1798’de Fransız ordularının Mısırı istilasının ardından Nopoleon Bonaparte tarafından dağıtılan bildiride, Mısır halkına eşitlik. demokrasi, ilerleme ve refah vaadediliyordu. Bildiride yerel iktidar odaklarının [kabile reisleri] Mısır’da yaşayan Fransız topluluğuna, özellikle de Fransız tacirlerine kötü davrandığından dolayı şikayet edilerek, Fransız askerlerine karşı düşmanca kalkışmaların cezalandırılacağı söyleniyordu… Napoleon’dan yaklaşık iki yüz yıl sonra, Amerikan-İngiliz orduları tarafından Irak’ın […]
1798’de Fransız ordularının Mısırı istilasının ardından Nopoleon Bonaparte tarafından dağıtılan bildiride, Mısır halkına eşitlik. demokrasi, ilerleme ve refah vaadediliyordu. Bildiride yerel iktidar odaklarının [kabile reisleri] Mısır’da yaşayan Fransız topluluğuna, özellikle de Fransız tacirlerine kötü davrandığından dolayı şikayet edilerek, Fransız askerlerine karşı düşmanca kalkışmaların cezalandırılacağı söyleniyordu… Napoleon’dan yaklaşık iki yüz yıl sonra, Amerikan-İngiliz orduları tarafından Irak’ın işgalinin ardından Amerikan başkanı George Bush, Fas’tan Pakistan’a kadarki bölgeye Büyük Orta Doğu adını veriyor ve bu bölgeye demokrasi ve refah vaadeden bir projeden [inisiyatiften] söz ediyor. Asıl adı Greater Middle East Initiative olan şu Büyük Ortadoğu Projesi [BOP]… Bush-Blair macerasından yaklaşık beşyüz yıl önce, 1492 de Yeni Dünya’ya ulaşan İspanyol Konkistatörleri de Amerika’da yaşayan halklara Cennet vaad ediyorlardı. Bunun için Hıristiyanlığı kabullenmeleri yeterliydi… İspanyol sömürgecileri Hıristiyanlaştırdılar, onlardan nöbeti devralan İngilizler, Fransızlar ve diğerleri uygarlaştırdılar, sömürgeciliğin doğrudan versiyonunun ‘tasfiye edildiği’İkinci Emperyalist Savaş sonrasında Amerikalılar kalkındırdılar, şimdilerde küreselleştiririp-demokratikleştiriyorlar. Velhasıl sömürgeci-emperyalist Batılıların dünya haritasını ihtiyaca uygun olarak tasarlamak, isimlendirmek, istedikleri gibi değiştirmek, o coğrafyalarda yaşayan halkları adam etmek gibi bir misyonları var ki, buna ‘uygarlaştırıcı misyonun sürekliliği’ de diyebilirsiniz.
Öyleyse sorun nedir? Asıl tartışılması ve anlaşılması gereken, kapitalizm, sömürgecilik, emperyalizmdir. Zira, kapitalizm önceki üretim tarzlarından farklı, özgün bir üretim tarzıdır. Kapitalizmi anlamadan, emperyalist savaşlar da dahil insanlığın yüzyüze geldiği sorunları anlamak mümkün değildir. Doğasında içerilmiş eğilimlerin ve dinamiklerin bir sonucu olarak kapitalizm, bir sömürü metabolizması şeklinde işliyor, dolayısıyla kutuplaştırıcıdır ve ancak hiyerarşik bir biçimde kendini yeniden üretebilir. Zenginlik üretebilmesi yoksulluk üretmekle mümkün. Başka türlü ifade etmek istersek, ‘gelişmiş’ merkez ‘azgelişmiş’ çevreyle birlikte varolabilir. Sistem rekabetçi dinamiğe dayandığı için, yayılma ve genişleme, bulunduğu mekânların dışına taşma eğilimini de [istidadını]bünyesinde barındırıyor. Rekabetçi dinamik yayılmayı, genişlemeyi, başka türlü ifade edersek, modern [kapitalist] sömürgeciliği ve emperyalizmi zorunlu hale getiriyor. Kapitalist genişleme de sermeyenin genişletilmiş yeniden üretiminden başka birşey değildir. Kapitalist mantık her seferinde sermayenin genişletilmiş bir ölçekte yeniden üretilmesini dayatıyor. Her kapitalist işletme rekabetin zoruyla büyümek veya yok olmak ikilemiyle karşı