AB içinde yaşanmakta olan gelişmeler hem Türkiye’nin birliğe girmesinin hem de birliğin bugünkü haliyle devam etmesinin olanaksızlığını gösteriyor. Motorlardan biri durdu, öbürü tekliyor Avrupa Birliği sürecini, biri siyasi, diğeri ekonomik , iki motorlu bir uçağa benzetebiliriz. Uçağın havada kalmaya devam edebilmesi için siyasi ve ekonomik bütünleşme süreçlerinin birlikte işlemeye devam etmesi gerekiyor. Siyasi bütünleşme süreci […]
AB içinde yaşanmakta olan gelişmeler hem Türkiye’nin birliğe girmesinin hem de birliğin bugünkü haliyle devam etmesinin olanaksızlığını gösteriyor.
Motorlardan biri durdu, öbürü tekliyor
Avrupa Birliği sürecini, biri siyasi, diğeri ekonomik , iki motorlu bir uçağa benzetebiliriz. Uçağın havada kalmaya devam edebilmesi için siyasi ve ekonomik bütünleşme süreçlerinin birlikte işlemeye devam etmesi gerekiyor. Siyasi bütünleşme süreci tümüyle durdu. Önce AB ülkeleri Irak savaşında ortak bir dış politika belirleyemediler. Sonra geçen yıl, ekonomik birlik sürecinin neoliberal prensipler yönünde şekillenmesini garanti etmeyi, siyasi bütünleşmeyi derinleştirmeyi, merkezileşmeyi geliştirmeyi amaçlayan anayasa taslağı Fransa ve Hollanda halkları tarafından reddedildi; diğer ülkelerde de benzer bir ruh halinin egemen olması, taslağın gündemden kaldırılmasına yol açtı.
Nihayet, Chirac ‘ın yerine en güçlü aday, Nicolas Sarkozy , geçen ay Berlin’de Konrad Adenauer Vakfı’nda yaptığı konuşmada anayasanın yırtılıp atılarak işe yeniden başlanması, bu kez yerel hükümetlerin veto yetkilerinin arttırılması, Avrupa çevresinde, özel statülü devletleri içeren bir ”Ortak Refah Alanı” oluşturulması gerektiğine inandığını açıkladı. Böylece anayasanın bu haliyle yeniden gündeme alınması olasılığı kadar, Türkiye’nin üyeliğe kabul edilme olasılığı da fiilen ortadan kalktı. Zaten bir süredir Avrupa Birliği Başkanı Barroso da ”birlik süreci” yerine ”Projelerin Avrupası” kavramını kullanıyor ( International Herald Tribune , 02/03).
Uçağın siyasi birlik süreci motorunun tümüyle durduğunu düşündüren iki tür gelişme daha söz konusu. Birincisi; anayasa oylaması, Almanya seçimleri, Fransa’da gettolardan başlayan ayaklanma, son olarak geçen hafta öğrencilerin, sendikaların ve sol siyasi partilerin geniş katılımıyla gerçekleşen büyük protesto gösterisi toplumsal muhalefetin neoliberal projeye tepkilerinin yükselmeye devam ettiğini gösteriyor. İkincisi; yeni katılan ülkelerin ulusal çıkara öncelik verme eğilimleri. Örneğin Polonya Devlet Başkanı, Paris ziyareti sırasında Le Figaro ‘ya ”Polonyalıları en çok Polonya’ya ne olacağı ilgilendiriyor” derken ”daha derin ve bütünleşmiş bir Avrupa’dan yana olmadıklarını” ifade ediyor ( New York Times , 09/03). Fransız Başbakanı Villepin , son zamanlarda sık sık ”ekonomik yurtseverlik” ten söz ediyor: AB ülkeleri içinde ulusalcı refleks giderek güçleniyor.
Geçen haftalarda, ekonomik birlik süreci motoru da Fransa, İspanya, Polonya gibi ülkelerde başlayan, yabancı sermayenin ülkenin güçlü tekellerini, özellikle enerji ve metalurji sektörünü ele geçirmesini engellemeye yönelik girişimlerin etkisiyle teklemeye başladı. Fransa’nın Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’ nden Dominic Moisi de bu gelişmeler karşısında ”Paris’ten Varşova’ya Avrupa hükümetleri, Avrupa Birliği’nin çözülmesinden başka hiçbir anlama gelmeyen bir süreçte adım adım ilerliyorlar” diyor ( Financial Times , 06/03).
Tasarım sert havalara uygun değildi
Ortak para sistemine geçiş sırasındaki tartışmalarda, birlik sürecinin olumlu ekonomik koşulların ikliminde, küreselleşme rüzgârını arkasına alarak ilerlediğini, ancak bu ”uçağın” tasarımının sert hava koşullarına uygun olmadığını savunmuştuk. Avrupa Merkez Bankası’nın, sermaye birikim hızları, ekonomik yapıları, sektörler arası dengeleri birbirlerinden çok farklı ülkelerin tümüne tek bir para politikası ve faiz oranları uygulaması ciddi sorunlar yaratacaktı.
