Ortadoğu ve Orta Asya’da siyasetin çehresi günlük olarak değişebildiği gibi, ani olarak da kaygan zeminlerde hareket edebiliyor. Bu durum Ortadoğu’nun suyundan mı, toprağından mı yoksa dünyanın geleceğine hayat veren billur suyu ve yer altı enerji kaynaklarından mı kaynaklanmaktadır? Elbette, onun sahip olduğu zengin fosil kaynakları ve o kaynaklarda gözü olan herkesin iştahını kabartmasındandır. Emperyalist-kapitalist güç […]
Ortadoğu ve Orta Asya’da siyasetin çehresi günlük olarak değişebildiği gibi, ani olarak da kaygan zeminlerde hareket edebiliyor. Bu durum Ortadoğu’nun suyundan mı, toprağından mı yoksa dünyanın geleceğine hayat veren billur suyu ve yer altı enerji kaynaklarından mı kaynaklanmaktadır? Elbette, onun sahip olduğu zengin fosil kaynakları ve o kaynaklarda gözü olan herkesin iştahını kabartmasındandır. Emperyalist-kapitalist güç merkezleri bu bölgelerdeki geleceklerine yönelik stratejilerini mimari bir şekilde oluşturmaya çalışıyorlar. Bu güç merkezleri Doğu’nun enerji yataklarının denetlemek ve zengin yer altı kaynaklarına el koymak için kendi aralarında da bir rekabet içerisindeler. Bu güçlerin hayata geçirmeye çalıştıkları stratejileri; bu stratejilerin önünde bir deve dikeni gibi, engel teşkil eden güçleri, ya dize getirmeyi yada kendi denetimlerine tabi kılmayı hedeflemekte.
ABD ve müttefiklerinin, Avrasya ve Ortadoğu’ya (Doğuya) yönelik mevcut egemenlik stratejilerine ek olarak, ABD tarafından geliştirilen yeni bir stratejiyi hayata geçirmeyi hedefledikleri kısa süre önce kamuoyuna yansıdı. Geçen haftalarda ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve diğer “Şahinler” (veya moda deyimiyle “neocon”lar) “terörle savaş” stratejilerini bundan böyle “uzun savaş” olarak değiştirdiklerini açıkladılar.
Avrasya ve Ortadoğu’da hayata geçirilmek istenen bu yeni ek strateji, onların deyimiyle, dünya tarihinin yarım yüzyılına damgasını vuran soğuk savaşa benzetiliyordu. Pentagon tarafından geliştirildiği söylenen “uzun savaş” stratejisi, ABD’nin özellikle Irak işgalinde içine düştüğü çıkmazdan kurtulabilmek için kullandığı stratejilerin ek bir versiyonu oluyor. Bu ek strateji kendilerinin de itiraf ettikleri gibi, Ortadoğu’yu güç kullanarak ebediyen işgal altında tutamayacakları ve bölgede şu anda bulunan askeri gücü sonsuza kadar orada konumlandıramayacakları öngörüsüne dayanıyor. Bu yüzden konumlarını değiştirerek, uzun savaş dönemine hazırlanmayı, bölgedeki askeri gücü küçülterek ideolojik savaşa ağırlık vermeyi öngörüyor. Şu üç beş yıl içerisinde strateji üstüne strateji üreten ABD, Ortadoğu’da ve başka coğrafyalarda karşılaştığı zorlukların altından öyle kolay kalkamayacağını kendisi de kavramış durumda. Salt zorbalığa dayalı bir siyaset temelinde bölge üzerinde başarılı olunamayacağı ve üç yıldır Irak’ta sürdürülen işgal ve vahşet politikaları ile bir yere varılamayacağı görülmüştür.
ABD, Irak savaşından bu yana BOP, GOP gibi adlar altında geliştirdiği stratejileri ile batağa saplandı. Bu nedenle yeni ek strateji değişiklikleri ile Latin-Amerika taktiğinin bir versiyonunu bölgede uygulamayı istiyor. ABD bölgede lider ve şahısları hedef almak yerine ideolojik, etnik ve dini sorunların altını kazıyarak, farklı taktikler ile varlığını tesis etme arayışında. Yani bölge halklarının mezhep, din ve milliyet temelinde birbirleriyle boğazlaşmasını amaçlayan fitne planlarını yürürlüğe koyarak, işgal ve tahakkümün ömrünü uzatmaya çalışıyor.
ABD, İsrail ve müttefikleri bölgeyi denetim altına alabilmek için, bölgenin istikrarına yönelik ciddi bir siyasi ve askeri faaliyet içerişindeler. Zira Irak’taki son gelişmeler, Irak’ın sınırlarını aşmayı zorlayan “meçhul” bir yöne doğru boynunu uzatıyor. ABD ve müttefikleri Irak’ta uzun zamandan beri iç savaşın kapılarını zorlayarak, bölgeyi o yöne dogru bir kaosa sürüklemekte. Bölgedeki çatışmalar her gün bir adım daha ilerleyerek, çeper ülkelere doğru tehlikeler arz ediyor. ABD, İsrail ve müttefiklerini bir kenara bıraksak dahi, halen iktidar arzusu ile hareket eden ve eski konumunu geri almak için çırpınan Baas kalıntıları ve Siyasal İslamcı El- Kaide örgütünün Irak “sorumlusu olduğu söylenen” Ebu Musab El-Zerkavi (böyle bir şahısın olup olmadığı bölge insanınca tartışmalı bir konu) gibi taşeron ve piyon güçlerin varlığı iç kargaşasının sürmesine yardım ediyor. Bölgedeki işgal güçlerinin yanı sıra, siyasal İslam vb. güçlerin bir gün şu camiye, bir gün bu türbeye karşı geçekleştirdikleri serseri eylemler ABD ve müttefiklerinin bölgede kalıcılaşmalarına zemin hazırlamaktan başka bir işe yaramamakta.
ABD ve müttefikleri, Irak’ta yakın bir vadede istikrarın değil, istikrarsızlığın derinleşmesinden yana. Bundan dolayı da Irak’ı kana bulayan saldırıların ardında çok yönlü kirli bir işbirliği mevcut ve bu yabana atılmamalıdır. Çünkü Irak’ta seçimlerle işbaşına gelen ve bu istikrarsızlıktan dolayı halen hükümeti kuramamış olan bir yapı ABD’nin işine yarıyor. Irak’ta seçimlerle işbaşına gelmiş ve istikrar kazanmış bir hükümetin kurulması, ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesinin ön koşulunu oluşturacaktır. Ancak bu durum ABD’nin Ortadoğu’daki varlığını pekiştirmeye yönelik planları açısından işine gelmemektedir. Bu vesileyle ABD ve müttefikleri Irak’ı bir karanlıklar sürecine çekmek için, bölgede iç çelişkileri körüklemekteler. Irak’ın Sünni üçgeni olan Samara’daki Şiilerin ibadethanesine (El-Askeriye Türbesine) yapılan saldırıdan sonra devam eden kaos ve çatışmalar nedeniyle herkesin kendisine sorduğu bir soru var; Irak’ı kim bir iç savaşa çekmeye çalışıyor? Ve bu olayın ardında kimler var? Kimler ateşi körüklüyor?
İslam sanatları üzerine uzman olan Alastair Northedge, İtalyan “La Repubblica” gazetesinde, yayınlanan röportajında, bu sorulara “Hiçbir Iraklının dini ibadethanelere bugüne kadar saldırı düzenledikleri olmamıştır. Böyle bir şey Saddam döneminde de yaşanmadı” diye cevap veriyordu. Bu ve benzeri soruları herkes kendi cephesinden çoğaltabilir.