Geçen hafta dikkatimi çeken ve yeni bir kitap, dünya ekonomisinde sistemsel düzeyde kırılma riskinin artmaya devam ettiğine ilişkin inancımı güçlendirdi. Wall Street Journal ‘a göre mali piyasaların en büyük isimleri New York Federal Reserve Bank ‘ta bir toplantı yapmışlar. Barry C. Lynn ‘in kitabı, End of Line: The Rise and coming fall of global corporations […]
Geçen hafta dikkatimi çeken ve yeni bir kitap, dünya ekonomisinde sistemsel düzeyde kırılma riskinin artmaya devam ettiğine ilişkin inancımı güçlendirdi.
Wall Street Journal ‘a göre mali piyasaların en büyük isimleri New York Federal Reserve Bank ‘ta bir toplantı yapmışlar. Barry C. Lynn ‘in kitabı, End of Line: The Rise and coming fall of global corporations , ”küreselleşmenin” başını çeken büyük şirketlerin örgütlenmelerinin nasıl bir kriz ortamı oluşturduklarını ayrıntılı bir biçimde gösteriyor.
Bir aile toplantısı
Geçen eylülde ”sentetik kredi türevleri” adlı, yeni bir yatırım enstrümanından söz etmiş, bunun yaratmaya başladığı risklere işaret etmiştim. Aradan geçen dönemde bu riskler öyle bir düzeye ulaşmış ki, New York Federal Reserve Bank , Wall Street borsasının, ”14 Aile” olarak da bilinen en büyük yatırım bankalarıyla ”sentetik kredi türevlerinin” yarattığı riskleri konuşmak üzere 16 Şubat’ta bir toplantı gerçekleştirmiş (16.02.06).
WSJ’den Wessel ‘in yazısında ”Web adresi” verilen bir rapora ( Crrigan Report ) ve FED’e yazılmış bir mektuba giderek, bu ”14 Aile” nin kimlerden oluştuğunu öğrenince de aklıma, 1990’ların ortasında bir ara su yüzüne çıkan ve bir daha hiçbir yerde rastlamadığım bir tablo geldi. Tablo, 10 ABD bankasının kredi piyasasındaki toplam payının yüzde 80’e ulaştığını gösteriyordu ( The Economist , 11.12.1997). FED’e yazılmış mektubun altındaki imzalarla, The Economist ‘in tablosundaki isimler neredeyse aynıydı. Öyleyse bu ”aile toplantısı” , aslında küresel piyasaların kaderiyle ilgiliydi.
Söz konusu toplantının gündemindeki sorunlar riskin boyutlarını ortaya koyuyor. Birincisi rapor toplam faiz ve kredi türevlerinin 1995’ten bu yana baş döndürücü bir hızla artarak, 17.7 milyar dolardan, 2000’de 63 milyar dolara, 2004’te de 1.8 trilyon dolara ulaştığını gösteriyor. En büyük kaygı konusu olan ”sentetiklerin” toplam hacmi de 2000 yılında 200 miyar doların altındayken, 2004 yılında 1.5 trilyon doları geçmiş. Wessel’in makalesinde dile getirdiği sorunlar ise spekülasyon hummasının, açgözlülüğün, piyasaları nasıl çığırından çıkardığını çok güzel gösteriyor. Sorunların başında bilinemezlik faktörü var: Bu ”sentetik türevlerin” işlemleri çoğu kez telefon veya faksla yapılıyor, daha karmaşık, ayrıntılı konfirmasyonla tamamlanmadan kalıyor. Örneğin bir yatırım bankası elinde 18 bin adet belgelenmemiş işlem olduğunu söylemiş Wessel’e. Bugün, konfirmasyon bekleme süresi 30 günü aşmış işlemlerin sayısı 97 bine ulaşmış.
Wessel’in haberini, kendi deneyim ve bilgileriyle de birleştirerek yorumlayan mali analist Ed MacCarthy , ”Eğer ortada söylendiği gibi ortalama 57 bin belirsiz işlem varsa, riskin hacmi de 5.7 trilyon dolara ulaşabilecek demektir” dedikten sonra ekliyor, ”eğer bugün, kredi kalitesi -ki gerçekte çoğunlukla şüpheli kredilere dayanıyor- çökecek olsa ABD’nin GSMH’sinin 50-60 misline eşit bir büyüklükle karşılaşırız, gel de çık işin içinden…” ( Prudentbear.com , 22.02.06). Wessel de işlemlerin yüzde 40’ının konfirmasyonunun hâlâ elektronik olarak yapılmadığına, ”sentetikler için” merkezileşmiş bir takas sisteminin yokluğuna işaret ederek sorunun çüzülmeden durduğunu vurguluyor. MacCarthy de ”aslında sorunun gerçek hacmini bilmiyoruz, karşımızda, bugüne kadar görülmemiş çok başlılıkta bir mali dışkı var…” diyor. Söz konusu 14 Aile’nin temizlemek durumunda olduğu miktar, açıklandığına göre en azından 12 trilyon dolar. Bu temizlik eğer başlarsa, kredi hacminin daralması kredi maliyetlerinin artması, bunun da ABD’deki ekonomik büyümeyi vurması, onun da dünya ekonomisine sıçraması kaçınılmaz.