Sanırım şimdi bir süredir o noktadayız. Geçen hafta OECD, Avrupa Birliği ekonomilerinde ihracata dayalı büyümenin yılın ilk yarısında hızlanacağını, ancak potansiyelin altında kalmaya devam edeceğini açıkladı ( Bloomberg , 06/03). Sorun şu ki Anatol Keletksy’ nin dikkat çektiği gibi, ihracata dayalı büyüme esas olarak Almanya’dan kaynaklanıyor, çoğunlukla da diğer AB ülkelerine yönelik… Bu, AB içi rekabetin ve gerginliklerin artması demek. Kaletsky, Avrupa Merkez Bankası’nın faizleri arttırma kararını eleştirirken yazısında petrol fiyatlarındaki artışların, genelde ekonomiye 18 ay gecikmeyle yansıdığına dikkat çekiyor, bu yüzden AB ekonomilerinin geçen yılın son çeyreğinden bu yana yavaşlamaya başladığını, bankanın faizleri bu konjonktürde arttırmasının daralmayı hızlandıracağını savunuyordu. Kaletsky, özellikle yüksek faizlerin İtalya ve İspanya üzerindeki olumsuz etkilerinden kaygı duyuyor ( The Times , 06/03).
Aslında bu iki ülke bir süredir çok zorlanıyor. İtalya ekonomisi uluslararası rekabet (Çin ve Avrupa ülkeleri), devasa bütçe açıkları, şimdi de yüksek faizlerin basıncı altında adeta çatırdamaya başladı. Maliye Bakanı’nın, Davos’ta bir panelde, İtalya’yı Arjantin ile karşılaştırarak Avro’dan ayrılma olasılığına değindiği için, Türkiye doğumlu ekonomist Roubini’ ye hakaret ettikten sonra ”Sen Türkiye’ye dön” diye bağırması da İtalya’da sinirlerin ne kadar gerildiğini gösteriyordu ( Corriere della Sera , 02/03).
Financial Times ‘tan Wolfgang Munchau da ”Bir İtalyan politikacı bana İtalya’da ulusal birliğin dağılması olasılığının Avro’dan çıkmasından daha büyük olduğunu söyledi” dedikten sonra İspanya’ya dikkat çekiyordu (19/02). Avro’ya geçildiğinden beri İspanya’nın ihracat gücü sürekli zayıflamış. Ekonomik büyüme esas olarak, 1997’den bu yana yüzde 300 şişen gayrimenkul fiyatlarına dayanıyormuş. Faizler yükselmeye başlayınca, İspanya ekonomisinin ayakta kalma koşulları da hızla ortadan kalkacak. Buna karşılık, Munchau’ya göre İspanya’nın mali yapısı, örneğin borç/GSMH oranı İtalya’dan iyi, dolayısıyla Avro’dan, fazla zarar görmeden çıkmaya daha elverişli.
‘Ekonomik yurtseverlik’
1990’lardaki tartışmalarımızda, ekonomik koşullar ağırlaştıkça, hükümetlerin kendi sermaye gruplarının çıkarlarını, iç piyasalarını korumaya öncelik vereceklerini, halkın tepkisini yatıştırmak için ulusalcı retoriğe daha fazla gereksinim duyacaklarını savunuyorduk. Geçen ay Avrupa Parlamentosu’nun, hizmetlerin serbest dolaşımına ilişkin Bolkestein Direktifi’ ni fiilen öldürmesi, arkasından da Fransız hükümetinin, enerji sektöründe İtalyan şirketi Enel’in Suez’i satın almasını engellemek için hisselerinin yüzde 70’ini devletin kontrol ettiği Gaz de France’ı devreye sokması, ”Fransa’nın enerji sektöründe küresel çapta ulusal oyunculara sahip olmaya kararlı olduğunu” , ”yurtsever ekonomi politikası” bağlamında vurgulaması bu beklentimize uygun. Geçen yıl, savunma, biyoteknoloji, uzay teknolojisi, telekomünikasyon, şifreleme, kumarhane gibi 11 sektörü stratejik ilan ederek korumaya alan Fransız devleti ( The Economist , 01/03), 28 Şubat’ta da Hindistan şirketi Mittal Steel’in Fransız şirketi Arcelor’a yaptığı birleşme önerisini ”yetersiz” gerekçesiyle engelledi. Fransa daha önce de PepsiCo’nun Danone’yi almasını engellemişti.
Ulusal sanayideki liderleri yabancılardan koruma eğilimi salt Fransa’ya ait değil. İspanya, Alman şirketi E. On’un almasını engellemek için Endesa’yı Gaz Nature ile birleşmeye zorluyor. Almanya VolksWagen’ı yabancı sermayeye karşı koruyor, Polonya PHB bankasının Unicredit tarafından alınmasını engellemeye çalışıyor ( The Economist ). İtalyan banka piyasası da yabancı sermayeye hâlâ kapalı.
Bu uçağın pilotları Fransa ile Almanya arasında bir kavga çıkma olasılığı da var. Financial Times ‘ın aktardığına göre, Almanya bu hafta yapılacak Avrupa Komisyonu to
plantısında, korumacı eğilimleri eleştirerek korumacılığı engellemeye yönelik çabalara destek verecekmiş (11/02).
Cumhuriyet 13.03.2006
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA
[email protected]