Sermayenin emeğe karşı sürdürdüğü çok yönlü saldırılar ancak tepeden tırnağa yenilenmiş bir sendikal örgütlenmeyle bertaraf edilebilir. Emek hareketinin önemli bir aracı olan sendikaların; gerek mevcut koşullardan, gerekse de öteden beri gelen zaaflarından kaynaklanan tıkanmışlıkları ve durağanlıklarının bir krize dönüştüğü artık herkes tarafından görülmektedir. Kendisinden önceki hükümetleri mumla aratan AKP hükümeti IMF ve Dünya Bankası programlarıyla […]
Sermayenin emeğe karşı sürdürdüğü çok yönlü saldırılar ancak tepeden tırnağa yenilenmiş bir sendikal örgütlenmeyle bertaraf edilebilir. Emek hareketinin önemli bir aracı olan sendikaların; gerek mevcut koşullardan, gerekse de öteden beri gelen zaaflarından kaynaklanan tıkanmışlıkları ve durağanlıklarının bir krize dönüştüğü artık herkes tarafından görülmektedir.
Kendisinden önceki hükümetleri mumla aratan AKP hükümeti IMF ve Dünya Bankası programlarıyla halkını daha da yoksullaştırmış ve toplumsal yıkımı bütün toplumsal kesimler için görünür bir tehlike haline getirmiştir. Esas olarak temel hizmetler alanına yönelen yıkıcı neo-liberal politikaları durdurmak için emekçilerin tüm halk kesimleriyle bütünleşen topyekün bir mücadelesine ihtiyaç vardır. Bu mücadelede genel olarak kamu çalışanlarının ve özel olarak de eğitim emekçilerinin rolü son derece önemlidir. Örgütsel ve programatik düzeyde devrimci bir yenilenmeyi gerçekleştiremediğimiz takdirde bu görevi yerine getirebilmemiz olanaklı değildir.
Geleneksel sendikal hareket ve sistemin bize dayattığı sendikal mücadele çerçevesi, (başta işçi sendikaları olmak üzere) bütün sendikaları neo-liberal politikaları meşrulaştıran kurumlar haline gelmeye zorlamaktadır. Bu zorlama etkili olmakta, emek örgütleri birer birer “sivil toplum kuruluşuna” dönüşmekte/dönüştürülmektedir. Kamu çalışanları sendikaları da maalesef bu sürecin dışına çıkamamaktadır. Kamu çalışanları sendikalarının işi hükümetle yılda bir kez yapılan toplu görüşmelerde kayıkçı dövüşü yapmak haline gelmiştir. Bu durumu mevcut yasada grev ve toplu sözleşme hakkının olmamasına bağlamak da doğru değildir. Grev ve toplu sözleşme hakkı olan işçi sendikalarının durumu da ayan beyan ortadadır. (Kaldı ki grev hakkını kullanmamızın önündeki “yasal” engellerin fiili mücadeleyle boşa çıkarılabileceği yönünde güçlü belirtiler de bulunmaktadır; AİHM’in Tüm Haber Sen’e ilişkin kapatma davasında verdiği karar bu görüşümüzü doğrulamaktadır.)
Yeni bir sendikal hareketin yaratılması, mevcut sendikaların tüzüklerinde yapılacak kağıt üzerindeki değişikliklerle, genel kurul kararlarıyla veya “daha militan” ya da “daha gerçekçi” bir sendikal politikayla gerçekleştirilemez. Sendikal hareketin devrimci bir tarzda yenilenmesi, mevcut sendikal hareketin kendi içinde “iyileştirilmesi” ile de sağlanamaz. İhtiyaç duyduğumuz yenilenme, neo-liberal yıkım politikalarının karşısına demokratik bir halk hareketiyle çıkmayı hedefleyen bir örgütlenme ve mücadele anlayışıyla gerçekleştirilebilir. Düzenin bize dayattığı bütün ayrımları reddederek, bütün statülerden emekçileri içine alacak ve dalga dalga bütün halkın içerisine yayılacak bir örgütlenme ve mücadele düzlemini yaratmayı hedeflemeli; bütün örgütsel mekanizmalarımızı bu amaca göre yeniden düzenlemeliyiz. Düzenin bize dayattığı hareket alanına hapsolmayı reddetmeli, mücadelemizin sokulmak istendiği labirentleri parçalamalıyız. Bunun için sendikal mücadeleyi, eğitim emekçilerinin veya kamu çalışanlarının gündelik çıkarlarının savunulduğu bir düzlem olmanın ötesine taşımalı, neo-liberalizme karşı emekçi alternatifinin yaratıldığı bir pota haline getirmeliyiz.
Eğitim Sen Genel Merkezi, daha önce birkaç genel kurulda kararlaştırdığımız, ancak bir türlü etkili bir biçimde uygulanamayan “Program ve Tüzük Kurultayı” kararını uygulamak üzere Geçtiğimiz günlerde bir tarih açıkladı. (Şu ana kadar, herhangi bir çerçeve metin ya da takvim açıklanmış değildir). Önümüzdeki Haziran ayının sonunda veya Temmuz başında yapılacağı bildirilen bu Program ve Tüzük Kurultayı, yukarıda sözünü ettiğimiz yeniden yapılanma ihtiyacı açısından değerlendirilmelidir.