karşıyadır. Bu, kapitalizmin varoluşunun ancak emperyalizmle mümkün olması demektir ve sistemin doğasında [mantığında] içerilmiş bir eğilimdir. Dolayısıyla ne emperyalizm yaygın anlayışın aksine kapitalizmin belirli bir döneminde ortaya çıkmış birşeydir, ne de kimilerinin şimdilerde ileri sürdüğü gibi artık gerilerde kalmıştır veya post-emperyalist bir aşamaya girilmiştir. Post-emperyalist bir döneme girmek şurada dursun, XX’inci yüzyılın son iki on yılından başlayarak, XXI’inci yüzyılın başında emperyalist saldırı tarihte eşine az rastlanır biçimde derinleşmiş bulunuyor. Eğer emperyalizmin yıkıcılığı şimdilerde İkinci savaş sonrası üç on yıldakinden [1950-1980] daha şiddetliyse, neden emperyalizm kavramı kullanılmıyor, tam tersine imparatorluk, post-emperyalizm gibi kavramlar dillendiriliyor? Bu durum doğrudan sınıf mücadelesinin seyri, sınıfsal güç dengesi ve ideolojik hegemonyayla ilgilidir. Zira, sınıflı bir toplumda kavramların işlevi ve etkinliği, son tahlilde arkasındaki maddi güçten bağımsız değildir. 1980 sonrasında ezilen-sömürülen sınıfların savunmaya geçmesiyle, kavramlar dünyasında da bir alt-üstlük yaşandı ve ideolojik üstünlük karşı tarafa geçti. Fakat bu sadece geçici bir durum olabilirdi zira saldırı karşı saldırı diyalektiği kaçınılmazdır.
ABD ve İngiltere’nin Afganistan’ı, arkasından Irakı işgali ve şimdilerle İran’a yönelik tehdidi emperyalizmin bir gereğidir. Zira, kapitalizm emperyalizme, emperyalizm savaşa, hegemonya da düşmana mecburdur. Düşman yoksa mutlaka bulunur. Nitekim İslâmi terör bahane edilerek Afganistan’ın ve Irak’ın işgali, reel bir tehdidin varlığından çok, ABD’nin düşman ihtiyacını karşılamak üzere peydahlanmıştı. Saldırının gerekçelendirilmesi-kabullendirilmesi için ideolojik bir manipülasyon gerekiyordu. Büyük Ortadoğu Projesi [BOP] denilenden hareketle söylediklerimize açıklık getire biliriz. ABD’nin yaklaşık yüzyıllık bir dünya hegemonyası projesi var. Fakat 1990’lı yıllara kadar bu projenin açıkça dillendirilmesi mümkün değildi. Zira 1945 öncesinde hegemonya yarışına girmiş çok sayıda emperyalist güç odağı vardı. İkinci Savaş emperyalistler arası rekabet tablosunu değiştirdi. Hegemonya yarışının önde gelen bileşenlerinden Almanyanın parçalanması ve Japonya’nın çökertilmesi, savaşın galipleri olan İngiltere ve Fransa’nın da savaştan büyük güç kaybına uğrayarak çıkmaları, ABD’yi tartışmasız bir hegemonik emperyalist güç durumuna getirdi. İkinci emperyalistler arası savaş bitmişti ama ABD savaşın bitmesini asla istemezdi. Sovyetlerin ‘Hür Dünyayı’ [emperyalist Batı olarak okuyunuz] tehdit ettiği gerekçesiyle, Sovyetleri kuşatmayı ve çökertmeyi hedef alan bir savaş başlatılacaktı: soğuk savaş. Velhasıl XX. Yüzyılın ikinci yarısında ABD’nin dünya hegemonyası için “iki pürüz” vardı: Sosyalist ülkeler bloku ve Üçüncü Dünya Ülkelerinin oluşturduğu ‘bağlantısızlar hareketi’. 1970’lerden başlayarak bağlantısızlar hareketi etkisizleştirildi, Üçüncü Dünya rejimleri yeniden kompradorlaştırıldı. 1989-1990’da Sovyet sisteminin çökmesiyle söz konusu iki pürüz ortadan kalkmıştı. Artık ABD için yüzyıllık düş gerçek olabilirdi. Bunun için de reel ve potansiyel rakiplerin önü kesilmeli, orta büyüklükte bile olsa ABD’nin dünya hegemonyası ve dünyayı Amerikanlaştırma projesi için sorun yaratacak hiçbir güç odağına yaşama şansı tanınmamalıydı.
