Heyecanın düzeyi her yerde yükseliyor ve dünya-sistemi asla şimdikinden daha anarşik olmamıştı. Belki de köprüden geçiyoruz. Irak’taki El-Asker Camii’nin bombalanması yalnız aniden yükselen bir grup içi şiddet duygusuyla sonuçlanmadı, aynı zamanda ABD Büyükelçisi Zalmay Halilzad’ın Irak hükümetine Sünnilerin katılımına dönük çabalarını da muhtemelen sonuçsuz bıraktı. Bu, hükümeti kurmak için gerekli olan üçte iki çoğunluğu sağlamada […]
Heyecanın düzeyi her yerde yükseliyor ve dünya-sistemi asla şimdikinden daha anarşik olmamıştı. Belki de köprüden geçiyoruz.
Irak’taki El-Asker Camii’nin bombalanması yalnız aniden yükselen bir grup içi şiddet duygusuyla sonuçlanmadı, aynı zamanda ABD Büyükelçisi Zalmay Halilzad’ın Irak hükümetine Sünnilerin katılımına dönük çabalarını da muhtemelen sonuçsuz bıraktı. Bu, hükümeti kurmak için gerekli olan üçte iki çoğunluğu sağlamada ve dolayısıyla düzenlenmesi çok zor olacak yeni seçimlerde başarısızlık demekti. Tam da aynı zamanda ABD ordusu, önceden ABD desteği olmaksızın askeri operasyona yeterli bulduğu tek Irak birliğini hala ABD desteğine ihtiyaç duyan bir seviyeye indirgedi. ABD şimdi, Irak’taki varlığına ve amaçlarına karşı ilk kez tüm Irak’ı kapsayacak bir düşmanlık yaratan en önemli Şii partilerince açıkça eleştiriliyor -saldırıya uğruyor – ve Basra’daki İngilizlerin, durumu kontrol etme yeteneği şimdi Bağdat’taki Amerikalıların durumu kadar kısıtlı.
Herkes, her yerde, Danimarka’da Jyllands-Posten tarafından yayınlanan meşhur karikatürleri tartışıyor. Batı Dünyasındaki tartışmaların çoğu esas noktayı kaçırdı. Herkes basın özgürlüğü karşısında basının sorumluluğu konusunu tartışıyormuş gibi görünüyor. Bu eskiden beri tartışılmaktadır fakat açıkçası şu anki temel konunun oldukça dışındadır. Temel konu, sadece Müslüman dünyada değil, Batı dünyasında da neden bu konudan fazlasıyla ajite olunduğudur. Bu alelade bir hakaret sorununun ötesindeymiş gibi görünüyor.
Çok net görülebilir ki, Danimarka’da yayınlanan karikatürler ve bunların bir dizi diğer batılı gazetede yayınlanması, bunların aralarındaki Müslüman nüfusa duydukları kızgınlığı ve çoğu için büsbütün ırkçı ksenofobiyi [yabancı düşmanlığını] yansıtmaktadır. Korku ve öfke artıyor. Danimarka’da ve başka yerlerde her nasılsa ülkelerini Müslüman nüfustan arındırmak veya en azından bu nüfusun girişini durdurmak isteyen kişilerin sayısı artıyor.
Ve Müslüman dünyanın genelindeki sert tepki Muhammed’in görsel tasvirine karşı bir protestodan fazlasını yansıtmaktadır. Karikatürler daha çok kızgınlık derecesinin ve ülkelerine gelebilecek bir Batı işgalinden duyulan çoğalan korkunun ifade edilmesi için bir bahaneydi. Başlı başına saldırıyı başlatan Müslüman hükümetlerin bu kızgınlığı yönlendirmeye çalışmaları, göstericilerin faal biçimde bunların aleyhine dönmesiyle geri tepmiştir. Tıpkı Pakistan’da, Devlet Başkanı Müşerref’in bir zamanki İslamcı destekçilerinin şimdi onun istifasını istemesinde olduğu gibi.
Bu arada ABD hükümetine Batı dünyasında önceden bilinmeyen bir ölçüde saldırılmaktadır. Guatanamo’daki hapishane aniden yaygın bir ilgi ve kınama konusu oldu. Bu, sadece Bush yönetimine yapılan alışılmış sol eleştirilerden değil Büyük Britanya, Fransa ve Almanya hükümetlerinden, Birleşmiş Milletlerden, dünyanın her yerindeki insan hakları topluluklarından da geliyor. Üssün derhal kapatılmasını ve hapishanedekilerin yargılanmasını ya da salıverilmesini talep ediyorlar. Bunların ifadeleri Bush rejiminin olayı kabul etmeye hazır olmadığı kadar ani ve güçlüdür.
Bir Dubai firmasının ABD limanlarındaki bazı işletmelere sahip olma beklentisinin yarattığı patlama bir parça ABD içindeki seçim oyununun, bir parça da Arapların ABD’de herhangi bir şey edinmesine karşı duyulan irrasyonel histerinin konusudur. Aslında limanlarda sıkı bir güvenlik yoktur fakat güvenliği zayıf da olsa sağlayan ABD Sahil Güvenliği ve ABD İç Güvenlik Bakanlığı’dır ve öyle kalacaktır.
Bush yönetimine bitirici darbeyse ABD muhafazakâr hareketinden gelen eski devlet adamı William Buckley’in, muhafazakârların en önemli yayını National Review’da yazdığı makaledir. Burada “Amerika’nın Irak’taki amacının başarısız olduğuna şüphe yoktur.” demektedir. “Yenilginin kabul edilmesini” istemektedir. Eğer savaş yanlısı kampın liderlerinden biri yenilgiyi kabul etmek istiyorsa Bush’un başı gerçekten belada demektir. Fakat aynı zamanda bu, Birleşik Devletler’de bir parçalanma olduğunu gösterir. William Butler Yeats’in sözleriyle açıklamak gerekirse “her şey paramparça, merkez sallantıda.”
Bush yönetiminde, başını, başı bizzat ABD halkıyla her geçen gün daha çok belada olan Başkan yardımcısı Cheney’in çektiği yeni-muhafazakâr komplodan uzak tepki, hiçbir şey olmamış gibi işe girişmekten yana. İran’a karşı savaşı savunuyorlar (her şeye rağmen, başlatmayı başaracakları dahi kuşkuludur). Ve şimdi Cheney, düşman üstüne düşman edinmiş ABD’nin Putin ve Rusya’yı dahi görevlendirmesini istiyor. Cheney ABD’nin tapınağı yıkan Samson’u. Yalnızca ABD’de bir iç savaşı teşvik etmede başarılı olabilir.
1 Mart 2006
[http://www.binghamton.edu/fbc/180en.htm adresinden Açalya Temel tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]