Son yıllarda giderek yoğunlaşan bir tarzda uygulamaya sokulan temel hizmetlerin ticarileştirilmesi politikaları, temel hizmetler içinde tayin edici bir rol oynayan eğitim alanında özel bir stratejiyle uygulanmaktadır. Temel hizmetler ağının en geniş ve en etkili örgütlenmesi olan eğitim sisteminin piyasalaştırılması, siyasi iktidarlar tarafından hassas ve uzun vadeli bir stratejik bakış açısıyla adım adım gerçekleştirilmektedir. Bu politikalar, eğitimcilerin üniversite öğreniminden, okulların yönetim yapılanmalarına, kâğıt endüstrisinden belediye düzenlemelerine kadar geniş bir alanda planlanarak uygulanmaktadır. Sonuç kapımıza dayanmıştır; artık eğitim büyük ölçüde paralılaştırılmış, özel sektör, eğitim hizmetlerinin yürütülmesinde merkezi bir rol oynamaya başlamış, eğitim emekçileri birkaç koldan güvencesizlik baskısı altına alınmıştır.
Eğitim Sen’in taleplerinin ve mücadele hedeflerinin bu ışık altında yeniden belirlenmesi; bu hedeflere ulaşmak için eğitim emekçileriyle, kamu çalışanları hareketinin diğer unsurlarıyla, işçi sınıfıyla ve halkla kurulacak ilişkilerin içeriğinin ve biçiminin yeniden kavramlaştırılması, kurumlaştırılması gerekmektedir. Yeni bir program ve yeni bir tüzük, ancak neo-liberal saldırıya karşı topyekün bir mücadele ve örgütlenmenin yolunu açtığı ölçüde etkili bir silah olabilecektir.
Program ve tüzük kurultayının hedefi yalnızca eğitim emekçilerinin “iç sorunlarını” tartışmak olmamalıdır. Amacımız, başta eğitim ve kamu emekçileri olmak üzere bir bütün olarak emek hareketinin bu günkü ihtiyaçlarını karşılayacak bir bakış açısının üretilmesi olmalıdır. Bu bakış açısının odağında, egemen sınıfların temel hizmetlerin piyasalaştırılması anlayışının karşısına emekçi sınıfların temel hizmetlerin kamulaştırılmasına dayalı alternatifini somut bir güç haline getirmek bulunmalıdır. Sendikamız, bu kavgayı egemen sınıflarla halk arasındaki politik iktidar kavgasının somut ifade alanlarından biri olarak ele almalıdır.
Sendikal hareketimizin yaşadığı olumsuzlukları aşabilmemizin önemli koşullarından birisi de örgütümüzün içerdiği bütün dinamizmin bu hedef doğrultusunda seferber edilebilmesidir. Program ve Tüzük kurultayının örgütlenmesi ve geliştirilmesi süreci bu bakımdan özel olarak ele alınmalıdır. Mevcut genel kurul prosedürü ve delegasyon alışkanlıkları örgütümüzün olanca dinamizmini bu sürece taşımak için yeterli değildir. Örgütün bütün kademelerinin ve aktif kitlesinin bölgesel ölçeklerde bir araya getirildiği katılıma açık ve dinamik tartışma ortamlarının bu sürecin temel gelişme platformları haline getirilmesi zorunludur. Örgütümüzün bütün kitlesi Kurultay başlamadan önce, Kurultay’da karşı karşıya gelecek farklı bakış açılarını somut tüzük ve program önerileri etrafındaki tartışmaları yaşamış ve yön tayini yapmış olmalıdır. Bunun için öncelikle yapılması gerekenler şunlardır;
– Şubelerde “Program ve Tüzük Tartışma Kurulları” oluşturulmalıdır. Bu kurullar katılmak isteyen bütün üyelerin eşit ve doğrudan katılımıyla biçimlendirilmelidir. Yeni dönemin mücadele ve örgütlenme sorunlarının tamamı, bu kurullarda her türlü bürokratik egemenlikten uzak bir biçimde tartışılmalıdır.
– Program ve tüzük tartışmalarını işyerlerine taşıyabilmek için, sadeleştirilmiş tartışma başlıklarının tartışıldığı işyeri toplantıları yapılmalıdır. Bu toplantılar aracılığıyla pasif üyeler ve genel eğitim emekçisi kitlesi süreçten bilgi sahibi kılınmalı, aktif üyelerimizin yüzlerini kitleye döndürmesinin bir vesilesi yaratılmalıdır.
– Yeni dönemin mücadele görevleri açısından en önemli sorunlarımızdan biri de sendikamızla genel üye kitlesi ar
asındaki ilişkinin zayıflamasıdır. Bu sürecin, aynı zamanda üyelerimizin sendikamızın işleyişinin aktif, etkili bir parçası olduğunu hissedebildiği bir süreç olarak yaşanması bu nedenle önemlidir. Bu nedenle, tartışma sürecine en geniş katılımı sağlayacak araç ve yöntemler üzerinde özel olarak durulmalıdır. Üyelerin büyük bölümünün dışarıda kalmasına neden olan bütün yöntemler terk edilmelidir.
– Program ve tüzük tartışmalarında yasal mevzuatın sınırlı çerçevesinin veri kabul edilmeyeceği; tartışmanın çerçevesine ilişkin belirleyici unsurun, sınıf mücadelesinin ihtiyaçları olduğu ortak bir ilke olarak kabul ve ilan edilmelidir.
DEVRİMCİ ÖĞRETMEN