2001 Şubat krizinin ardından kapitalizmin temel kurumlarından biri olan Dünya Bankası’nda görevli Kemal Derviş Türkiye’ye gönderildi. Ve dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in daha sonraki beyanlarından da anlaşıldığı üzere, büyük ölçüde DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinin de tasarrufu dışında tüm ekonomiyi kontrolü altına alacak bir konuma, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanlığı’na getirildi. Derviş, bakanlığı süresince kendisine verilen görev doğrultusunda birçok […]
2001 Şubat krizinin ardından kapitalizmin temel kurumlarından biri olan Dünya Bankası’nda görevli Kemal Derviş Türkiye’ye gönderildi. Ve dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in daha sonraki beyanlarından da anlaşıldığı üzere, büyük ölçüde DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinin de tasarrufu dışında tüm ekonomiyi kontrolü altına alacak bir konuma, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanlığı’na getirildi. Derviş, bakanlığı süresince kendisine verilen görev doğrultusunda birçok iş yaptı.
Derviş’in yaptığı işlerin en başında kuşkusuz, Yapısal Uyum Programı olarak da bilinen yeni liberal politikaların Türkiye’de kurumsallaşmasını sağlayacak yasalların çıkartılması geliyordu. Bu bağlamda Derviş, “15 günde 15 yasa” sloganıyla, birçok alanın piyasa koşullarına göre yeniden düzenlenmesini sağladı. Ayrıca, çalışma biçimlerini esnekleştiren, emek sürecini bütünüyle sermayenin insafına terk eden yasal düzenlemelerin temeli de yine onun döneminde atıldı. Derviş’in uygulayıcısı olduğu ekonomi politikaları sayesinde, gerçek ücretler düştü, işsizlik arttı, sosyal harcamalar daha da kısıldı. Buna karşılık Türkiye, çok daha borçlu bir ülke haline geldi ve başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere uluslararası finans kuruluşlarına ve doğrudan uluslararası tekellere daha bağımlı hale geldi.
Derviş’in görevinin birinci aşaması başarıya ulaşmış ve Türkiye, artık geri dönülmez biçimde yeni liberalizme eklemlenmişti. Ancak, içindeki çatlak sesler nedeniyle Koalisyon Hükümeti, bundan sonraki sürecin uygulanması bakımından ağır kalıyordu. Yapısal Uyum Programları doğrultusunda “reform”ların yaşama geçirilmesinin siyasi yükünü taşıyacak, sağlam bir iktidara gereksinim vardı. İşte bu noktada Derviş, görevinin ikinci aşaması için kolları sıvadı ve DSP’yi bölerek, 3 Kasım seçimlerine giden yolu hazırladı.
İkinci aşamanın başarısı için gerekli olan, tıpkı 1983’te iktidara gelen ANAP gibi siyasal tabanı ve belirli bir ideolojisi olmayan, çekildiği her yöne gelebilecek bir partinin tek başına iktidar olmasıydı. Kendisi CHP’den milletvekili olmasına karşın Derviş, Yapısal Uyum Programlarını harfiyen yerine getiren AKP’nin iktidara gelmesiyle ikinci aşamayı da başarı ile tamamlamıştı.
Derviş’in üçüncü aşamadaki görevi ise AKP iktidarına alternatif olacak bir siyasi oluşum yani, bir “stepne” yaratmaktı. Zira, Yapısal Uyum Programlarının uygulandığı diğer ülke deneyimlerinde de görülmüştü ki bu programları harfiyen uygulayan hükümetler, iktidarı uzun süre ellerinde tutamıyorlardı. Eğer aynı programa sahip çıkacak bir alternatif yaratılamazsa, iktidara yönelik tepkiler, tümüyle ekonomik sisteme yönelebilir ve programın uygulanabilirliği suya düşebilirdi. Yine, diğer birçok ülke örneğinde olduğu gibi bu alternatifin, uyum programından en çok etkilenen emekçilerin tepkilerini yumuşatacak, söylemde de olsa “sol” ya da “sosyal demokrat” görünümlü olması tercih nedeniydi.
Üçüncü aşamanın başarısı için Derviş, CHP içerisinde bir çatlak yaratarak bu partinin alternatif olmasını sağlamaya çalıştı. Ancak, mevcut CHP yönetiminin gücünü kıramadı. Bunun üzerine de görevinin üçüncü aşamasını tamamlayamadan yine kapitalizmin temel örgütlerinden biri olan Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) başına çağrıldı.
Derviş, yeni liberalizmin öngördüğü ve Türkiye uygulamasında kendisinin baş mimarlık ettiği ekonomi politikalarının duvara toslamaya başladığı ve seçimlerin ucunun görüldüğü bir dönemde Türkiye’ye geldi ve yine gündemin ortasına düşüverdi. Derviş’in gündeme düşmesiyle birlikte bizim de aklımıza, “Bu adam neden geldi, ekonomi konusunda hükümetin hoşuna gitmeyen sözleri neden söyledi?” sorusu geliverdi.
Bu sorunun cevabı için, Derviş’in 2001’de üstlendiği o “yüce” görevi ve bu görevin yarıda kalan üçüncü aşamasını hatırlamak gerekir. Bunun üzerine birde hükümetin suyunun kaynamaya başladığını da dikkate alırsak cevap ortaya çıkacaktır. Yani Derviş, AKP’ye karşı yeni bir alternatifin altyapısını güçlendirerek, yarıda kalan üçüncü aşamayı tamamlama amacındadır. Bu amaç doğrultusunda da en yakın olasılık; daha önce CHP içinde açtığı çatlakta partiden ayrılanlar, DİSK Başkanı Çelebi öncülüğünde kurulmasına çalışılan “sol” parti girişimi ve “liberal sol”daki bazı kesimleri bir araya getirmektir. Zira, bu kesimlerin son dönemde savundukları ekonomik ve siyasal yaklaşım Derviş’in üçüncü aşamada amaçladığı hedefe yani, özde yeni liberal politikaları savunan ama “sol” görünümlü alternatif (stepne) tarifine son derece uygundur. Neden olmasın?
e-posta: [email protected]
10 Mart 2006 Evrensel Gazetesi