Gerçi ‘kızıl tehlike’ bertaraf edilmiş, Üçüncü Dünya rejimleri yapısal uyum programlarıyla yeniden kompradorlaştırılmıştı ama Amerikan ekonomisi silah-savaş sektörü dışındaki üstünlüğünü kaybetmişti. Nitekim, yüksek teknoloji ürünleri alanında Batı Avrupa ve Japonya, harcıâlem ürünler alanında da Çin, Güney Kore, Brezilya, vb. ABD’ye üstünlük sağlamış durumdalar. Amerikan dış ticaret açığının çığ gibi büyümesi doğrudan bu rekabet edebilirlik zaafıyla ilgilidir. Öyleyse militer üstünlüğü kullanarak rakipleri etkisizleştirme, XXI’inci yüzyılı bir Amerikan yüzyılı yapma, dünyayı amerikanlaştırma macerasına girişile bilirdi… Böyle bir strateji benimsenince de, işe dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %70’ine sahip Eski Dünya’nın merkezi olan Ortadoğu’dan başlamak uygun bir seçenek olarak görülüyordu. Petrol sadece Amerikan ekonomisinin ihtiyacı için değil, rakipleri etkisizleştirmek için de denetlenmesi gereken stratejik öneme sahip bir enerji kaynağı ve sanayi girdisiydi. Savaş ABD’nin bölgeye yerleşmesi için gerekliydi ama yeterli değildi. ABD hegemonyasının kalıcı olabilmesi için bölgenin Amerikanlaştırılması, başka türlü ifade etmek istersek, sömürgeciliğin-emperyalizmin içselleştirilmesi gerekiyordu. İşte BOP’un g
ündeme gelmesinin asıl nedeni budur.
BOP daha gündeme gelmeden on yıl kadar önce ABD, bir ‘Ortadoğu Ortak Pazarı’ projesi ortaya atmıştı. Buna göre bazı Arap ülkeleri, özellikle Körfezdekiler sermaye, diğerleri işgücü, Siyonist İsrail de teknoloji sağlayıp, aracılık işlevi görecekti. Bu proje Körfez ülkeleri ve Mısır’ın onayını almakla birlikte İran, Irak ve Suriye’nin itirazıyla karşılaştı ve uygulanamadı. O halde söz konusu üç pürüz ortadan kaldırılmalıydı. İşe Iraktan başlandı ve sırada İran ve Suriye var. Fakat Irakta işler yolunda gitmedi, ABD orada batağa saplandı. Bu arada başta Araplar olmak üzere ABD’nin dünya ölçeğinde ideolojik çekiciliği aşındı. Artık ABD’nin yeni dönem ihtiyaçlarına cevap veremez duruma gelmiş bölgedeki otokatik-teokratik rejimlerin yerine yenilerini ikâme etmek gerekiyordu, bunun için de ideolojik bir manipilasyon: İşte BOP’un varlık nedeni…
Büyük Ortadoğu Projesi [Greater Middle East İnitiative – BOP] önce George Bush tarafından Güney Carolina Üniversitesinde 9 Mayıs 2002 ‘de Ortadoğu İşbirliği İnisiyatifi [Middle East Partnership Initiative- MEPI] adıyla ortaya atıldı. Bu amaçla 2003 için 90 milyon dolar ayrıldı. Bu parayla bölgedeki işletmeler desteklenecek ve|veya yenileri kurulacak, rekabet teşvik edilecek, sivil toplum, medya ve hukuk devleti güçlendirilecek, eğitim sistemi iyileştirilip okullaşma oranı yükseltilecek, özellikle piyasanın ihtiyacı olan işgücünün yetiştirilmesi sağlanacak, nihayet kadın hakları standardı yükseltilecekti… Amerikan yanlısı dernekleri ve kamusal diplomasi organları olarak nitelenen medyayı desteklemek için de 6 Kasım 2003 ilave 40 milyon dolar daha ayrıldı. Birleşmiş Milletlerin 2002 ve 2003 ‘Arap İnsâni Kalkınma Raporu’ dikkate alınarak, Sea Island’daki G8 toplantısına sunulmak üzere yeni bir proje hazırlandı ve MEPİ Greater Middle East Initiative GMEI [Türkçe de BOP] olarak değiştirildi. Birleşmiş Milletlerin söz konusu Arap İnsâni Kalkınma Raporunda, Arap Birliğine dahil 22 ülkenin bir başına İspanya’nın GSMH’ının bile altında kaldığı, yetişkin nüfusun %40’ını oluşturan 65 milyon insanın okuma yazma bilmediği, bunun üçte