Emek Platformu’nun işçi sınıfı mücadelesi için bir araç olmaktan çıkıp bir tıkaça dönüşmeye başladığı “Mezarda Emeklilik Yasası”na karşı mücadele sürecinde ortaya çıkmıştı. Devlet güdümlü sendikacılığın müstahkem mevkileri olan Türk-İş, Hak-İş ve eklentilerinin yarattığı bu eğilimi frenlemenin işçi sınıfı hareketinin çıkarları açısından kilit önemde olduğunu daha o zaman vurgulamaya başlamıştık. Bu saptamamıza bağlı olarak geliştirdiğimiz öneriler […]
Emek Platformu’nun işçi sınıfı mücadelesi için bir araç olmaktan çıkıp bir tıkaça dönüşmeye başladığı “Mezarda Emeklilik Yasası”na karşı mücadele sürecinde ortaya çıkmıştı. Devlet güdümlü sendikacılığın müstahkem mevkileri olan Türk-İş, Hak-İş ve eklentilerinin yarattığı bu eğilimi frenlemenin işçi sınıfı hareketinin çıkarları açısından kilit önemde olduğunu daha o zaman vurgulamaya başlamıştık.
Bu saptamamıza bağlı olarak geliştirdiğimiz öneriler ve desteklediğimiz inisiyatifler karşısında Türkiye solunun o zamanki “büyük” merkezleri ya bigane kalmış ya da bizleri “sınıf hareketinin birliğine karşı sorumsuzluk”la suçlamışlardı. İlerici emek örgütlerini öne çıkararak Emek Platformunun devlet güdümlü merkezlerini aşmaya yönelik çabalarımızın gelişmesini önlemek için [DİSK, KESK, TMMOB, TTB’nin oluşturduğu inisiyatif merkezinden bahisle] “dörtlü çete” deyimini kullanan gruplar dahi oldu.
Sosyal güvenlik sisteminin yıkım yasalarının 2005-2006 yasama yılının temel gündemi olacağı belli olduğunda Emek Platformunun dönem sözcülüğü TTB’de idi. TTB, Platformu birkaç kez toplantıya çağırarak bu gündemin acil olarak ele alınması gerektiğini bildirmiş, ancak “emek örgütleri”nden ciddi hiçbir yanıt alamayınca, dönem sözcülüğü görevini bıraktığını ilan etmişti.
TTB’nin Emek Platformu’ndan umudu keserek son derece sınırlı bir destekle yürüttüğü ısrarlı çalışma ile ilerici emek ve toplumsal muhalefet örgütleri GSS’ye karşı mücadeleye yönelmeye başladığında Emek Platformu birden bire diriliverdi!
Ankara’da ve İstanbul’da “Herkese Sağlık Güvenli Gelecek” üst başlığıyla kapalı salon toplantıları, basın açıklamaları, yaygın bildiri dağıtımı vb. hareketlenmeler başlayınca, o zamana kadar ortalıkta görünmeyen Hak İş ve eklentileri, “merkezde” Emek Platformu’nun ilgili bakanlarla “diyalog sürecini” başlatması için harekete geçiverdi. Kambersiz düğün olur mu; Türk-İş’de hazırdı!…
Kısa sürede, platformda kurgulanan diyalog sürecinin tek amacının, GSS müzakerelerinde hükümetle “sosyal taraflar” arasında görünüşte bir uzlaşma yaratmak olduğu ortaya çıktı. Platform, GSS tasarısına karşı ortak bir tutuma sahip değildi. Türk-İş ve Hak-İş merkezlerinin, hazırlanan tasarıda oluşturulacak GSS kurumunda sendikaların temsiline ilişkin konularda tavizler koparmaktan, yani arpalıktan başka herhangi bir “ciddi” istemi yoktu. Buna karşılık, TTB, GSS’nin bütün bir sosyal güvenlik sisteminin yıkılması anlamına geldiğini, bir bütün olarak çöpe atılması gerektiğini savunuyordu. Türk-İş ve Hak-İş, hükümete baskı yapmaktan çok TTB’yi “ketempereye getirme”nin peşindeydi. Hükümetle yapılan toplantılarda, iktidar Türk-İş ve Hak-İş’in önüne “opsiyonlu 7-8 madde” koyarak diyaloga ve işbirliğine ne kadar açık olduğunu gösteriyor; onlar da, “diyalogun yararlarından” bahsederek, müzakerelerde ilerleme sağlanabileceği görüşünde olduklarını söylüyorlardı.
İşçi sınıfının “çıkar birliği”ne atıfta bulunarak oluşturulan Emek Platformu’nda fikir birliği yoktu. Çünkü sendika ve STK bürokratlarının çıkarları ile sınıfın çıkarları arasında çelişki çıkmış; bu çelişkiden hareket eden iktidar Türk-İş, Hak-İş ve eklentilerini arpalık vaadleriyle işçi sınıfı saflarında güçlü bir tepkinin oluşmasını önlemek için görevlendirmişdi.
Bu görevlendirme, elbette bu kuruluşların yöneticilerini devlet kasasından maaşa bağlayıp üzerlerine polis üniforması giydirilerek yapılmıyor. Satın alınanlar da görevlerini ellerinde coplarla icra etmiyorlar. Sendika ve STK bürokrasisi bu görevini çeşitli ayrıcalıklar ve arpalıklar karşılığında alıyor ve hareketin önünü tıkayarak, işçi sınıfı saflarında gelişen muhalefet dinamiklerini boğarak icra ediyor.
Elimizdeki son örnek Emek Platformu’nun Şubat ayında, Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilat Kanunu ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarıları ile ilgili olarak aldığı “uyarı eylemleri” kararları.
Metin “standart uyarı reçetesi” ile başlıyor; TBMM’deki siyasi parti gruplarını ziyaret, TBMM’de basın açıklaması; İllerde basın açıklamaları; kamuoyunu bilgilendirme ve 18-19 Şubat’taki eylemlere çağrı; imza kampanyası, TBMM’ye faks ve e-mail gönderme “eylemleri”…
Maddi eylemler ise şunlar:
“18-19 Şubat tarihlerinde il düzeyinde kitlesel basın açıklamaları ve mitingler düzenlenebilecek, koordinasyonları EP’yi oluşturan örgütlerin yerel teşkilatları tarafından yapılacaktır.
23 Şubat 2006 haftası itibariyle başta Ankara olmak üzere tüm illerde işçi konfederasyonları dışındaki örgütlerce bir saatlik iş yavaşlatma, bırakma veya viziteye çıkma eylemleri gerçekleştirilecektir.”
Yanlış okumuyorsunuz; dil sürçmesi, yazım hatası filan da yok! Emek Platformu’nun “uyarı eylemleri” başlığı altında bir eylem kararı yok! Bize bağlı örgütler, isterlerse illerinde miting yapabilirler diye “izin” buyuruyorlar! Ve işçi konfederasyonlarının katılmadığı “iş yavaşlatma, bırakma ve viziteye çıkma eylemleri”ni kararlaştırıyorlar… Bu saçmalıklar, bu kararlar önerildiğinde Platformun bazı üyeleri tarafından dile getirildiği halde “kararlılıkla” sonuç metnine geçirilmişler!
Uygulamayı hep birlikte yaşadık zaten…
Emek Platformu’nun dönem sözcüsü Hak-İş ve Türk-İş tarihsel görevlerini böyle icra ediyorlar işte… Artık yalnızca tıkamakla kalmıyorlar, dalgalarını da geçiyorlar!…