Yolun sonu
”14 Aile” nin toplantısı küresel mali sistemin bugün izlemekte olduğu yolda daha fazla devam etmesinin olanaksızlığını gösteriyor. Barry C. Lynn’in kitabıysa, 1980’lerden bu yana oluşan küresel sanayi sisteminin de artık ”yolun sonuna geldiğini” gösteriyor. Büyük şirketler için çıkarılan Global Business bülteninin eski editörü Lynn, bildiğimiz küreselleşme karşıtlarından değil. Onun işçi haklarını, sendikaları, yoksulluğu filan düşündüğü yok; esas olarak ”ulusal güvenlikle” ilgileniyor.
General Motors, General Electric, Ford, Hewlet Packard, Dell, Cisco System, Wall Mart gibi şirketler, üretimden ziyade, mal ve hizmet girdilerinin, ucuz işgücüne dayalı bölgelerden getirtilmesine (outsourcing) dayanan tedarik sistemlerinin ( tedarik zincirinin ) yönetimine dayalı bir verimlilik arayışına yönelmişler. Bu yöneliş (küreselleşme) aşırı uzmanlaşmış, aşırı karmaşık , aslında çok kırılgan yapıların ortaya çıkmasına neden olmuş.
Hikâyesine elektronik sektöründe küresel tedarik zincirini, bir günde kopma noktasına getiren, o yıl elektronik sektöründeki büyümenin beklenenin yüzde 7 altında kalmasına yol açan 1999 Tayvan depremiyle başlıyor. Deprem olunca şirketler, örneğin bilgisayar ”üreticisi” Dell, HP montaj için gerekli bazı parçaların tedarikinin birdenbire kesildiğini görmüşler. Dell görevlileri gerçekte hangi parçayı nereden aldıklarının, tedarik zincirinin, bilgisine tam olarak sahip olmadıklarını fark etmişler. Meğerse ”herkes” belli elektronik parçaları depremin olduğu yerde kurulmuş bir grup şirketten alıyormuş.
1980’lerde GM’un başına getirilen Ignacio Lopez , şirketi krizden çıkarmak için işçi üretkenliğini arttırmaya yatırım yapmak yerine, önce, tedarik sistemini çeşitlendirerek küreselleştirmiş, sonra da en ucuz yerden tedarike ağırlık vererek yeniden merkezileştirmeye başlamış. Diğer otomotiv şirketleri de aynı yolu izlediğinden, 1990’larda ortaya çok karmaşık, çok katmanlı tedarik zincirinin sonundaki üreticiyle baştakiler arasında, ilk anda çok verimli görünen, ama gerçekte çok kırılgan, esneklikten yoksun bir yapı ortaya çıkmış. Böylece, tedarik zincirinin içindeki en ufak bir siyasi istikrarsızlık ya da bir doğal felaket vb. ile oluşan yerel bir şokun etkisiyle felç olabilecek bir sistem oluşmuş.
Lynn, bu en başarılı şirketlerin örneğin Dell’in, aslında üretim yapmadıklarını, esas işlerinin tedarik zincirini yönetmek olduğunu, bunların ulusal ekonomiye katkıda bulunmadığını, aksine ekonomiden aldığını yazıyor. Böylece, büyük şirketler ülkelerini terk ederek küresel tedarik sistemlerine dayanmaya başlarken (küreselleşme), ülke içinde sosyal güvenlik sistemleri, iş olanakları, ücret düzeyi olumsuz etkileniyor; tasarruf, tüketim kapasitesi düşüyor, bu açık ABD’de olduğu gibi hızla genişleyen, türevlerle çeşitlenen kredi piyasasıyla destekleniyor, her şey birbirine karışarak başı sonu belirsiz bir riskler zinciri oluşuyor. Lynn, bu dışa bağımlılıktan demokrasi de zarar görüyor, bir gün, örneğin Çin’de başlayan bir demokratik hareketi, tedarik zinciri kırılmasın diye, Çin yönetimiyle birlikte bastırmaya kalkabiliriz diyor.
Lynn, antropologların, aşırı uzmanlaşmış toplumların dış şoklar karşısında çökme risklerinin yüksek olduğunu saptadıklarını anımsatıyor. Kendi gereksinimlerini kendileri karşılayan toplumlar ise daha dayanıklı oluyormuş.
Cumhuriyet 06.03.2006
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU/ LONDRA
[email protected]