ikisini de kadınların oluşturduğu ifade ediliyordu… Velhasıl hümanist, demokrasi şampiyonu ABDArap dünyasındaki yoksulluğu, sefaleti, cehaleti, demokrasi zaafını keşfetmişti… İnsânî Kalkınma Raporu üç alana özellikle vurgu yapıyordu: demokrasi, bilgi[knowlegge] ve kadınların durumunun iyileştirilmesi, bu amaçla da ekonomik fırsatların ‘genişletilmesi’… Politik ve ekonomik haklardan yoksun insan sayısı artmaya devam ettikçe bunun ‘aşırılığı, terörü, uluslararası suçu ve yasa dışı göçü artıracağı ifade ediliyordu… Aslında İnsâni Kalkınma Raporu Arap ‘uzmanların’ kaleminden çıksa da ABD’nin dilini konuşuyordu… Fakat asıl önemli olan ABD’nin ‘durumun bilincine’ neden şimdi vardığıydı… Aslında terörle, yoksulluk, cehalet ve demokrasi yokluğu arasında doğrudan bağ kurmak abestir. Amerikalı siyasetçiler ve politikacılar kendi terörlerinden değil, kendilerine yönelen terörden söz ediyorlar ve emperyalist-siyonist terörden asla söz etmiyorlar. Fakat daha da önemlisi, terör örgütü denilenleri asıl peydahlayan, eğiten, finanse edenin de ABD olduğu gerçeği yok sayılıyor… BOP, Filistin halkının uğradığı tarihsel haksızlıktan, Siyonist terörden, Siyonist terörün koşulsuz destekçisinin bizzat ABD olduğundan da söz etmiyor… ABD Siyonist İsrail’i koşulsuz destekleyerek onyıllarca Arap dünyasında demokratikleşmenin, aydınlanmanın önünü kesti. Bölgedeki gerici teokratik-otokratik rejimlerin de en büyük destekçisiydi. Zira, aslolan ABD’nin ve kollektif emperyalizmin çıkarlarıydı. Bu vesileyle Siyonist İsrail’le ilgili kısa bir hatırlatma yapa biliriz. İsrail devleti bir bölge devleti değil emperyalizmin bölgeye taşmış bir versiyonu, oradaki uzantısıdır. Bu yüzden bir ‘doku uyuşmazlığı’ sorunu var. Başka Türlü ifade etmek istersek, İsrail demek Ortadoğu denilen bölgedeki emperyalizm demektir. Bu yüzden onyıllardır süren, başta ABD olmak üzere emperyalizmin koşulsuz desteği, Sinonist rejimin emperyalist çıkarlara hizmet ettiği içindir. İsrali savunmak, korumak, desteklemek emperyalist çıkarları korumak ve desteklemektir… Ne Avrupalıların Yahudi jenosidinden duydukları pismanlık, ne de sadece abartıldığı gibi ABD’deki Yahudi Lobisinin marifeti değildir. Kollektif emperyalizmin çıkarlarının bir gereğidir. Eğer Siyonizm emperyalist çıkarlara hizmet edemez duruma gelirse, gözden çıkarılması an meselesidir…
Şimdilerde gerici rejimler emperyalizmin ihtiyacına cevap veremez duruma geldikleri için değiştirilmeleri gerekiyor. ABD’nin yeni dönem ihtiyaçlarını karşılayacak, Siyonist rejimle iyi geçinecek ılımlı İslamcı rejimlerle mevcut otokrasiler ve monarşiler ikâme edilecek. Ve BOP’da da Türkiye’ye önemli bir rol düşecek. BOP’a dahil ülkelere Türkiye’deki rejimin model olarak sunulması neyin yapılmak istendiğine dair de fikir veriyor. Daha önceki dönemde Siyonist rejimin oynadığı rolün benzerinin Greater Middle East Initiative [ BOP’ ] durumunda Türkiye’nin oynaması isteniyor. Zaten Türkiye bu taşeronluk rolüne istekli olduğunu daha baştan ortaya koydu. Tunus devlet başkanı Bin Ali Tunus’ta yapılması gereken zirveyi iptal ettiğinde, Türkiye’nin hemen CIA/ NED [ Ulusal Demokrasi Vakfı] destekli “demokratlar Kongresine’ ev sahipliği yapması [ İstanbul, 12-15 nisan 2004] taşeronluk konusunda ne kadar hevesli olduğunu ortaya koyuyordu. Kaldı ki dışişleri bakanı ve başbakan sayısız defalar BOP konusunda ABD ile ortak hareket ettiklerini beyan ettiler.
