinli tutsağın kaçırılması, işgal altındaki topraklarda işlev gören bir Filistin “hükümeti”nin mevcudiyetinin bir kurgu olduğuna işaret ediyor. İşgal güçlerinin hemen her yerde Filistinlilere yönelttiği böylesine kolayca ve amansızca saldırabilmeleri, bu toprakların, tıpkı 1967’den bu yana olduğu gibi, tam anlamıyla İsrail askeri diktatörlüğünün kontrolü altında olduğunu hatırlatmaya hizmet ediyor. Bir “Filistin hükümeti”nden söz etmeyi sürdürmek hatadır çünkü bu deyim işgal altındaki Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin ettikleri gibi yanlış bir izlenim yaratmaktadır. Çeşitli Filistin fraksiyonları, Ocak seçimlerinin ertesinde, bir “hükümet” oluşturmak üzere müzakerelerde bulunuyor olabilirler, ama bu durum bu “hükümetin” herhangi bir iktidarı olabileceği ya da Filistinlileri işgalci güçlerin saldırılarından koruyabileceği anlamına gelmemektedir.
Basında, özellikle de BBC’de Jeriho olayları ile ilgili olarak yapılan yayınlar, oldukça bulanık ve yanlış yönlendirici niteliktedir. Ahmet Saadat ve Jeriho’da bulunan diğer tutsakların işgalci güçler tarafından neden talep edildiklerini anımsayalım. Saadat Moledet Partisi kurucusu ve İsrailli bakan Rehavam Ze’evi’yi öldürmekle suçlanmaktadır. Bu bağlamda sözü edilmeyen olgu ise FHKC’nin Ze’evi’yi, İsrail’in 2001 Ağustos’unda önderi Abu Ali Mustafa’yı (Mustafa al-Zibiri) öldürmesine misilleme olarak öldürdüğüdür. Al-Zibiri ne silahlıydı ne de dövüşüyordu, İsrail Apaçi helikopteri kendisini parçalarına ayıran bir füzeyi ateşlediği zaman sadece masasında oturmuş çalışıyordu. Ze’evi ise toptan sürgün çağrılarında bulunarak Filistin halkının toptan imhasını savunan başlıca İsrail siyasetçisi durumundaydı. Kurucusu olduğu parti herkesin kendi web sayfalarından da okuyabileceği gibi mevcut İsrail seçimlerinde hala ayrı platformu sürdürmektedir.
Mevcut koşullar altında, 12 aydan uzun bir süredir ateşkes sürdürmekte olan ve 1967 öncesi sınıra geri çekilmesi halinde İsrail ile anlaşmak istediğini açıklayan Hamas’ın, “İsrail’i tanıyana” ve “şiddete son verene” kadar Avrupalılar ve Amerikalılar açısından muhatap kabul edilmeyeceği söyleniyor. Aynı koşullar neden asla İsrail’e dayatılmadı? Nasıl oluyor da Ze’evi gibi kibirli bir etnik temizlikçi yıllarca İsrail kabinesinde Ariel Şaron ve Nobel barış ödüllü Şimon Perez ile birlikte oturabiliyor ve bugün Filistinlileri Hamas’ı seçmeleri yüzünden yardımları kesmekle tehdit eden batılı görevlilerden hiç birisi de ağzını açıp tek bir kelime bile etmiyor? ABD Kongresi için, hükümetteki bakanları etnik temizliği savunan bir İsrail’e milyarlarca dolar verilmesi neden kabul edilebilir bir durum olmaya devam ediyor? Britanya ve ABD, nasıl oluyor da Abu Ali Mustafa ve binlerce diğer Filistinlinin katillerinin tutuklanmasını talep etmek yerine İsrail’e uluslar arası yasalar altında yeni suçlar işlemesi için destek veriyorlar?
Ahmet Saadat 15 Ocak 2002’de Filistin Genel İstihbarat Servisi tarafından tutuklanmıştı. Filistin Otoritesi’nin Ramallah’daki genel merkezinde alıkonuldu. 2002 Mayıs’ında, Saadat ve diğer altı tutuklu İsrail ve Filistin Otoritesi arasında, Arafat’ın Ramallah’daki genel merkezi etrafında sürdürülen 34 günlük İsrail askeri kuşatmasını son erdiren ve arabuluculuğunu ABD’nin üstlendiği bir anlaşmanın parçası olarak Jericho’ya transfer edildi. ABD ve Britanyalı bir askeri güç tutukluluk hallerini denetleyecekti. Bu grubun görevi yalnızca herhangi bir ihlali rapor etmek üzere Ramallah anlaşmasının sonuçlarını izlemekti. Ramallah anlaşması ise tutukluların durumu ile ilgili herhangi bir değişikliğin İsrail ve Filistin Otoritesi tarafından onaylanmasını şart koşuyor. Bir sanığın, başka bir devletin toprakları üzerinde faaliyet göstermekte olan ABD ve Britanya güvenlik organları da dahil devlet organları tarafından yasa dışı biçimde tutuklanması, yasanın icra edilmesi önünde bir engeldir. Böyle bir tutuklama, elbette, uluslar arası hukukun ve müdahale etmezlik normunun ihlali anlamına gelir.
Saadat asla herhangi bir bilinen kriminal eylemle suçlanmadı ve yargıç önüne çıkartılmadı. Gazze’de bulunan Filistin Yüksek Adalet Yasası Filistin Otoritesi’nden kendisi hakkındaki kanıtları sunmasını istedi, ama bu başarılamadı. 3 Haziran 2002’de, Filistin Otoritesi Saadat’ın “Şaron’un sözcüsü tarafından yapılan açık beyanatlarda Saadat’ın İsrail tarafından öldürüleceği yönünde tehditler bulunduğu” gerekçesiyle salıverilmemesine karar verdi. Birkaç ay sonra, İsrail silahlı kuvvetleri Saadat’ın Ramallah’taki aile evinde bulunan erkek kardeşlerini öldürdüler. İsrail askerleri Muhammet Saadat’ın evine gidip evi ateşe vermiş ve kendisini öldürmüşlerdi.
Jenicho’ya yönelik saldırı sessizlikle karşılaşırken, İsrail’in Batı Şeria’nın kalbinde bulunan devasa bir sömürge yerleşimi olan Ariel’in ilhak edileceği yönündeki açıklamaları da sessizlikle karşılandı, İsrail ise Ma’ale Adumim yerleşimini kitlesel ölçekte genişletme girişiminin ilk adımı olarak, Kudüs’un doğusunda yeni bir işgalci kuvvetler “polis karakolu” inşa etmeye başladı. İsrail, bir kez daha gördüğümüz üzere, sadece cezadan muaf olmakla kalmayıp, korku içinde tek bir eleştiri sözcüğü bile etmekten kaçınarak, kurbanlarını açlıktan öldürme sözü veren batılı güçlerce de desteklenen bir haydut devlettir. Şiddeti reddedenlerin önünde duran tek yol, bu vahşi rejimi tıpkı zamanında Güney Afrika (ırk ayrımcılığı) apartheid rejimini tecrit ettikleri gibi, tam anlamıyla tecrit etmektir.
* Ali Abunimah ve Arjan El Fassed Electronic Intifada isimli web sayfasının kurucularıdır.
Kaynak: Electronic Intifada’dan sendika.org tarafından çevrilmiştir