Söylem her ne kadar ‘insanî, demokratik kaygılara gönderme yapsa da, Fas’tan Pakistan’a Türkiye’yi de içiren BOB’la asıl amaçlanan bu bölgede ABD hakimiyetini tesis etmek, bu amaçla: 1. Sermayenin hareketinin önündeki engelleri ortadan kaldırmak, pazarları, enerji, maden ve su kaynaklarını denetim altına almak; 2. bölgesel özerk bir gücün ortaya çıkmasını engellemek; 3. reel ve potansiyel rakipler karşısındaki pozisyonunu tahkim etmek, Filistin sorununu silikleştirmek, Siyonist yayılmanın önünü açmakla ilgilidir. Zaten BOP’un esas itibariyle daha önce Siyonist Likud partisinin planını da hatırlatmıyor değil. Nitekim Likud’un söz konusu planı bölgedeki devletleri zayıflatmayı ve Siyonist yayılmayı öngörüyordu… Bölgeye demokrasi, refah ve insan hakları getirme söylemi aslında uygarlaştırıcı misyonun küreselleşme çağındaki formülasyonundan başka birşey değildir. Kim kime demokrasi getiriyor? Herşeyden önce demokrasi alınıp-verilen herhangi bir nesne midir? AB’de geçerli olan demokrasi midir? ABD’nin başkalarına demokrasi dersi vermesi ne anlama geliyor? Başkalarına demokrasi götürmekten söz eden ülkede başkanlık koltuğunda oturan zat oraya hileyle gelmedi mi? USA Patriot Act denilen gerici yasayla temel hak ve özgürlükler budanmadı mı? Demokratik ülke sayılan ABD hiçbir haklı gerekçe yok iken [asla olamaz] Afganistan ve Irak’ ı işgal etmedi mi? Venezüella’da Chavez’e karşı darbe yapmadı mı? Demokrasi ve sivil toplumu güçlendirme gerekçesiyle Gürcistan, Ukrayna ve Kırgizistanda “sivil darbelerle’ rejimleri değiştirmedi mi? Haiti’de seçimle gelmiş başkanı yerinden etmedi mi? İnsanlığın binlerce yıllık hukukî kazanımlarını hiçe sayarcasına Guantanamo’da bir toplama kampı oluşturmadı mı? Ebu Gureyb’i bir işkence laboratuarına dönüştürmedi mi? Filistin’i işgal edip sürekli katliam yapan Siyonist İsrail’i koşulsuz desteklemedi mi? Irak’ta gazetecileri katletmedi mi…?
Ne demokrasi ve refah ne de terörle mücadele ABD’nin asıl kaygısını oluşturmuyor
. Asıl amaç bölgeyi ABD’nin hegemonik emperyalist çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmekle, Amerikanlaştırmakla ilgilidir. Başta İngilizler ve Amerikalılar olmak üzere, emperyalistler hiç bir zaman güçlü, demokratik, gelişmiş, kendi ayakları üzerinde durabilen bir Arap dünyası istemediler ve istemezlerdi. Bu yüzden bölgeye demokrasi götürmek bir yana, BOP’a dahil ülkelerin demokratikleşmesi emperyalistlerin korkulu rüyasıdır… Zira, demokratik bir Müslüman-Arap dünyası demek, bölge devletlerinin zenginliklerini kendi halklarının refahı için kullanmaları, emperyalistlerin de pılıyı-pıntıyı toplayıp bölgeyi terketmeleri demektir… Büyük Ortadoğu İnisiyatifi [BOP] denilenin hiçbir mantikî tutarlılığı ve inandırıcılığı yok. Olmadığı daha şimdiden ortaya çıkmış durumda. Fas’tan Pakistan’a onca ülke hangi kritere göre aynı kefeye konuyor? Dolayısıyla BOP bir Amerikan fantezisi olarak kalacak ama bu ABD’nin hegemonya hesaplarından vazgeçeceği anlamına gelmiyor. Öyleyse kendi kaderleri, kendi gelecekleri hakkında projeler üretme sırası bölge halklarına gelmiş olmalıdır. Emperyalizm güçlü değil. Asıl güç bölgenin emekçi halklarındadır ve uygarlaştırıcı misyona son verecek olanlar da onlardır… Artık sorun kendi güçlerinin bilincine varmak ve gereğini yapabilmeye indirgenmiş demektir…
Bkz: Gamal Amin, It is almost easy to reveal what really lies behind the Greater Middle East Inisiative, Ahram Weekly, 7 April 2004.
Bu yazı http://ozguruniversite.org adresinden alınmıştır.